Haber içimi acıtıyor:
Boğaziçi Üniversitesi'nde
16 akademisyen daha uzaklaştırıldı.
Haber şöyle devam ediyor:
Boğaziçi Üniversitesi’nde Naci İnci yönetimi,
uzun yıllardır ders veren 16 akademisyenin
ders vermesini veto ederek ofislerini boşaltmasını istedi.
Cumhuriyet'ten Sena Tufan'ın haberine göre,
üniversitelerin ders kayıt dönemlerine kısıtlı bir zaman kala
veto kararı veren İnci yönetimi, ders programlarında da sıkışıklık yaşanmasına yol açtı.
Ders vermesi veto edilen isimler arasında,
Prof. Dr. İzzettin Önder de yer alıyor.
Önder, direniş süresince verilen açık derslere de katılmış ve aktif rol almıştı.
Ders vermesi veto edilen 16 akademisyen bulunuyor.
Tam zamanlı öğretim görevlisi Can Candan,
emekli öğretim üyeleri Cevza Sevgen, Sumru Özsoy,
Alpar Sevgen, Nükhet Sirman, Faruk Birtek,
Yaman Barlas, Zeynep İlsen Önsan,
yarı zamanlı öğretim üyeleri Eren Soyak,
Çağatay Sönmez, Onur Güngör, Can Tunca,
Banu Aykın Köylüer, Selahattin Yılmaz, İzzettin Önder,
Mehmet Akıncı’nın dersleri, bölümlerin talepleri üzerine
Fakülte Yönetim Kurulu’nda gündeme geldi.
Listedeki öğretim görevlilerinin dersleri
kabul edildi ancak rektörlükten onay çıkmadı.
Listedeki öğretim görevlilerinden yarı zamanlı olarak
ders verenlerin de rektörlük ders açmalarını veto etti.
Cumhuriyet’e konuşan Endüstri Mühendisliği Bölümü
Öğretim Üyesi Prof. Dr. Tınaz Ekim Aşıcı ders vermesi
veto edilen hocaların ofislerinin de boşaltılması istendiğini söyledi.
Aşıcı şöyle konuştu:
"Rektörlük, eğer hocalar ofislerini boşaltmazsa
biz boşaltırız dedi.
Kısmi zamanlı hocaların da Fakülte Yönetim Kurulu
tarafından onaylanan derslerinin açılmamasıyla
tüm bölümlerin ders programlarında
ciddi sıkıntılar yaşanıyor. Bir yandan da
artan bir hızla ve mesnetsiz bahanelerle
hocalara disiplin soruşturmaları açıyorlar.
Bir yandan korku salıp susturmaya çalışıyorlar,
bir yandan da çok değerli hocalarımızı
hem idari görevlerinden hem de fiziksel olarak
üniversiteden uzaklaştırıyorlar.
Tartışmasız bir manzara ortaya çıkıyor.
Boğaziçi Üniversitesi’ni hızla tahliye ediyorlar
ve kendi artık tamamen hakim oldukları
Üniversite Yönetim Kurulu ve Senato vasıtasıyla
kendi kadrolarını yerleştiriyorlar. Bu her şeyden önce kamu zararıdır."
Boğaziçi akademisyenleri direnişi sürdürüyor
*****
Aradan beş yıl geçmiş.
20 Şubat 2017'de bu köşede yine üniversite
ve akademik özgürlükler üzerine yazmışım,
aşağıda yer alıyor.
*****
Üniversite:
Hitler'in Almanya'sından
Erdoğan'ın Türkiye'sine...
Almanya, 1933, 1934 yılları...
Hitler seçim sandığından çıkıp bir darbeyle iktidara oturmuş...
Her yerde Naziler'in
gamalı haçlı bayrakları dalgalanıyor,
kulaklara tek bir slogan çalınıyor:
Yaşasın Hitler!
Önce basın yola getiriliyor, sonra üniversite...
Özgürlük boğuluyor!
1933'le 1934 yıllarında Alman üniversitelerinden
1800 akademisyen tasfiye ediliyor.
Bu rakam bütün akademik kadroların yüzde 15'i.
