Hasan Cemal

30 Kasım 2013

Sayın Başbakan, Cemaat'i bitirme kararı yoksa 'darbeci' olduğu için mi?

2004’te kâğıt üstünde kalan MGK kararı şimdi mi ya da son birkaç yıldır mı uygulanmaya başladı? Bu soruya hayır diyebilir mi bugünün muktedirleri? Peki dün Cemaat’e dokunmayanlar bugün niye Cemaat’i 2004'teki asker gibi bitirmek için kolları sıvadılar?

2004’te kâğıt üstünde kalan MGK kararı şimdi mi ya da son birkaç yıldır mı uygulanmaya başladı? Bu soruya hayır diyebilir mi bugünün muktedirleri? Peki dün Cemaat’e dokunmayanlar bugün niye Cemaat’i 2004'teki asker gibi bitirmek için kolları sıvadılar?

Asker Cemaat’i bitirmek istiyordu, çünkü bu hareketin irtica peşinde olduğunu düşünüyordu, çünkü Fethullah Gülen Hocaefendi’nin de, İran’da Ayetullah Humeyni’ninki gibi İslam Devrimi yapacağına inanıyordu. Peki ya Erdoğan ne düşündüğü için kolları sıvadı Gülen Cemaati’ne karşı?

 

Sayın Başbakan;

Bir zamanlar Cemaat’le birlik olup ‘asker’i temizlediniz; yoksa şimdi de “darbeci” olduğu için mi Gülen Cemaati’ni bitirmeye karar verdiniz?

Bilemiyorum.

Mehmet Baransu’nun Taraf’ta patlayan haberi bende böylesine duygu ve düşünceler uyandırdığı için yazıma bu satırlarla başladım.

Bu konuya sonra yine döneceğim.

Ama şimdi yazıma farklı bir giriş yapmak istiyorum.

Bu köşede sık değindiğim bir konu vardır:

İstikrar!

Bazen ‘yüzde 50 oy’la da gelmez, her şeyin başı olan siyasi istikrar. Memleket gitgide istikrarsızlaşır, yönetilmesi zorlaşır.

 

Oyların yarısını almak istikrarı getirmez! 

Seçime katılan ve oyu geçerli sayılan her iki seçmenden birinin oyunu da alsan, değişmez bu. Çünkü, böyle bir istikrar gerçek istikrar değildir. Çünkü, gerçek istikrar gücünü ‘demokrasi’den alan istikrardır.

Serseri mayın gibi demokrasiden başka sulara doğru açıldıkça, çalkantı büyür, ülke istikrarsızlaşır.

Bu konu, Türkiye için her geçen gün öne çıkıyor. Tayyip Erdoğan’ın muhtemel yüzde 45-50 oyunun istikrar getirip getirmeyeceği ciddi olarak tartışılan bir konu.

Bu konu içeride, Erdoğan korkusu nedeniyle daha çok kapalı kapılar arkasında tartışılıyor.

Örneğin, iş dünyasının Tayyip Erdoğan’ı gönülden desteklemiş olan çevrelerinde bile tedirginlik her geçen gün yaygınlaşıyor.

Özellikle dış borç yükü ağır olan iş dünyasının bu taraflarında, Erdoğan’ın yalnız içte değil, özellikle dış politikadaki savruluşlarından da kaygı duyuluyor.

Dış sermaye akımının, Başbakan Erdoğan’ın kavgacı söyleminden dolayı olumsuz etkilendiği, böyle giderse cari açık finansmanının daha da güçleşeceği belirtiliyor.

 

Güç nasıl istikrarsızlığın kaynağına dönüşür? 

Bu istikrar konusu dışarıda da güncel.

Özellikle dış yatırımcılar, finans odakları, Erdoğan’ın seçimleri yine rahat kazanacağını görüyorlar.

Ama rahat değiller.

Çünkü kafalarında istikrar meselesi var.

Tayyip Erdoğan’ın gitgide otoriterleşmesi ve tek adam olma yolunda yürümek istemesi, istikrar açısından kafalarda kaygı yaratıyor.

Bir başka deyişle:

“Ya Türkiye’nin cari açık sorunu istikrarsızlıkla derinleşir de, paralarımızı geri almakta zorlanır mıyız?” sorusunun gündemdeki ağırlığı artıyor.

