Sevgili Çetin Abi;
Bir pazar sabahı galiba zor bir işe soyundum.
Kitap, Tek Ciltte Çetin Altan, Enseyi Karartmayın kaç gündür masamın üstünde duruyor.
Fotoğrafına bakıyorum.
Fazla yakışıklısın.
Hatta Ahmet’ten de...
Hakkında yazmak kolay değil.
Tedirginlik edici bir yanı var.
Yalnız sen yoksun ki.
Ahmet...
Mehmet...
Sanem...
Kerem...
Onlar ne olacak?
Yazıdaki bir sözcük ya da odak kayması, vay halime...
Onun için bir pazar sabahı nasıl güç bir işe kalkıştığımın farkındayım.
Ama olsun, senin gibi bir ustaya, bir duayene saygımı, sevgimi belirtmek bir görevdir, bir borçtur.
Ben 70 yaşındayım. Sen 70 yıldır yazıyorsun. Senin kavgan, bağımsız tavırların, tabularla didişmen benim için deniz feneri olmuş, önümü aydınlatmıştı
Sevgili Çetin Abi;
Ben 70 yaşındayım.
Sen 70 yıldır yazıyorsun.
Tam 70 yıl...
Lise yıllarında seni okumaya başladım.
Hayata dair, Türkiye ve dünyanın hallerine dair neredeyse her şeyi senin köşe yazılarından anlamaya, öğrenmeye çalışırdım.
Köşe yazılarını okur, tartışırdım.
Tartışmalarım senin yazılarından beslenirdi.
Doğrular sayende benim tekelimdeydi.
Ama benim neslim böyleydi.
Burnumuzdan kıl aldırmazdık.
‘Solcu’yduk, ‘devrimci’ydik ve kendi çılgın hayallerimize göre değiştirecektik dünyayı ve Türkiye’yi...
Akşam, Milliyet, Yön elimizden hiç düşmezdi.
Solculuk nedir, toplumculuk nedir, sosyalistlik nedir gazete köşelerinden öğrenmeye çalışırdık.
Senden, İlhan Abi’den, Doğan Bey’den, İlhami Abi’den...
Hepiniz benim kahramanlarımdınız.
1969’da Devrim dergisinin sahneye çıkışıyla birlikte hepinizi bizzat tanımaya başladım.
Ama aynı zamanda ayrılık yıllarıydı.
Sözü uzatmak yersiz:
Sen TİP’li, İşçi Partili’ydin.
Bizler, milli demokratik devrimci.
Ya da askerci, darbeci...
Devrime giden yolu darbeyle açacaktık.
Sen ‘seçim yolu’nu savunuyordun.
Sana kızmaya başlamıştım bu yüzden.
Keyifli bir akşam Sadun Tanju’nun evinde buluşmuştuk.
Nedense aklımda kalmış.
“Herkes önce kendi mesleğini iyi yapacak. İyi doktor, iyi mimar, iyi hukukçu olacak, yoksa iyi devrimci de olamaz” demiştin.
İtiraz etmiştim.
Çünkü bizim bir tek mesleğimiz vardı, ‘devrimci’ydik.
Evet, sana kızmaya başlamıştım.
Sen mi değişmiştin, ben mi?..
Değişenin sen değil, ben olduğumu ‘hayatın sopası’yla öğrendim sonraki yıllarda.
Solculuk nedir gazete köşelerinden öğrenmeye çalışırdık. Senden, İlhan Abi’den, Doğan Bey’den, İlhami Abi’den... Hepiniz benim kahramanlarımdınız
Sevgili Çetin Abi;
Herhalde unutmadın.
1971’de 12 Mart darbesi çok fena vurdu.
Sen dahil bütün kahramanlarım, devrimci gençler hapishanelerden, işkencehanelerden, idam sehpalarından geçtiniz.
Çok zor yıllardı.
Ben de bu ‘yenilgi’yle birlikte kendi kendimi, klişelerimi sorgulamaya başladım.
‘Devlet’i sorgulamaya koyuldum.
Tutsak aklımın nasıl özgür kılınacağı konusuna kafa yormaya yöneldim.
Beynimi sloganların emrinden kurtarmak ama nasıl, sorusu kafamı burgaç gibi oyuyordu.
Hayatta bağımsız ve eleştirel düşünmeye geçişin demokrasiyle ilintisini orasından burasından anlamaya gayret ediyordum.
Artık hayatta geçmiş muhasebesi peşimi hiç bırakmayacaktı.
Sevgili Çetin Abi;
Bu sancılı süreçte senin payın, daha doğrusu senin kavgan, bağımsız tavırların, dokunulmaz sanılana cesurca dokunabilmen, bazı tabularla didişmen, ifade özgürlüğü bayrağını dik tutman benim için deniz feneri olmuş, önümü aydınlatmıştı.
Aslan Çetin Abi. 87 yaşındasın. 70 yıldır yazıyorsun. Senden çok şey öğrendim, öğrenmeye de devam ediyorum. Sen bugün de benim kahramanımsın
Sevgili Çetin Abi;
Yazı yazmak yalnızlaşmak mı?
Yazdığın yıllar uzadıkça etraf tenhalaşır mı?
‘Güç odakları’yla hep iyi geçinmek ya da her çevrede iyi çocuk olmak gibi bir derdin yoksa, ‘mahalle’n de gittikçe daralıyor mu?
Yalnızlığa mahkûm mu oluyorsun?
Bu soruların yanıtlarını, eminim, en iyi bilenlerin başında sen varsın.
Çünkü seni kaç sefer yok etmek istediler.
Özgürlüğünü yok etmek istediler.
Seni teslim almanın tüm pisliklerini yaptılar.
Mahkeme mahkeme dolaştırdılar.
Hapse attılar.
Meclis çatısı altında linç etmek istediler.
Yalnız seninle değil, ailenle de ne fena uğraştılar.
‘Soğuk savaş’ın cadı avı dönemini tüm acılarıyla yaşadın.
Ama bak, yok edemediler seni.
87 yaşındasın.
70 yıldır yazmaya devam ediyorsun.
Ve diyorsun ki:
“Mutluluğun tılsımı, sevdiğin işte doya doya çalışmak ve sevdiğinle doya doya sevişmektir çünkü...”
Senden çok şey öğrendim, öğrenmeye de devam ediyorum.
Sen bugün de benim kahramanımsın.
İyi ki varsın.
Enseyi karartmayalım!