Başbakan Davutoğlu’nun açıklamalarını dinliyorum televizyonda:
“Genelkurmay Başkanlığımız Başbakanlığa bağlıdır.”
Devam ediyor:
“Herhangi bir konuda kaygı iletmek için herhangi bir askeri kaynağın basına konuşmasına ihtiyaç yoktur.”
Altını özellikle çiziyor:
“Kurumlar arasında istişareler yapılır, nihai karar siyasi iradeye aittir.”
Davutoğlu’nun rahatsızlığı bir gazete haberinden kaynaklanıyor. Milliyet’te Serpil Çevikcan’ın haber başlığı şöyle:
“Özel ve komuta kademesi kaygılı!”
Eski zamanları hatırlatan bir haber…
Konu, bedelli askerlik.
Genelkurmay’dan bir kaynak havayı şöyle özetlemiş:
“Türkiye’nin içinde bulunduğu durum ve konjonktür değişmediği sürece bedelli askerlik konusuna sıcak bakılması mümkün değildir.”
Ve Milliyet Ankara Temsilcisi Çevikcan yazısını şöyle noktalamış:
“Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet Özel ve üst düzey komuta kademesi kaygılı…”
Suskun-sessiz-uysal bir
komuta kademesi oluşturuldu ama
Uzunca bir aradan sonra 'asker rahatsız' başlıklı haberlerin medyada tekrar boy göstermeye başlamasının altını çizmekte yarar var
Bir zamanların genç subaylar tedirgin manşetlerini çağrıştıran bu haber, anlaşılan o ki, ‘Erdoğan iktidarı’nı tedirgin etmiş.
Başbakan Davutoğlu da kameraların karşısına geçip, asker seçilmiş sivil otoriteye bağlıdır demek zorunluğunu hissetmiş…
Olabilir.
Davutoğlu’nun hatırlatması ve asker rahatsız başlığı aklıma şu soruyu getirdi:
Türkiye’nin asker sorunu bitti mi?
Yanıt:
Hayır bitmedi.
Evet öyle.
2002 sonundan itibaren askeri otoritenin sivil otoriteye tabi kılınması yolunda elbette mesafe katedildi.
Ama sorun çözülmüş değil.
Ergenekon ve Balyoz’un yarattığı psikolojik ortam da, askerin iktidar karşısında suskun-sessiz-uysal bir konuma çekilmesine kapıyı araladı.
Ancak, sivil iktidar karşısında ses çıkarmayan asker, bu ülkede ‘asker sorunu’nun çözüldüğünü göstermiyor.
Bu açıdan, uzunca bir aradan sonra asker rahatsız başlıklı haberlerin medyada tekrar boy göstermeye başlamasının altını çizmekte yarar var.
Kurumsal değişiklikler bırakıldı
Asker sorunu kolay çözülmüyor.
Çözülmesi için önce demokrasi lazım.
Hukukun üstünlüğü lazım.
Bu iki alanda Türkiye son yıllarda ileriye değil, fazlasıyla geriye gitti.
Bu çerçevede askeri, demokratik hukuk devletindeki olağan yerine oturtacak kurumsal değişiklikler de bir yana bırakıldı Erdoğan iktidarı tarafından.Bu
konuda, aşağıdaki satırlarım 2011 yılına ait.
Türkiye’de askerin Batı demokrasilerinde olduğu gibi ‘seçilmiş sivil otorite’ye tabi olması...
Yaşamsal bir konu.
Ama bu konuda daha alınması gereken mesafe var.
Hem yasal, hem kafasal olarak var.
Askeri Batı’daki gibi sivile tabi kılacak kurumsal düzenlemeler yapılmadan değişim tam olarak gerçekleşmiş olmaz.
Askeri okullardaki ders kitaplarına kadar uzanan (tabii sivil okulları da kapsayacak şekilde) ve ‘demokrasi kültürü’nün gereği olan değişiklikler yapılmadan da asker-sivil ilişkilerinde taşlar yerine oturamaz (*).
