Çok uzaklardan geliyor Nadir Bey’in sesi:
- Ne istiyor bu adamlar Cumhuriyet’ten?..
Canım sıkkın.
Sabah epeyce erken uyandım.
Günün ilk ışıkları vuruyordu Boğaz’a.
Balığa çıkmış fındık kabuğu gibi motorlar, sandallar.
Puslu bir hava.
Kül rengi sabahlara uyandığımda daha çok Mahler dinlerim.
Bu sefer Erik Satie iyi geliyor, Premiere Gymnopedie...
Bulutların üstündeyim sanki.
Yine Başyazarımız Nadir Nadi’nin sesine yakalanıyorum:
- Ne istiyor bu adamlar Cumhuriyet’ten?..
Cumhuriyet’i Çok Sevmiştim isimli kitabımı karıştırıyorum.
Anılar beni bir dipsiz kuyu gibi içine çekiyor.
31 Ocak 1983
Cumhuriyet sıkıyönetim tarafından kapatıldı. Biz de Vaziyet’i çıkarmaya başladık gazete içinde.
Ümit Kıvanç ile Deniz Som’un başını çektiği bu gırgır gazete daktiloyla yazılıyor, teksirle çoğaltılıyor.
Vaziyet:
Her ahval ve şerait altında çıkar!
Fiyatı:
Beş para bile etmez !
Tirajı:
Cumhuriyet’ten çok satar!
Genel Yönetmen:
Hasan Cemal OYAR !
Gazete kapalı ama biz her gün gazetedeyiz. Hem eğlence var, hem de düzenli toplantılarımız.
Sekiz gündür kapalı Cumhuriyet...
Nadir Bey’i Selimiye’ye götürüyoruz. Askeri savcı sorgusunu yapacak.
Hava sıkıntılı.
Ara sıra yağmur çiseliyor.
Selimiye’nin önünden geçen yolda bir asker arabaları durduruyor. Bizlerin daha öteye geçmemize izin yok.
Nadir Bey’i, Okay’ı ve avukatımız Gülçin (Çaylıgil) Hanım’ı uğurluyoruz.
Nadir Bey gözden kaybolana kadar bekliyoruz. Tin tin yürüyüp gidiyor.
Bir kahvede oturup bekliyoruz.
Berin Nadi, İlhan Selçuk, Gül Önet, Yalçın Bayer, Emine Uşaklıgil, Merih Sezen, Ali Sirmen.
Öğle vakti.
Simit ve patates böreğiyle çaylarımızı içiyoruz.
Berin Hanım bulmaca çözmeyi sever. Gazetenin bulmacasıyla boğuşuyor.
Canı sıkkın.
İlhan Abi havayı dağıtmak için takılıyor, “Nadir Bey sorguda, siz bulmaca çözüyorsunuz. Ciddiyetle bağdaşır mı bu yaptığınız ?”
Berin Hanım da o huysuz üslubuyla her zamanki tepkisini veriyor:
“İlhan, sen de çok oluyorsun artık.”
8 Şubat 1983
On altı gündür kapalı Cumhuriyet.
Nadir Bey’in askerî savcı tarafından sorgulanmasına ilişkin haber, necip Türk basınında tek sütuna layık görüldü.
Oktay Akbal hapse girmeye hazırlanıyor.
Melih Cevdet Anday öfkeli. YÖK, üniversitelerdeki Türkçe ve edebiyat dersleri için kimlerin okunabileceğini belirten bir talimat göndermiş. “İçlerinde on kişi var, hiçbirini tanımıyorum” dedi.
Üzgün bir sesle, “Hasan Cemal, ya çıkmazsak ne olacak ? Güzelim gazeteyi mahvediyorlar. Olur mu böyle şey ?” dedi.
Gözleri buğulandı.
Nadir Bey’i ilk kez böyle üzüntüsünü belli ederken görüyordum.
Ülserini sordum. Midesinin son günlerde yine yandığını söyledi. Selimiye’de sorgusu yapılırken de o yanmayı hissettiğini ekledi.
Biz sohbet ederken kapı tıklatıldı, Yalçın Bayer’in başı gözüktü.
Haber kötüydü.
“Dava açılmış efendim” diye başladı, “Sizin için beş yıl, Okay için altı yıl hapis istiyorlar.”
Nadir Bey:
“Allah Allah, Allah Allah ! Ne istiyor bu adamlar bizden ?”
Ve sustu.
Bu sabah ilk işim, Nadir Bey hakkında açılan davanın gazetelerde nasıl verildiğine bakmak oldu.
