ROBOSKİ, 2013 yılı Nisan ayı sonları.
Berbat bir hava.
Şakır şakır yağmur yağıyor.
Sisli dağların arasından yılan gibi kıvrıla kıvrıla
Irak sınırına doğru iniyoruz,
Roboski'ye...
Ağaçlı bahçenin ortasında bir köy evi.
Halı ve kilim serilmiş, çepeçevre minderlerle kaplı
büyücek bir odaya ayakkabılarımızı çıkarıp yerleşiyoruz.
Önce tavşan kanı çaylar...
Anaları bekliyoruz.
Her şey beklediğim gibi...
Ellerinde çocuklarının çerçeveli fotoğraflarıyla
başörtülü, yemenili analar geliyor.
Etrafımıza oturuyorlar sessizce.
Hepsi yaslı.
Yüzlerinden acı akıyor.
Hüzünlü, ağır bir hava.
Sanki olacakları biliyorum,
bildik bir tiyatro sahnesi kuruluyor önümde...
Bildik, çünkü o kadar çok Roboski röportajı okudum ki...
Roboski yazılarımı yazmadan önce
Ümit Kıvanç’ın o çarpıcı belgeselini o kadar çok izledim ki...
Sessizce odaya girenlerden çoğunun yüzleri aşina...
Sıra konuşmalara geliyor.
Biliyorum ne söyleyeceklerini de...
Analar teker teker söz almaya başlayınca,
içimde hiç beklemediğim kadar büyük bir acı
dallanıp budaklanıyor.
Öylesine sahici konuşuyorlar ki...
Acılar yüreklerinin derinliklerinden
öylesine kopup geliyor ki...
Hem yaşadıkları evlat acısı, hem uğradıkları
haksızlık ve adaletsizlik anaları başı dik, vakur kılmış...
Bu anaların masum çocukları,
tam 34 can, 28 Aralık 2011 günü,
o uğursuz gece yarısı devletin savaş uçakları tarafından paramparça edilmiş...
Ama failler hâlâ ortada yok.
Sorumlular bulunmuş değil.
Devlet bir özürü bile çok görmüş analara...
Hükûmet bugüne kadar analardan özür dilemekten kaçınmış...
Anaları dinledikçe, ben de gözyaşlarımı içime akıtmaya başlıyorum.
Sesini yükseltmeden konuşuyor:
Adalet Roboski’ye gelinceye
kadar hiç kimse
barıştan söz etmesin
Bir başka ana:
Failler bulunsun,
barışa o zaman inanırız.
Yine bir ananın feryadı:
Devlet bizlerden özür
dilemediği sürece
ne fabrika isteriz
ne de iş yeri...
Bir ananın adalet çığlığı:
Elbette barışa karşı değiliz.
Ama önce 34 çocuğumuzu
katledenler ortaya çıkarılsın.
Bir baba ayağa kalkıyor:
Daha bir kişi bile
mahkemeye çıkarılmadı.
Hâlbuki failler bellidir,
sorumlular bellidir.
Bu gerçeği devlet de biliyor.
Meclis’in Roboski raporu
utanç vericidir.
Yanı başımdaki anaya kulak veriyorum:
Yüz yıl da, bin yıl da geçse,
başımıza gelen
bu katliamı unutmayacağız.
Bir babanın sesi:
Mavi Marmara olayında dokuz
vatandaşımızı öldüren İsrail’e
özür diletmek için o kadar
mücadele veren bir Başbakan,
Tayyip Erdoğan,
bizim 34 canımız için
neden özür dilemiyor?
75 milyonun Başbakan’ı
Gazze’ye gitmekten söz ediyor,
ama neden bir defacık olsun
bugüne kadar Roboski’ye
gelmedi? Katliam oldu,
tam bir hafta boyunca
Başbakan’ın sesi neden çıkmadı?
Ve bağırıyor:
Başbakan’ın vicdanı yok mu?
Gözüm o fotoğrafa takılıyor.
İki eliyle sımsıkı tutuyor evladının
çerçeveli fotoğrafını.
Rengârenk açmış çiçeklerden,
gürül gürül akan sulardan,
kanat çırpan beyaz güvercinlerden oluşan
bir dekorun önünde çektirmiş anasına ithaf ettiği fotoğrafı.
Altına not düşülmüş:
KARKER ENCÜ,
1995
doğumlu,
şehit tarihi:
28 Aralık 2011.
Anayla göz göze geliyorum.
Bakıştığımızı sanıyorum.
Ama o beni görmüyor.
Dalıp gitmiş.
Yerimden kalkıp yanına uzanıyorum.
Ananın omzuna elimi koyuyorum.
Gözleri doluyor.
Bana "Oğlum" diye hitap ediyor,
"Benim evladımın da, hepsinin de hayalleri vardı."
Gözyaşlarımı tutamıyorum.
Ayla Akat'ın sesi ulaşıyor uzaklardan:
Analar ağlamasın deniyordu.
Ben cenazeler kaldırılırken
gözlerindeki yaşlar durmayan gençleri,
hatta çocukları gördüm.
Bu gençler ve çocuklar
gözyaşlarını sildikten sonra
düşünmeye başlayacaklar.
Ne yaşadılar?
Kimleri kaybettiler?
Nasıl kaybettiler?
Boşluklarını nasıl dolduracaklar?
Neden bunlar onların başına geldi?
Söyleyin:
Kürt olmak ve Kürdistan’da doğmak dışında ne suçları olabilirdi
bu çocukların?..
CHP Ankara milletvekili
Levent Gök'ün Meclis kürsüsünden sesi duyuluyor:
Dokuz yıl önce Uludere-Roboski'de,
38 gencimiz 28 Aralık akşamı
her zaman yaptıkları ve
tüm emniyetin de bildiği gibi,
sınırın diğer yakasındaki
akrabalarından kaçak
mazot almaya gittiler. O gün saat 20.00'den itibaren
hava sahası kapatıldı. 21.39'dan
itibaren hava saldırısında
38 yurttaşımızdan 34'ü öldü.
Uludere'deki kritik nokta şudur:
Uludere olayında zamanın
Genelkurmay İstihbarat Daire Başkanı
ve şu andaki Genelkurmay Başkanı
Yaşar Güler, şu andaki
Millî Savunma Bakanı Hulusi Akar,
o zamanki Genelkurmay Başkanı
Necdet Özel ve Millî Güvenlik
Kurulu'nun askerî ve sivil
tüm erkanının içinde bulunduğu,
devletin en üst düzeyinde alınan bir
karar olduğu için devletin en üst düzeyi
bir kader birliği içerisindedir.
Uludere olayının bugüne kadar
aydınlatılmamasının,
üzerine gidilmemesinin
yegane nedeni de budur.
Yaşanan büyük acıların hesabı sorulmadıkça,
adalet yerini bulmadıkça,
bu memleketin kapısını barış, huzur
ve hukuk nasıl, ne zaman çalacak?
Hep aynı soruları soran,
hep aynı yazıları yazanlar ne yapacak,
hüzün içinde yaşamaktan başka?..
Ve bir tweet: