Hasan Cemal

06 Haziran 2013

Tayyip Erdoğan, ‘Zaloğlu Rüstemlik’ten kurtulabilir mi?..

Barış ve demokrasi yoludur, normalleşme ve uzlaşma yoludur doğru olan. Türkiye kan kaybetmeye başladı yeniden, yoksa hala farkında değil misiniz?

Barış ve demokrasi yoludur, normalleşme ve uzlaşma yoludur doğru olan. Türkiye kan kaybetmeye başladı yeniden, yoksa hâlâ farkında değil misiniz?

 

Kimse kimsenin saçına sakalına, kılığına kıyafetine, inancına inançsızlığına ya da genel olarak hayat tarzına karışmadığı içindir ki demokrasi, barış, huzur ve istikrarın güvencesi olan rejimdir.

 

Erdoğan, Zaloğlu Rüstemlik’ten kurtulabilecek mi? Yoksa kendisini ‘yedirtmek istemeyenler’in sesine kulak  kesilip, Zaloğlu Rüstem yollarında hem kendisini, hem Türkiye’yi helak mı edecek?

 

Tam bir yıl geçmiş aradan.

Milliyet’teki köşemde, 5 Haziran 2012’de, “Tayyip Erdoğan, maşallah, Zaloğlu Rüstem gibi! Elinde koca bir pala, ya Allah bismillah deyu, durmadan her yana sallıyor kelle almak için…” diye başlayan bir yazı yazmıştım.

Bir bölümü şöyleydi:

“Sayın Başbakan;

Ne bu şiddet, bu celal?..

Dilin kemiği yoktur ama bu kadarı da olmaz. Eskilerin bir sözü vardır, ‘Ağız torba değil ki büzesin’ derler. Son haftalarda öyle söz ve çıkışlarınız var ki…

Birkaç örnek:

Her kürtaj bir Uludere’dir. Tek din... Dindar nesil... Ölüsevici... Gazeteciler ve tasma… Despot aydınlar... BDP'li milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması için KCK fezlekesi… Fazıl Say davası… Ağzınızdan neredeyse hiç düşmeyen hainlik söylemi... BDP’ye dönük kalleşlik sözü. Uludere konusundaki “Özür açıklanmaz, dilenir” başlıklı yazısı üzerine işinden olan Yeni Şafak’ın Washington temsilcisi, değerli meslektaşım Ali Akel... Otoriter liderlik halleri...

 

Demokrasileri demokrasi yapan…

Sayın Başbakan;

Bu liste kolayca uzatılabilir. Ayrıntıya girmek istemiyorum. Bu konuların hiç birinde sizinle aynı fikirde değilim. Siyah beyaz düşünüyoruz. Olabilir. Farklı düşünmektir demokrasileri demokrasi yapan…”

Bir yıl önceki yazım şöyle devam etmiş:

“Ancak siz, bir Başbakan olarak, yalnız farklı düşünmüyorsunuz. Aynı zamanda sizin gibi düşünmeyenlere öfke saçıyorsunuz. Sizden farklı düşünenlere hoşgörünüz yok. Sizin gibi düşünmeyenlere tahammülünüz kalmamış. Sizin gibi düşünmeyenlerin sesini kısmanın peşindesiniz. Bunun kırmızı sinyalleri yanıp sönüyor. Yazık.

Anlaşılan o ki, farklı sesler kulağınızı tırmalıyor. Farklı görüşler sizi rahatsız ediyor. Farklılıklar sizi ürkütüyor.”

 

Erdoğan’ın devletlu dili… 

Devamında şu satırlar var:

“Sayın Başbakan;

Öylesine bir diliniz, öylesine bir üslubunuz var ki. İtici, otoriter. Bir devlet dili bu. Ya da devletlu bir dil.

Eskiden böyle değildiniz.

Şunu iyi bilin:

Böylesine bir dil ve üslupla Türkiye iyiliklere doğru yol alamaz. Her şeyin doğrusunu siz bilemezsiniz çünkü...

Doğruları, gerçekleri kendi tekeline alabileceğini sanan liderlerle barış ve demokrasi yollarında yürünemez.

Tarihte bu defalarca kanıtlanmıştır.”

 

Ne tuhaf bir inat…

Bu satırlarım bir yıl öncesinin.

Bir yıl sonra da, yine aynı şeyleri yazmaya devam ediyorum.

Değişen bir şey yok çünkü. Tayyip Erdoğan’ın Zaloğlu Rüstemliği devam edip gidiyor.

Böylesine bir dediğim dedikçilikle, böylesine tuhaf bir inatla Türkiye iç barışını nasıl sağlayacak, Kürtlerle barış süreci nasıl yol alacak?

Siyasal ve toplumsal normalleşme ile uzlaşma nasıl olacak da gerçekleşecek?

 

Erdoğan’ın hayat tarzıyla… 

Yıllar yılı kendisiyle çevresinin ‘hayat tarzları’na devlet müdahalesinden haklı olarak yakınmış, 28 Şubat döneminde, sırf farklı olduğu için devletin sillesini fena halde yemiş biri olarak, bugün böylesine müsamahasız bir noktaya gelmiş olması nasıl açıklanabilir ki?..

Mehmet Altan’ın sözü aklıma takılıyor:

“28 Şubat döneminde başörtünü evinde tak demekle, bugün içkini evinde iç demek arasında ne fark var ki?”

Laik dünya görüşüne sahip olanların sembolleriyle, dindarların, Müslümanların sembollerini ille de karşı karşıya getirmek gerekmiyor.

Demokrasi bunun için var.

İnsan hakları bunun için var.

Özgürlükler bunun için var.

Kimse kimsenin saçına sakalına, kılığına kıyafetine, inancına inançsızlığına ya da genel olarak hayat tarzına karışmadığı içindir ki demokrasiler barış, huzur ve istikrarın güvencesi olan rejimlerdir.

Uzatmak istemiyorum.

 

Tek yol demokrasi… 

Bu satırları yazarken bir ara Hüseyin Gülerce’nin dünkü yazısını okudum. Son bölümü şöyleydi:  

“Bence Taksim’in iki mesajı var:

Bir, vesayet güç kaybetmemiştir, derin yapı yüz elli yıllık tecrübesiyle bütün adamları ile sahne almıştır. AK Parti yeni bir durum değerlendirmesi yapmalıdır. Demokratikleşme hamlesinde gösterilecek bir zaaf, Türkiye’yi elli yıl geriye götürebilir…

İki, iktidar için tek yol demokrasidir.

 

Cumhurbaşkanı Gül’ün dediği gibi…

Sayın Cumhurbaşkanı’nın dediği gibi demokrasi sadece seçim değildir.

Paylaşmayı, herkesin konumuna saygılı olmayı, özgürlükleri savunmayı ve hukukun üstünlüğünü gerektirir...” (Zaman gazetesinden)

Başbakan Erdoğan bu seslere kulak verebilecek mi? Yeniden barış ve demokrasiye açılabilecek mi?

Bir başka deyişle:

Zaloğlu Rüstemlik’ten kurtulabilecek mi?

Yoksa kendisini ‘yedirtmek istemeyenler’in sesine kulak  kesilip, Zaloğlu Rüstem yollarında hem kendisini, hem Türkiye’yi helak mı edecek?

Hangisi?..

Barış ve demokrasi yoludur, normalleşme ve uzlaşma yoludur doğru olan.

Sayın Başbakan;

Türkiye kan kaybetmeye başladı yeniden, yoksa hâlâ farkında değil misiniz?

Ne yazık!

 

Twitter: @HSNCML