Berlin ve Frankfurt'ta bu oran yüzde 32'ye çıkıyor.
Hitler Almanyası’ndan dışarıya büyük bir beyin göçü başlıyor.
O yıllarda Türkiye de Alman bilim insanlarına kapılarını açıyor.
Alman üniversitelerinde yaratılan korku iklimi
ve ülke çapında körüklenen entelektüel düşmanlığı
ile Almanya'da sorgulamak, eleştirmek, devlete itiraz etmek,
farklı sesler çıkarmak suç sayılıyor.
Artık Almanya'da Hitler'in bakış açısı
ve Nazi ideolojisi tek doğru kabul ediliyor.(*)
Meydanlarda kitaplar yakılıyor.
Ve şair Heinrich Heine’nin o ünlü sözü kulaklara çarpıyor:
Kitapların yakıldığı yerde,
gün gelir insanlar yakılır!
Yakılıyor da...
Korkunç savaş, Holokost derken,
Hitler Almanyası insanlığın başına en büyük felaketlerden birini sarıyor.
Münih, 1943 yılı.
Hitler'in korku imparatorluğu yalnız Almanya'nın değil tüm
Avrupa'nın, Sovyetler Birliği'nin üzerine olanca korkunçluğuyla çökmüş durumda.
Münih Üniversitesi...
Bir avuç üniversite öğrencisi bir araya gelir,
gizli bir örgüt kurarlar.
Adı Beyaz Gül olan direniş örgütü.
Hitler diktatörlüğüne karşı, Hitler savaşına karşı
daktiloyla yazdıkları barış ve özgürlük bildirilerini
teksirle çoğaltıp el altından dağıtırlar.
Hitler'in gizli polisi Gestapo bir gün Sophie Scholl'la
kardeşi Hans Scholl'u üniversitede bildiri dağıtırken yakalar.
İki kardeş, mahkemede idam cezaları açıklanırken yargıçlara bağırır:
Sizlerin sanık sandalyesine
oturacağınız günler
uzak değil!
İki kardeş karanlık bir avluda
giyotine giderken de barış ve özgürlük sloganları atar.
Beyaz Gül direniş örgütünün barış ve özgürlük bildirilerinden biri yurt dışına,
Stockholm'a kaçırılır ve Hitler Almanyası müttefik güçler tarafından
bombalanmaya başlanırken,
Münih semalarından beyaz gül yaprakları gibi atılır.
Yaşanmış bir olay bu.
İnternette tesadüfen bulduğum
ve hafta sonu seyrettiğim filmin adı:
Sophie Scholl, Son Günler.
Bu yazıyı sadece içimi acıtan bu filmden dolayı yazmıyorum.
Bir nedeni daha var.
Buna da pazar günü Gila Benmayor'un
Hürriyet gazetesindeki köşesinde rastladım.
Nobel Barış Ödülü adayları arasında adı geçen
Harvard Üniversitesi'nden
Prof. Dr. Gökhan Hotamışlıgil (aynı zamanda Harvard'da Sabri Ülker Merkezi'nin başında)
şunları söylüyor:
Türkiye on yıldan beri bilimin
altyapısına inanılmaz paralar
yatırıyor.
Ve bunun ürünü var, yani
meyvesini alıyoruz.
Kendi programlarını kuruyorlar
ve başarılı oluyorlar.
Ama bu çocuklar gidecekler!
Çünkü kendilerini güvende
hissetmiyorlar.
Yeni nesil bilim insanı çok
kırılgan.
(...)
Bu çocuklar tedirgin.
Benim kariyerim nereye gidiyor?..
Rektör yarın beni atar mı?..
TÜBİTAK ödeneği keser mi?..
Kendilerini güvende
hissetmiyorlar. ("Bilime çok yatırım yaptık, genç bilim insanlarımızı kaçırmayalım")
Evet öyle, kendilerini güvende hissetmiyorlar.
Nasıl hissetsinler ki?
Bugüne kadar Erdoğan Türkiyesi’nde üniversiteyle ilişiği
kesilen akademisyen sayısı tam 4811.