Ne yapmalı?..
Halen Başbakanlığa bağlı da değil, Başbakanlığa karşı sadece sorumlu olan Genelkurmay Başkanlığı, Batı demokrasilerinde olduğu gibi, Milli Savunma Bakanlığı’na bağlanmalıdır.
Savunma Bakanlığı bir protokol bakanlığı olmaktan çıkarılırken, Genelkurmay’ın demokrasilerde görülmeyen bazı yetkileri sona erdirilmelidir.
Askeri harcamaların
sivil denetimi yetersiz
Gül’ün de hatırı sayılır katkısıyla sivil iktidar karşısında ses çıkarmayan asker, ‘asker sorunu’nun çözüldüğünü göstermiyor
1971’deki 12 Mart darbesi ile yapılan Anayasa değişikliği, askeri harcamaları demokrasinin belini kırarak Sayıştay’ın denetimi dışına çıkarmıştı.
2004’te AB’ye uyum çerçevesinde gerçekleştirilen anayasa değişikliğiyle bu madde kaldırıldı.
Fakat uygulamayı değiştirecek olan yasal düzenleme tam yedi yıl bekledi, ancak bu yılın başlarında o da pek yeterli olmayan bir içerikle çıktı.
Askeri harcamaların şeffaflığı ve sivil otorite tarafından denetlenebilirliği yolunda demokratik adımları Türkiye hâlâ bekliyor.
Milli Savunma Siyaseti Belgesi
Askeri Yüksek İdare Mahkemesi, yani Askeri Danıştay’la Askeri Yargıtay, Türkiye’de askerin ayrıcalıklı dünyasının parçalarıdır.
Ve gerçek bir hukuk devleti düzeninde bu ikisine yer yoktur.
Milli Güvenlik Kurulu 1960’taki 27 Mayıs darbesinin ürünüdür.
Bu darbenin yaptığı 1961 Anayasası’ndan beri var olan bu kurul, daha önceki dönemde olduğu gibi, Milli Savunma Üst Kurulu adı altında yeniden yapılandırılmalıdır.
Ayrıca Başbakan’ın başkanlık edeceği bu kurulda, askeri otoriteyi temsilen sadece Genelkurmay Başkanı yer almalıdır.
Herhangi bir anayasal dayanağı bulunmayan Milli Güvenlik Siyaseti Belgesi’nin, Milli Savunma Siyaseti Belgesi olarak isimlendirilmesi daha doğru olur.
Bu belge, Bakanlar Kurulu tarafından hazırlanıp TBMM’ye sunulmalı ve tüm siyasal partiler tarafından müzakere edilerek kabul edilmelidir.
Yasama, yürütme, yargı, asker!
12 Eylül darbesinin ürünü olan 1982 Anayasası incelendiğinde, bu anayasanın Türk Silahlı Kuvvetleri’ni yasama, yürütme ve yargı organları yanında adeta dördüncü kuvvet olarak düzenlediği izlenimi uyanır.
Eğer demokrasi diyorsak, eğer hukukun üstünlüğü diyorsak, eğer demokrasilerde asker sivile tabidir diyorsak, yeni bir anayasayla bu havanın silinmesi gerekir.
Şunların altını çizmeliyiz:
Genelkurmay Başkanı Bakanlar Kurulu tarafından atanır.
Yüksek rütbeli subayların terfiinde nihai yetki Bakanlar Kurulu’nundur.
Bu alanda, TSK ile işbirliğine dayanan bir sistem benimsenmelidir.
Jandarma Komutanlığı İçişleri Bakanlığı’nda kalmalı, ancak tayin ve terfiler sivil makamların kararlarına tabi kılınmalıdır.
İlk darbeden itibaren
tüm mevzuat gözden geçirilmeli
Askeri, demokratik hukuk devletindeki olağan yerine oturtacak kurumsal değişiklikler bir yana bırakıldı Erdoğan iktidarı tarafından
Türkiye’de siyasal kurumların askerileşmesi, askeri makamların ise siyasallaşmasında önemli faktörlerden biri, güvenlik ve savunma kavramlarının iç içe geçmesidir.
