Akdeniz’le mavisi göz alabildiğine uzanıyor önümde.
Capri uzakta, sisler içinde buğulu.
Vezüh, her zamanki gibi zarif, iki zirvesini kaplayan dünkü beyaz bulutlar dağılmış.
Napoli, pırıl pırıl güneşin altında bütün güzelliklerini ele veriyor.
Bu şehrin kendine özgü bir neşesi var, bir anda insanı yakalayıp bir daha bırakmayan…
Deniz kıyısındaki bir kahvede kemiklerimi ısıtıyorum.
Yanı başımda, beyaz mermere oyulmuş çıplak bir kadın heykeli...
N’olacak bu memleketin hali?..
Ula Haso,
sen hiç adam olmayacaksın!
Elinde
rakı kadehi de
yok ki,
o zaman
bu soru neden?..
Sen hala soruyorsun:
N’olacakmış bu memleketin hali...
Allah akıl versin HC, başka ne denir ki?
Etraf tenhalaşırken
İlk Napoli seyahatim 1981’deydi ve dönüşte beni bir sürpriz bekliyordu: Cumhuriyet’te yayın yönetmenliği...
Bembeyaz yelkenlerini şişirmiş bir tekne seyrediyor.
Peace’yi aklıma getiriyor.
Bu sulardan geçip 2012 baharında iki hafta boyunca Marsilya’dan Marmaris’e doğru yol almıştık.
Anılar insanı rahat bırakmıyor.
İlk Napoli seyahatim...
1981’di.
Bir NATO gezisi dolayısıyla yolum buraya düşmüştü.
Haluk Ülman’la, rahmetli meslektaşım Orhan Duru’yu hatırlıyorum.
Haluk Hoca, makarnaları keyifle atıştırırken her seferinde, “İyi ki hanım yok yanımızda” diye mırıldanıyor.
Ve Napoli dönüşü beni bir sürpriz bekliyor:
Cumhuriyet’te genel yayın yönetmenliği...
‘Rahmetli’ler gitgide çoğalıyor.
Yalnızlaşıyorsun.
Ya da etrafın tenhalaşıyor.
N’apalım hayat böyle.
Denizin kıyısında, sessizliğin ve Akdeniz mavisinin içine çekiliyorum.
N’olacak bu memleketin hali?..
Sen gerçekten adam olmayacaksın HC!
Ben de bir yazı yazsam
padişah devrilir mi?
Çok uzaklardan rahmetli Uğur Mumcu’nun sesi:
“Paşa deden, sen yazını bitirinceye kadar koca padişahı devirmişti.”
Keyifli zamanlarında da kahkahayı patlatırdı sevgili Uğur:
“Yarına bir yazı yazdım, hükümet rahat devrilir!”
Kendi kendime gülüyorum.
Ben de bir yazı yazsam padişah devrilir mi?..
İktisat profesörü, MIT’den Daron Acemoğlu’nun sözlerini anımsıyorum. Geçen hafta İstanbul’daki konferansında söylemişti.
“Türkiye hep padişahlar devleti idi. Osmanlı da, CHP dönemi de böyleydi. Bugün de öyle…
Demokrasi olmadan sağlanan büyüme istikrarsız ve kalitesiz olur.
Türkiye’de kalkınmanın önündeki en büyük üç engel:
Devlet, yetersiz insan kaynağı ve yenilikçiliğe odaklanılmaması…”
Daron Acemoğlu sözü fazla uzatmamış.
‘Padişah’lığın altını kalın olarak çizmiş…
‘Yeni medeniyet’, Beyaz Türkleri
denize dökme projesi mi?
Türkiye ‘padişahlık’tan kurtulmak için altın bir fırsat yakalamıştı.
Doğu-Batı ikilemini kırmak…
Bu memleketin paçalarından devamlı çeken kültürel ikiliği, demokrasi ve özgürlük çatısı altında yumuşatarak uzlaşma yörüngesine oturtmak…
Türkiye’nin önünde bu kapı aralanmıştı.
