Hasan Cemal

27 Ocak 2016

Özgürlük bayrağı....

Belki, ille ‘kazanmamız’ da gerekmiyor. Despotlara karşı ‘özgürlük bayrağı’nı sallamak da bize yetebilir.

Önce Başbakan Davutoğlu’nu, sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı izliyorum.
Biri, AKP Meclis grubunda partili milletvekillerine, diğeri, Saray’da devletin kaymakamlarına konuşuyor.
İkisi de sıkıcı.
Davutoğlu’nun Meclis çatısı altındaki mekânı miting alanı gibi, balkondan yükselen Allahu-ekber nidalarıyla kesiliyor konuşması.
Erdoğan sessizlik içinde, anlaşılan ‘devlet ciddiyeti’yle dinleniyor.
İkisinin de dili, söylemi son derece milliyetçi, şoven.
Her iki konuşmada dini, hamasi vurgular öne çıkıyor.
İkisi de pespembe bir tablo, gerçeklerle ilgisiz bir Türkiye çiziyor.
Her ikisi de aynı şeyleri söylüyor.

 

Bu kadar kan ve gözyaşıyla barışın geleceğini sanmak aymazlıktır

Düşünüyorum.
Şimdi ben de oturup aynı şeyleri mi yazayım?..
Aynı eleştirileri tekrar mı edeyim?..
Bir anda tam bir kasvet, kasavet hissi uyanıyor içimde...
Türkiye nereye gidiyor?
İyi bir yerlere gitmediği açık.
Ama tam nereye gidiyor, bilemiyorum.
Gitgide koyulaşmakta olan bir karanlık söz konusu.
Karamsarım.
Çünkü, bu karanlıktan hiç beklenmedik çok kötü şeyler çıkabilir.
Memleketin bir tarafındaki büyük acılara, içler acısı savaş manzaralarına gözler kapansın isteniyor.
Gözleri kapamakla bunlar yok olmuyor ki.
Geçmişte de olmadı, yine olmayacak.
Sorun gitgide derinleşiyor.
Savaş ortamı gitgide derinleşiyor.
Tıpkı geçmişteki gibi...
Bu devlet politikalarıyla, bu anlayışla barış çalmaz kapımızı.
Tam tersine savaş daha büyük acılarla yayılır.
Bu kadar kan ve gözyaşıyla barışın geleceğini sanmak aymazlıktır.
Eski deyişle gaflettir.
Hiç unutmayın.
İnsanda vicdan diye bir duygu var.
Bu kadar acıyı yaşayanlar da, bu kadar kan ve gözyaşına tanık olanlar da çok geçmeden isyan eder.
Bugün oraları sessizleşirken, başka yerler patlar.
1990’larda öyle olmadı mı?
Yüzbinler evlerinden barklarından söküldü de, köyleri yakıldı da ne oldu?
Barış mı geldi?
Hayır.
1990’larda çekilen o acılardan bugünkü yangın yerleri doğdu.
Bugünkü acılar da, çok geçmeden, hiç kuşkunuz olmasın, başka yangınları çıkartır.
Hâlen yaşanmakta olan kanlı kısır döngü, iyi bilin, elde silah kırılamaz.
Bugüne kadar kırılmadı, bundan sonra da kırılmaz.
Evet, Türkiye iyi bir yerlere gitmiyor.
Bu gidiş, bu politikalar önümüzdeki istikrarsızlık çukurunu büyütüyor.

 

Evet, bizi yenemezler. Belki, ille ‘kazanmamız’ da gerekmiyor. Despotlara karşı ‘özgürlük bayrağı’nı sallamak da bize yetebilir

Özgürlüklerin bu kadar çiğnendiği, hukukun bu kadar hiçe sayıldığı bir ülke, gün gelir, altüst olur, orasından burasında patlamaya başlar.
Siyasi istikrar da, zaten bıçak sırtındaki ekonomik istikrar da dikiş tutmaz.
Tayyip Erdoğan, bu ülkeyi çok fena kutuplaştırdı, düşman cephelere böldü.
Kendi başkan babalığı için yaptı bu kötülüğü, yapmaya da devam ediyor.
Evet, yine aynı şeyler...
Onlar aynı şeyleri söylüyor.
Ben de aynı şeyleri yazıyorum.
Sıkıcı değil mi?..
Kaç yıldır böyle.
Üstelik değişen bir şey de olmuyor.
Onlar özgürlüğü hiçe sayan, hukuku tepeleyen yolculuklarına devam ediyorlar.
Bu hep böyle mi gidecek?
Sevgili Can Dündar dün Silivri’den haykırıyordu:
“BİZİ  YENEMEZSİNİZ!”
Şu satırların altını çiziyorum:

Tek renge hapsetmeye çalışıyorlar bizi, toplumu, ülkeyi, dünyayı...
Tek şef konuşsun, herkes tek bir ağızdan onu övsün, tek bir itiraz olmasın istiyorlar...
Tekçiliğe kafa tutan her farklı renkten korkuyorlar.
Herkes beyaz gibi, renklerinden soyunsun, teslim bayrağıyla diz çöksün istiyorlar.
Güçlüler her zaman haklı değildir; ama haklılar daima güçlüdür.
En ağır bedeli de ödetseniz doğru bildiğimizi yazar, söyleriz.
Bizi yenemezsiniz. 

Ben de senin gibi düşünüyorum sevgili Can, evet, bizi yenemezler.
Elbette doğru bildiğimizi yazmaya, söylemeye devam edeceğiz.
Şunu hiç gözardı etme:
Senin direnişin de bizlere güç veriyor, moral veriyor.
Bu arada, bazen aklıma takılmıyor değil.
Belki, ille ‘kazanmamız’ da gerekmiyor.
Despotlara karşı tek tek ‘özgürlük bayrağı’nı yüksek tutmamız da bize yetebilir.