Bu istikrar öyle bir mesele ki, oyların yarısını da alsan fark etmiyor. Yüzde 50 oydan kaynaklanan güç, Nilüfer Göle’nin deyişiyle, bir sınırın ötesinde güçsüzlük haline dönüşmeye başlıyor.

İstikrarsızlığın beslendiği yer burası.

Güç zehirlenmesi!

“Oyların yarısı benim, ben her şeyi yaparım” ya da “Ben artık her şeye kadirim” diye tarif edilebilecek ‘iktidar şımarıklığı’dır bundan böyle istikrarsızlığın kaynağı...

 

Yıl 2004: Cemaat'le birlikte askeri vesayeti bitirme planı 

İşte, Türkiye’de siyasi istikrarsızlığa yol açan dershane kavgası da Tayyip Erdoğan’ın yaşamakta olduğu ‘güç zehirlenmesi’nin bir ürünüdür.

Gelin, Mehmet Baransu’nun Taraf’ta patlayan Milli Güvenlik Kurulu (MGK) kararına ilişkin önemli haberine yine istikrar penceresinden bakalım.

Haber önemli, çünkü en başta bu memlekette asker ve siyaset ilişkisini, asker ve demokrasi meselesini bir kez daha gözler önüne seriyor.

Yıl 2004.

Kurul’da asker bastırıyor.

(Bu arada nasıl bastırdığı, devrin Deniz Kuvvetleri Komutanı Özden Örnekin günlüklerinde ayrıntılı ve renkli olarak anlatılır.)

Konu, Gülen Cemaati.

Asker diyor ki:

Cemaat’i bitirin.

Okulları takip altına alın.

Öğrenci evlerini kapatın.

Bağış yapanları izleyin.

MGK’nın asker kanadından gelen bu taleplerin altına Başbakan Erdoğan ve AK Partili bakanlar istemeye istemeye imza atıyorlar.

Ama karar uygulanmıyor.

Kâğıt üstünde kalıyor MGK kararı.

Tayyip Erdoğan, Cemaat’i bitirmek bir yana, tam tersine onunla birlik olup Türkiye’de askeri vesayeti bitirme yolunda adımlar atıyor.

 

Bu manşet neden 9 yıl sonra patladı? 

2003’ten 2008’deki AK Parti’yi kapatma davasına kadar uzanan dönem çok çalkantılı bir dönem. Askersel ve de yargısal darbe tertiplerinin tezgâhlandığı yıllar...

Bu dönemde Erdoğan’la Cemaat işbirliğinin belirleyici olduğu söylenebilir.

Peki ama bu MGK belgesi, neden ola ki, aradan tam 9 yıl geçtikten sonra Taraf’ın manşetinde patladı?

Bu da bir meşru sorudur.

 

2004'teki MGK kararı şimdi mi uygulanmaya başlandı? 

Elbette iki taraf arasında keskinleşen kavgadır, bu kritik belgeyi bunca yıl sonra gün yüzüne çıkartan.

Bir haklı soru da şudur:

2004’te kâğıt üstünde kalan, uygulanmayan MGK kararı şimdi mi ya da son birkaç yıldır mı uygulanmaya başladı?

Bu soruya hayır diyebilir mi bugünün muktedirleri?

Sanmıyorum.

Son birkaç yıldır emniyet başta olmak üzere - tabii yargı dahil - sivil bürokraside Gülen Cemaati’ne yönelik temizlik operasyonları sır değil.

Dün göğsünü MGK kararına siper edenler herhalde bugün bu gerçeği inkâr etmeyeceklerdir.

 

Erdoğan iktidarı için değişen ne oldu? 

Peki değişen ne oldu?

Dün Cemaat’e dokunmayanlar bugün neden dokundular?

Niçin 2004’teki asker gibi düşünmeye başladılar?

Niye Cemaat’i asker gibi bitirmek için kollarını sıvadılar?

Asker, Cemaat’i bitirmek istiyordu, çünkü bu hareketin irtica peşinde olduğunu düşünüyordu.