Hitler Almanyası’nda 1800.
Akademik özgürlüğün yerle bir edildiği,
ifade özgürlüğünün boğulduğu,
korku ikliminin geçerli olduğu yerler artık üniversite değil 'kışla'dır.
Tek tip insan yetiştirmeyi amaç edinmiş kışlalar...
Tehlikenin farkında mısınız?
Bugün Türkiye üniversitelerinden
büyük bir beyin göçü yaşanmaya başlamış durumda...
Bir zamanlar Hitler Almanyası’ndan kaçanlara
Türkiye üniversiteleri kapılarını açmıştı.
Şimdi tersi yaşanmakta!
Ne yazık ki öyle.
* Karl Dietrich Bracher, The German Dictatorship, The Origins, Structure, and Effects of National Socialism, 1970.
Hasan Cemal kimdir? Hasan Cemal 1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1965 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden mezun oldu. Gazeteciliğe 1969 yılında Ankara’da haftalık Devrim dergisinde başladı. Yeni Ortam dergisi, Anka Ajansı ve Günaydın gazetesinde çalıştıktan sonra 1973 yılında Cumhuriyet gazetesine girdi. 1981 yılına kadar Ankara Temsilciliği yaptığı Cumhuriyet gazetesini 1981-1992 yılları arasında Genel Yayın Yönetmeni olarak yönetti. Cumhuriyet gazetesi Cemal'in yönetimindeyken 1986’da Sedat Simavi Ödülü’nü kazanarak "yılın gazetesi" seçildi. 1992-1998 yılları arasında Sabah gazetesinin birinci sayfa yazarlığını yaptı. 1998'den 2013'e kadar yaklaşık 15 yıl boyunca Milliyet gazetesinde yazdı. Nokta dergisi 1989 Doruktakiler ve Türkiye Gazeteciler Cemiyeti köşe yazısı ödüllerini kazandı. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti 2004 yılında da "Araştırma" ödülünü Hasan Cemal'in çalışmalarına verdi. 28 Şubat 2013'te Milliyet'in manşetinde yayımlanan "İmralı Zabıtları"nın yayınını savunduğu için dönemin başbakanı Tayyip Erdoğan'ın tepkisine hedef oldu. Milliyet yönetimi, "Başbakan'ı ve medya sermayesini sorgulamaktaki ısrarını" gerekçe göstererek yaklaşık 15 yıldır yazdığı gazetedeki köşesini kapattı. Milliyet ile yolları ayrıldıktan sonra yaptığı röportajlar ve kaleme aldığı yazılar, bağımsız internet gazetesi T24'te yayımlandı. Türkiye medyasının en etkili ve kıdemöli isimlerinden olan Hasan Cemal, Mart 2013’ten itibaren T24’te yazıyor. Harvard Üniversitesi Nieman Gazetecilik Vakfı Louis M. Lyons Gazetecilikte Vicdan ve Dürüstlük Ödülü'nü "hayatı boyunca basın özgürlüğünü savunmak için gösterdiği çaba nedeniyle" 2015 yılında Hasan Cemal'e verdi. Cemal, Türkiye'de bu ödülü alan ilk gazeteci oldu. Bir dönem Bilgi Üniversitesi’nde “Medya ve Politika” dersleri veren Hasan Cemal’in yayımlanmış 13 kitabı, tarih sırasıyla şöyle: - Tank Sesiyle Uyanmak (1986) - Demokrasi Korkusu (1986) - Tarihi Yaşarken Yakalamak (1987) - Özal Hikâyesi (1989) - Kimse Kızmasın Kendimi Yazdım (1999) - Kürtler (2004) - Cumhuriyet'i Çok Sevmiştim (2005) - Türkiye'nin Asker Sorunu (2010) - Barışa Emanet Olun (2011) - 1915: Ermeni Soykırımı (2012) - Delila - Bir Genç Kadın Gerilla'nın Dağ Günlükleri (2014) - Çözüm sürecinde Kürdistan Günlükleri (2014) - Hayat İşte Böyle Geçip Gidiyor (2018) |