Üzüldüm mesleğim adına.
Bir tek Günaydın birinci sayfadan fotoğraflı vermiş.
Bravo Milliyet’e!
Yetmiş beş yaşındaki Nadir Nadi gibi gazete sahibi ve kırk yıllık başyazar hakkında istenen beş yıllık ağır hapis cezası haberini üçüncü sayfanın dibine atıvermiş.
Hürriyet bula bula üçüncü sayfada tek sütunluk bir yer bulabilmiş.
Güneş, altıncı sayfaya atarken, Tercüman herhalde haber değeri olmadığında karar kılıp hiç vermemişti.
Oysa, Nazlı Ilıcak hapse girdiği zaman haberini Cumhuriyet’in birinci sayfasına fotoğrafıyla koymuştuk.
12 Şubat 1983
Bu sabah Nadir Bey’e Amerikan Hastanesi’nde dördüncü kez gastroskopi yapıldı.
Sonuç iyi, ülser yarası kapanmış.
Ameliyata gerek yok.
İçki yasağı sürecek.
Odasına girdiğimde gözlerini yeni açmıştı. İyi haberi benden aldı, yüzü aydınlandı.
Bu arada Emine geldi.
İkimize gülerek, “Gazeteyi ne zaman çıkaracağız ?” diye sordu.
Koridorda Berin Hanım sevincinden ağlamaya başladı, ameliyata gerek kalmadığını öğrenince.
Ben de, “Artık bu akşam şampanya var” deyince, Berin Hanım’ın tepkisi o sivri diliyle, “Şimdi seni döverim, dayak istiyorsun yine” oldu. Yanaklarından gözyaşları dökülürken gülüyordu Berin Hanım...
Bir gün önce Nadir Bey’le odasında sohbet ediyorduk. Belli etmek istemiyordu ama, basının dava haberini bu kadar küçültmüş olmasına üzülmüştü.
“Bak Hasan Cemal, benim davam önemli değil. Önemli olan gazetenin yeniden açılmasıdır.”
Arkasından ekledi:
“Hay Allah ! Ne istiyorlar bu adamlar bizden ?..”
“Nadir Bey, demokrasiden korktukları gibi Cumhuriyet’ten de korkuyorlar !”
“Demokrasiden korkulur mu ? Sonra Atatürk’ün bize gösterdiği çağdaş uygarlığın yolunu nasıl buluruz? İyi niyetle yol göstermek istiyoruz onlara, anlamıyorlar. Sadece övgü istiyorlar. Eleştiri olmadan nereye gidilir ?..”
Bir ara bana doğru eğildi:
“Bak Hasan Cemal, çok önemli günler yaşıyoruz. Not alıyor musun ? Günün birinde kocaman bir kitap yazarsın.”
17 Şubat 1983.
Bu yazıyı Cumhuriyet için, başta
12 Eylül’ün
o karanlık günlerini birlikte yaşadığımız sevgili
Hikmet Çetinkaya
olmak üzere hapisteki gazeteci arkadaşlarım için yazdım
Yirmi beş gündür kapalı Cumhuriyet.
Zarar her geçen gün büyüyor.
Milli Güvenlik Konseyi’nin gündeminde Cumhuriyet’in de bulunduğunu öğrendik.
Üniversitede kıyım sürüyor.
18 Şubat 1983
Kar kış kıyamet !
Her taraf bembeyaz.
Cağaloğlu’na ulaşmak bir mesele.
Dokuz civarı gazeteye geldim.
Kapıda bir telaş.
Sıkıyönetim’den telefon etmişler, gazete açılıyormuş.
Biri işletmiş olabilir mi ?
Sıkıyönetim’i aradım.
Telefonu doğruladılar.
Kurmay Başkanı birazdan beni arayacakmış. Az sonra direkt telefonum çaldı. Kurmay Başkanı Ekrem Paşa her zamanki boğuk sesiyle:
“Günaydın Cemal Bey. Yarından itibaren çıkıyorsunuz.”
“Sağ olun paşam!” dedim nedense, tabii aynı anda canım sıkıldı, “Sağolun paşam!” dediğim için...
“Ama paşam” diye devam ettim, “teknik olarak yarın çıkmamız olanaksız. Yetiştiremeyiz gazeteyi. Ertesi gün, cumartesi çıkabiliriz ancak...”
Yanıtı şaşırtıcıydı:
“Yarın çıksanız iyi olacak, emir öyle...”
Haydaa !
Emirle kapatıyorlar, açarken de hangi gün çıkacağımızı buyuruyorlar.
En sakin ses tonumla, “Ben de isterdim ama elimizde değil” deyince, “Peki o zaman...” yanıtı geldi.
Sonra müthiş bir trafik başladı gazetede.
Sanki ilk kez gazete çıkarıyoruz gibi telaş vardı herkeste.
Heyecan basmıştı.
Nadir Bey’i aradım.
Yetmiş beş yaşındaki başyazarımız da heyecanlıydı:
“Yeni bir devir başladı, farkında mısın? Öğleyin görüşürüz.”
Yerinde oturamıyordu.
Sağ elinde bambu çubuğu, bacağına vura vura, bir aşağı bir yukarı volta atıyordu odasında.
Bir ara şöyle dedi Başyazarım:
“Ben çok içime kapalı bir insanım, bilirsin. Ama bir şeyi hiç sevmem, hatta nefret ederim. El etek öpmeyi... Hayatımda hiç yapmadım.”
Kapalı kaldığımız süre içinde kimileri, Nadir Bey’e telkin etmişlerdi Evren’le görüşmesi için. Sadece 12 Eylül liderinin bu işi çözeceğini söylemişlerdi.
Çok alınmış, sinirlenmiş, reddetmişti Nadir Bey...
Kapalı kaldığımız dönemde, gazetede moralleri yüksek tutmak için ara sıra eğlenceye çıkardık.
Sultanahmet’teki Delfino Bar’ı kapatıp gazetece eğlenirdik. Açılma haberinin geldiği akşam aynı şeyi yaptık. Bir sonraki günün gazetesini hazırladıktan sonra Delfino’nun yolu tutuldu beyaz bir gecede...
Ben önce Nadir Bey’e uğradım.
Onu da davet ettim.
Ülser dolayısıyla içki içmediğini belirtti ve gelemeyeceği için özür diledi. Ama çocuklara yazılı bir mesajı vardı.
Her zamanki gibi beyaz dosya kâğıtlarına el yazısıyla yazmıştı. “Benim adıma arkadaşlara okursun bunu” dedikten sonra, bir daha yüksek sesle kendisine okumamı rica etti.
Nadir Bey ayakta bekliyor.
Ben yüksek sesle okuyorum.
Sonunu getiremedim.
Duygulanmıştım.
Boğazıma bir şeyler düğümlendi.
Baktım, onun yanaklarında da iki damla yaş süzüldü.
Nadir Bey’i ağlarken ilk kez görüyordum.
“Beğendin mi?” diye sordu, yanıt veremedim.
Lapa lapa kar yağıyor.
Sultanahmet çok romantik.
Her şey güzel ama yarın bu kar yüzünden dağıtım aksayabilir. İlk gün için tirajı yükselttik, elimizde kalabilir kar yağışı nedeniyle...
Delfino’da eğlence cümbüşü...
Bir sandalyenin üstüne çıkıyorum, herkesi bağıra çağıra sükûnete davet ediyorum ve Nadir Bey’in mesajını okuyorum:
Sevgili arkadaşlarım,
Yirmi dört günlük bir aradan sonra Sıkıyönetim Komutanlığı’nın kararıyla gazetemiz yeniden çıkma olanağına kavuştu.
Bu akşam burada bu sevinçli olayı kutlamak üzere bir aradasınız. Aranızda bulunamadığım için beni bağışlamanızı rica edeceğim.
Aylardan beri çektiğim mide ülseri buna engel oluyor.
Kapalı bulunduğumuz günler boyunca bana umut veren en büyük güç sizler oldunuz.
Her birinizin gözlerinde okuduğum cesaret ve güven duygusu benim de umut ve cesaretimi her gün tazeledi. Yüreklerinizdeki yurt ve meslek sevgisi zayıflamadığı sürece, başarılarımızın da bizi ve ülkemizi mutlu günlere kavuşturacağına olan inancım bir kat daha arttı. Hakkınızdır, sevinin, neşelenin; o arada bir kadehcik de benim için kaldırırsanız çok sevinirim.
Sağ olun arkadaşlar, Nadir Nadi.
Ortalık bir anda dalgalandı.
Herkes kadehini bağıra çağıra başyazarımız için kaldırdı.
Cumhuriyet’e kavuşmakla sanki yeniden doğmuştuk.
Bu yazıyı Cumhuriyet için, başta 12 Eylül’ün o karanlık günlerini birlikte yaşadığımız sevgili Hikmet Çetinkaya olmak üzere hapisteki gazeteci arkadaşlarım için yazdım.
Hiç tasalanmayın.
Cumhuriyet ne diktatör bozuntuları gördü, bu günler de geçer gider.