Bu kavramlar birbirinden ayrılmalı.
Dış tehditlerin bertarafı savunma hizmetleri çerçevesinde değerlendirilmeli, bu hizmetlerden Türk Silahlı Kuvvetleri sorumlu kılınmalıdır.
Anayasanın 72. maddesinde, “Vatan hizmeti, her Türkün hakkı ve ödevidir. Bu hizmetin Silahlı Kuvvetlerde veya kamu kesiminde ne şekilde yerine getirileceği veya getirilmiş sayılacağı kanunla düzenlenir” diye yazar.
Bu anayasal hükmün daha fazla kâğıt üstünde kalmasını önlemek için de, askerlik hizmeti sayılacak kamu hizmetlerinin neler olacağı konusunda parlamento yetkili kılınmalıdır.
Vicdani ret, anayasal bir hak olarak tanınmalı...
Toplumu militarize etmeye yönelik olan milli güvenlik derslerinin ortaöğretim müfredatından kaldırılması da yerinde bir adım olur.
‘Askeri vesayet’in sona ermesi için yerine getirilmesi gereken bir görev daha var.
Bu da 1960’taki 27 Mayıs darbesinden beri kabul edilen tüm mevzuatın sistemli olarak gözden geçirilmesi ve askere tanınmış olan anormal yetkilerin kaldırılmasıdır.
Yıllar öncesinden bir not:
Erdoğan Başkan Baba mı olacak?
Yukarıdaki satırlarım 4 Ağustos 2011’de Milliyet gazetesinde çıktı. Yazımın altında şöyle bir not var:
Bu yazıyı yazarken, benim de üyesi olduğum TESEV Anayasa Komisyonu’nun 20 Nisan 2011 tarihli ‘yeni anayasa raporu’ndan yararlandım. Yarınki yazımın konusu: Askeri vesayet giderken sivil vesayet mi geliyor? Tayyip Erdoğan Başkan Baba mı olacak?
Üç küsur yıl önceki dipnotum böyleymiş. Bugün artık yanıtlar belli sayılır:
(1) Askeri de demokratik kurumsal bir çerçeveye oturtacak yeni ve demokratik bir anayasa çoktan unutuldu. (2) Sivil vesayet büyük ölçüde gelmiş durumda. (3) Tayyip Erdoğan da başkan babalık yolunda hızla gidiyor.
Demokrasi açığı gitgide büyürken…
Askerin yalnız eğitim tarzından değil, Ergenekon ve Balyoz nedeniyle de Erdoğan iktidarına karşı sempati duyabilmesi mümkün değil
En baştaki soruma tekrar dönüyorum.
Türkiye’nin asker sorunu çözüldü mü?
Hayır çözülmedi.
Askerin uzunca süredir kabuğuna çekilmiş olması, Erdoğan iktidarı karşısındaki suskun-sessiz-uysal halleri sorunun çözüldüğünü göstermiyor.
Demokrasi açığı gitgide büyürken…
Askerin kurumsal yeri değişmemişken…
Asker aynı ocakta, yine aynı zihniyet dünyasında, aynı ders kitaplarıyla yetiştirilirken…
Askerin yalnız eğitim tarzından değil, aynı zamanda Ergenekon ve Balyoz nedeniyle de Erdoğan iktidarına karşı, -hadi nazik bir dille söyleyelim- bir sempati duyabilmesi mümkün değilken…
Ve komuta kademesi kaygılı gibisinden haberler eski zamanlardaki gibi sahnede boy göstermeye başlarken…
Asker sorunu çözüldü demek inandırıcı değildir.
İyi pazarlar!
* Askeri okullarda ders kitapları konusunda İspanya örneği 2010 yılında yayımlanan Türkiye’nin Asker Sorunu isimli kitabımın 71-73. sayfaları okunabilir.