Bu kapıyı biraz daha açmak için birbirine uzanan eller de, destekler de vardı.
Sonra anlaşılan hayaller ağır bastı.
Rövanşizm hayali, yeniden ‘kültürel ikiliği’ derinleştirmeye başladı.
Ya da Osmanlı, padişahlık düşleri…
Devlet eliyle toplumu dindarlaştıracak, dindar nesiller yetiştirecek yeni bir devlet ve toplum düzenine dönük adımlar…
Davutoğlu’nun deyişiyle:
Yeni medeniyet!
Kim bilir belki de Beyaz Türkleri denize dökme projesi…
Belki de bunlar için sahne almaya başladı Erdoğan despotizmi...
Bir bardak buz gibi beyaz şarap, Akdeniz mavisinin güneş altındaki göz alıcılığı ve mermere oyulmuş çıplak kadın heykelinin estetiği galiba fayda etmiyor bana...
Yine malum soru:
HC, söyle bakalım, n’olacak bu memleketin hali?..
Bu kültürel ikilik, ‘Erdoğan despotizmi’yle Türkiye’yi bir cehennem çukuruna mı itecek?
Kaos mu?
Gidiş o gidiş mi?..
Toplum mühendisliğini
alaya almaktan icracısı olmaya…
‘İslamcı aydınların kendi rejimlerinin Necmeddin Sadak’larına, Falih Rıfkı Atay’larına, Yunus Nadi’lerine dönüşmesini izlemek hazin’
Tanıl Bora’nın eski bir yazısı.
Gezi sırasında Birikim’de (12 Haziran 2013) çıkmıştı. Başbakan kendine bir millet seçiyor başlığını taşıyordu.
“Tek partinin toplum mühendisliği, on yıllardır İslamcı-muhafazakâr aydınların hedef tahtasındaydı. Toplumun otantisitesini bozan, onu kendi haline bırakmayan, yapay, tepeden inme, dikteci, homojenleştirici toplum mühendisliği zihniyetine veryansın ettiler.
Onu alaya aldılar.
Bu sosyologların, yazarların, gazetecilerin şimdi kendi rejimlerinin Necmeddin Sadak’larına, Falih Rıfkı Atay’larına, Yunus Nadi’lerine dönüşmesini izlemek hazindir. Mühendislik harikası toplum ve siyaset tasavvurlarına uymayan her kıpırtıda, Menemen veya İzmir Suikasti tefrikaları yazmaya hazırdırlar.” (Birikim, 12 Haziran 2013)
Yazmaya başladılar bir süredir.
Yandaş medyada çarşaf çarşaf tefrikalar yayımlanmaya başladı bile.
Şimdilik paralel darbe tefrikaları…
İnşallah sıra suikastlere vs. gelmez!
Özgürlüğün şerefine
Türkiye’yi kötü zamanlar bekliyor.
Çünkü, Erdoğan despotizmi ile birlikte Türkiye’nin cumhuriyetçi geçmişinden intikam almaya dönük, Türkiye’yi bir uçtan öbür uca şimdiden savurmaya başlayan rövanşist dalga, ‘kültürel ikilik’in üzerinde kapkara yükseliyor.
Ne yazık!
Oysa, Türkiye bu kültürel ikiliği, Doğu-Batı ikilemini ancak demokrasi ve hukuk devletiyle -örneğin Avrupa Birliği yolunda- kırabilirdi.
Ama yazın bir kenara:
Tarihin akışına ters yoldaki Erdoğan despotizmi eninde sonunda yıkılacak.
Zaman, padişahlığa değil, demokrasiye doğru akıyor çünkü…
Bak Haso,
Geldin buralara kadar ama bak, kafanı bırakamadın İstanbul’da.
Kalk, uçak saatin yaklaşıyor.
Kalkmadan önce bir kadeh de, demokrasi ve özgürlüğe kaldırıyorum Napoli’de, deniz kenarındaki kahvede…