Asker, Cemaat’i bitirmek istiyordu, çünkü Fethullah Gülen Hocaefendi’nin de, İran’da Ayetullah Humeyni’nin Paris’ten gelip yaptığı gibi, bir gün Amerika’dan gelip İslam Devrimi yapacağına inanıyordu.

Peki ya Erdoğan iktidarı ne düşündüğü, neye inandığı için kolları sıvadı Gülen Cemaati’ne karşı?..

İrtica nedeniyle mi?

Yoksa darbe tertipleri mi?

Kanunlar yerine Hocaefendi'yi dinledikleri için mi?

Hangisi?..

 

Yoksa sebep, Erdoğan'a kulak vermemek mi? 

Son olarak şu sorulabilir:
Yoksa Tayyip Erdoğan’ın sesine kulak vermedikleri için mi bütün bunlar başına gelmeye başladı Cemaat’in?

Eğer öyleyse -ki öyle olduğuna dair çok kuvvetli emareler var- o zaman demokrasi bunun neresinde Sayın Başbakan?..

 

Türkiye’yi pusulasız sulara sürüklemek... 

Yazımı, Cengiz Çandar’ın dünkü Radikal yazısından bir alıntıyla noktalıyorum.

Tayyip Erdoğan, zincirleme hata yapıyor. Özellikle dış politika alanındaki hataları gizlenemez halde olanlar.

Mısırda askeri darbe yapılmış olduğu tartışma götürmez idi. Ancak, Muhammed Mursinin ve Müslüman Kardeşlerin de bir yıl geçmeden iktidar sorumluluğunu yüzüne gözüne bulaştırdığı ve kendilerine karşı olmayan milyonlarca kişiyi kendilerine düşman ettiği de bir gerçek idi.

Darbeye karşı olmak anlaşılır bir şey ama Mısır politikasını ‘Müslüman Kardeşler amigoluğuna çevirip, Türkiye’nin Mısır’la ilişkilerini neredeyse sıfırlamanın anlaşılır bir yanı yok.

Hele Moskova’da Putinden 'Bizi Şanghay’a alın, AB’den kurtarın' ricası…

Hangi ‘müttefik’ ülke şimdi Tayyip Erdoğan’ın başında bulunduğu bir Türkiye’ye ‘stratejik dostlukhesaplarıyla yaklaşabilir? 



Financial Timesta yayımlanan Türkiye Özel Raporu çok şey anlatıyor. Okunmaya değer çok sayıda yazıda önemli açılar elde edilebiliyor.

Örneğin, Daniel Dombey’in, -doğrudan çevirisiyle- ‘Büyük Şef’in (doğru çevirisi ‘Büyük Usta’ olmalı) “Türkiye’yi pusulasız sulara sürüklediğine dair bir başlık kullandığı çok dikkate değer yazısı, Başbakan’ın Türkiye’yi 2023’te ‘dünyanın en büyük 10 ülkesinden biri yapma’ ihtirasından söz ediyor.

Bu hedef, yılda yüzde 15 büyümeyi gerektiriyor.

Daha kısa süre önce, büyüme hedefi yüzde 4’ün bile altına çekildi. Ayrıca, Türkiye’nin büyük baş ağrısı olan cari açık geçen yıl gayri safi milli hasılanın yüzde 10’una denk düşerken, büyüme hızı düşen bir ekonomide yüzde 7 civarında.

Yani çok yüksek.

Cari açığın sadece yüzde 15’i doğrudan yabancı yatırımlar ile karşılanıyor ki, doğrudan yabancı yatırım rakamı 2007’nin altına inmiş halde.

FT’nin ‘Özel Türkiye Raporu’nu okuduğunuz vakit, Tayyip Erdoğan’ın kendisi ve Türkiye için ‘ihtirasları’nı -olumsuz anlamda değil- yerine getirilebilmesi için, ‘otoriterbir ‘Tek Adamyönetiminin sağlayacağı istikrardan başka bir yol olmayacağı sonucuna varılabilir.”

Cengiz Çandar’ın yazısı böyle bitiyor.

Ben de şu cümleyi ilave edeyim:

Erdoğan’ın tek adamlığı ve bu yoldaki otoriter adımları, Türkiye’de hem siyasal, hem ekonomik istikrarsızlığı körükler! 


 

Twitter: @HSNCML