Güney Afrika’da insanlığın yüz karası olan Apartheid -ya da siyahları köle sayan ırkçı rejim- nasıl sona erdi? Çözüm süreci, barış ve demokrasiyle nasıl noktalandı?
Bu konuda iki isim öne çıkar:
Mandela’yla de Klerk.
İlki, hayatının 27 yılını hapiste geçiren, kısa adı ANC olan Afrika Ulusal Kongresi’nin lideri Nelson Mandela.
Diğeri, iktidardaki muhafazakârların lideri Başkan de Klerk.
Bu iki lider, Güney Afrika’yı 1990’ların ilk yarısında ırkçı rejimden kurtarıp demokratik ülkeler kampına sokarken, Nobel Barış Ödülü’nün de sahibi oldular.
Yazıya böyle bir başlangıcın nedeni sır değil.
Mandela Öcalan, Erdoğan da de Klerk mi demek istiyorsun?
Öyle değil.
Türkiye başka, Güney Afrika başka.
Ama iki ülke arasında, barış ve demokrasiye ilişkin çözüm süreci açısından benzerlikler de görülebilir.
Erdoğan de Klerk olacak gibiydi
Nelson Mandela ile de Klerk. İki lider, Güney Afrika’yı ırkçı rejimden kurtarırken Nobel Barış Ödülü’nün de sahibi oldular
Bir yanda PKK’nın, öbür yanda ANC’in verdikleri silahlı mücadele, mücadelenin bir aracı olarak başvurdukları terör ve şiddet eylemleri, devletle gizli-açık görüşme ve müzakere süreçleri, Öcalan’la Mandela’nın hapislikleri arasında ortak noktalar rahatça bulunabilir.
Ama Mandela mutlu sonu gördü.
Siyahların eşitlik ve özgürlüğünü, barış ve demokrasiyi yaşadı.
De Clerk’le birlikte yeni Güney Afrika’yı sahneye çıkardılar.
Şimdi akla gelen soru malum:
Erdoğan, de Klerk mi?
Türkiye’de çözüm süreci başlarken, bu soru ya da benzetmede gerçeklik payı vardı.Çünkü Erdoğan, İmralı’yı yani Öcalan’ı muhatap almıştı. Kandil’i gözardı etmemişti.
Ankara-İmralı-Kandil arasında bir diyalog üçgeni oluşturmuştu.
Erdoğan, Türkiye cumhuriyetinde bu cesareti gösteren ilk başbakan olmuş ve Erdoğan’la Öcalan’ın ikili iradesi ‘çözüm süreci’ni bir noktaya kadar da getirmişti.
Kısacası:
Erdoğan, Başkan de Klerk olacak gibiydi.
Erdoğan bugün Başkan Botha olmuş durumda
Erdoğan, de Klerk mi? Çözüm süreci başlarken bu soruda gerçeklik payı vardı. Ama şimdi Erdoğan, Başkan Botha olmuş durumda
Ama şimdi işler değişti.
Erdoğan, Kürt meselesi yok, diyor.
Taraftı, masaydı tanımam, diyor.
İzleme heyeti de nereden çıktı, diyor.
Dolmabahçe deklarasyonu da neymiş, diyor.
Erdoğan bugün geldiği noktada, de Klerk değil, Başkan Botha olmuş durumda.
Şimdi Botha da kim diyeceksiniz.
Haklısınız.
Botha, de Klerk’ın selefi.
Güney Afrika’da muhafazakârların lideri olarak ondan önce başkan koltuğunda oturuyordu.
Ve ‘çözüm süreci’ni de 1980’lerin sonuna doğru başlatan da Başkan Botha.
'Bu artık kendini kurtarma meselesi değil'
Sürecin bir aşamasında Başkan Botha, Güney Afrika MİT’inin başı Barnard (yani Hakan Fidan) ve heyetler arasında şöylesine ilginç diyaloglar yaşanmış:
Barnard (heyete):
“Başkan Botha, kamuoyu önünde hâlâ resmi politikayı savunuyor: Teröristleri yenmeden onlarla görüşmezsiniz. Özel olarak ise, sizin bu diyaloğu mümkün olduğunca sürdürmenizi istiyor...
Başkan Botha (Barnard’a):
“Sen, bu görüşmeleri bana ANC’nin üzerinde etki sahibi olacağız, Mandela’ya karşı elimiz güçlenecek diye pazarladın. Bunu sağlamayacaksa ne faydası var?”
Barnard (Başkan Botha’ya):
“Resmi görüşmeler başlamadan önce, iki taraf da taviz vermeli. Eğer biz Mandela’yı serbest bırakarak bir jest yaparsak…”
Başkan Botha (Barnard’a):
“Ben Mandela’nın serbest bırakılmasından hiç söz etmedim.”
Barnard (Başkan Botha’ya):
“Bu artık bir politik kendini kurtarma meselesi değil efendim. Sizin zaman kazanma politikanız bir belirsizlik boşluğu yarattı ve bu artık şiddeti besliyor. Şimdi inisiyatifi alırsanız, ülkeyi iç savaşın kenarından döndüren vizyon ve devlet adamlığına sahip olarak tarihe geçeceksiniz.”
Başkan Botha (Barnard’a):
“Tarih, dümeni erken bıraktığımı da söyleyebilir. Eğer Mandela’ya özgürlüğünü şimdi verirsem, elimizdeki en büyük kozu bırakmış oluruz.”
'Botha'nın liderlik tarzı da temel bir engeldi'
Erdoğan eğer Başkan Botha’ysa, de Klerk kim olacak bu memlekette?
Mandela’yla birlikte Güney Afrika’da siyahlarla beyazların aynı çatı altında eşit ve özgür yaşamaya başladıkları dönemin mimarı Başkan de Klerk, anılarında selefi Başkan Botha’ya ilişkin şu notları düşer:
“Yıllar geçtikçe, Botha’nın liderlik tarzının da temel bir engel olduğu açıkça ortaya çıkmıştı. O’nu liderimiz olarak kabul edip başlattığı reformlar nedeniyle de takdir etmeme rağmen, fevri ve benmerkezci davranışından iyice rahatsız oluyordum.
1984’te Güney Afrika’nın ilk icracı Devlet Başkanı olarak göreve başladıktan sonra da, Botha benim onaylamadığım, giderek artan bir müstebit tarz edindi…
Başkan olunca ofisini daha önce asırlarca sömürge valilerinin konutu olarak kullanılan Tuynhuys’a taşıdı...
Tuynhuys’un yeniden teşrifatı için büyük paralar harcandı.
Kabul salonlarına, özel olarak dizayn edilip dokunan halılar döşendi. İki katlı balo solonu altın barok pervazlarla dekore edildi...
Kuş tüyünden başlıkları ile özel korumalar; muhafızların törenle nöbet değişimleri...
Bunlar içinde büyüdüğümüz Ulusal Parti’nin ölçülü geleneklerine yabancıydı.
Bütün bunlar P. W. Botha’nın bakanlarından ve Ulusal Parti milletvekilerinden giderek daha uzaklaşmasının belirtisiydi.
Aynı zamanda Botha’nın danışmanlar grubu, Başkan’ın Ofisi’ndeki personel sayısı beş yüzü aştı.
Başkanın medya ile ilişkileri daha da kötüleşti. Medya giderek düşman olarak görülmeye başlandı.”
De Klerk, anılarında böyle eleştirir selefi Başkan Botha’yı.
Son söz:
Erdoğan eğer Botha’ysa, de Klerk kim olacak bu memlekette?
Bu yazımda büyük ölçüde şu çalışmadan yararlandım: Güney Afrika’dan Kürdistan’a Çatışma ve Çözüm; Ahmet Hamdi Akkaya; doktora Öğrencisi, Gent Üniversitesi, Belçika; Çatışma ve Gelişme Çalışmaları Bölümü; Orta Doğu ve Kuzey Afrika Araştırma Grubu (MENARG)