Kendi mesleklerini başbakanlardan, patronlardan gelecek her türlü baskıya rağmen savunacak ahlak ve cesarete sahip gazetecilere Türkiye’de bugün her zamankinden daha çok ihtiyaç var.
Evet, Türkiye'de baskı karşısında gazeteciliği boşlayan, kendi mesleğine ihanet eden 'medya elitleri'nin sorunu öteden beri vardır.
Evet, o elitler bugüne kadar editoryal bağımsızlık konusunda hiç de iyi bir sicile sahip olmamışlar, iyi sınav da vermemişlerdir.
Bir tarafta iktidardan ve medya patronlarından gelen baskı varsa, diğer tarafta da bu baskıyı gazetelerde, televizyon kanallarında uygulayan yöneticiler de vardır.
Dün de vardı, bugün de var!
Ama şunu söylemeliyim.
Kimileri bu umut sözcüğüne takılabilir.
Bazı bakımlardan Fatih Altaylı’yı, geçmişini düşünerek eleştirebilirsiniz.
Hatta Fatih Altaylı'nın 'fena yakalandıktan' sonra böyle konuştuğunu belirtir, o açıdan kendisini rahatça sorgulayabilirsiniz. Bunda da haklılık payı vardır.
Ama yılların ötesinden tanıdığım iki meslektaşım o programda ‘sahici’ydiler.
Lafı hiç eğip bükmeden birbirlerini de sorguladılar, medya düzeninin utanç verici yanlarını da eleştirdiler.
Ne dedi HaberTürk’ün Genel Yayın Yönetmeni Fatih Altaylı:
“Evet, iktidar baskısı vardır. Dün de vardı, bugün de var.”
Fatih Altaylı, Başbakan Erdoğan’dan kendi grubuna çekilmiş olan ‘Alo Fatih Hattı’nı (Alo Fatih Saraç hattı) hiç inkâra ve çarpıtmaya yönelmedi.
Bu ‘hat’tın yeni olmadığını, yalnız kendi grubuna çekilmediğini, Tayyip Erdoğan’ın başka medya gruplarında da böyle bir hatta sahip olduğunu belirtti.
Haksız mıydı?
Elbette değildi.
Yandaş medyadan gelen telefonlar
Tayyip Erdoğan’ın bazen bizzat kendisi devreye girerek, bazen ‘siyasal komiserleri’ni araya sokarak ve ‘Alo Fatih Hattı’nı kullanarak, gazete ve televizyonları kontrol altında tutmaya çalıştığı konusunda herhangi bir kuşku yok.
Bu çıplak gerçeği bugün -yandaş medya dahil- büyük medyada bilmeyen patron, genel yayın yönetmeni, Ankara temsilcisi ve de önde gelen köşe yazarı yoktur.
Herkes bal gibi bilir.
Daha birkaç yıl öncesine kadar, medya konusunda Başbakan Erdoğan’ı eleştirdiğimde, ‘yandaş medya’dan bana telefon açıp, “Aman devam et, bu bize de yarıyor; zira Tayyip Erdoğan o kadar çok müdahale ediyor ki, bizi de bezdiriyor” diye yakınan yönetici meslektaşlarımı hatırlıyorum.
Erdoğan gibisine rastlamamıştık
Alo Fatih hattı yeni değil elbette.
Her devirde vardı.
Ama bugünkü kadar ayyuka çıkmamıştı.
Bugünkü kadar utanç verici hale gelmemişti.
Bugünkü kadar boğucu olmamıştı.
Bugünkü kadar aleni yapılmamıştı.
Bugünkü kadar özgürlükler ayaklar altına alınmamıştı.
Ve başbakanlar hiç bugünkü kadar fütursuz olmamışlardı.
“Evet, telefon açıp o haberi attırdım!” diyebilen Başbakan Erdoğan gibisine bugüne kadar hiç rastlamamıştık.
Cici gazetecilerle biat eden medya düzeni
Erdoğan, kurduğu ‘ihale düzeni’yle bir yandan patronları Ankara’ya, kendine tabi kılarken, aynı zamanda ‘yeni medya düzeni’ni de oluşturdu.
O düzen içinde hoşlanmadığı, fazla bağımsız bulduğu gazetecileri zamana yayarak, nokta atışları ile saf dışı etmeye, etkisiz kılmaya çalıştı.
Tayyip Erdoğan’ın bütün hedefi, çatlak ses çıkarmayan, kendisine rahatsız edici sorular sormayacak ‘cici gazeteciler’den oluşan, dolayısıyla kendisine biat etmiş bir medya düzeniydi, ‘Rockefeller gazeteleri’ydi.
Bütün istediği buydu Erdoğan’ın.
Başarılı da oldu tabii, demokrasi ve özgürlüklerin canına okurken, otoriterlik ve tek adamlık yolunda merdivenleri üçer beşer atlarken...
'Alo Fatih, medya üzerindeki baskıların kaydıdır'
Cengiz Çandar’ın isabetle altını çizdiği gibi:
“Alo Fatih, aslında ‘hesap vermekten kaçmak ve kurtulmak’ için kurulan tezgâhın ‘kodu’dur, ‘şifresi’dir.
İkide bir Alo Fatih diye başlayan otoriter sese, Emredersiniz efendim, Başüstüne efendim diye düşük tonda, titrek bir sesle cevap veren ‘Fatih’in, daha sonra kendi altlarıyla konuşurken efelenen ve gürleşen sesiyle devam eden telefon konuşmalarının tapelerini dinleyerek çok şey öğrendik.
Mahkeme kararıyla yasal biçimde elde edilmiş tapeleri yayımlayan Haramzadeler, 50 bin izleyiciyi geçince engellendi. Cuma günü tekrar yayına başladı. Pazartesi günü yine 50 bini geçmişti izleyici sayısı.
Tapelerde, Roboski (Uludere) Katliamı’na nasıl hem televizyonda hem de gazetede (Habertürk) yer verilmediğini, bunun -kendi ifadesiyle- ‘Büyüğü’nü, yani Tayyip Erdoğan’ı nasıl mutlu ettiğini pişkin biçimde Enerji Bakanı’na anlatıyor ‘Fatih’, yani ‘Alo Fatih’.
Alo Fatih, Tayyip Erdoğan iktidarının medya üzerindeki çirkin baskılarının ‘ses kayıtları’dır, ama aynı zamanda medyanın ne hale geldiğinin hazin bir ‘kayıtı’dır."
Yolsuzluk kanıtlarına karşı penguenleşen medya
"Salı günü öğle saatlerinde Tayyip Erdoğan'ın tüm haber kanallarında saat 13 haber saatini aşma pahasına canlı yayınlarda konuşmasını naklen yayımlayabilirken, ana muhalefet lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun konuşması, ‘Sabah/ATV’nin ‘havuz’ marifetiyle nasıl ele geçirildiğine ilişkin tapeleri TBMM çatısı altında okumaya başlandığında kesiliverdi.
Konu, Rüşvet ve Yolsuzluk kanıtlarına gelince, ‘canlı yayın’ın kesilmesi ve penguenleşme hali, Türk medyasının her bir biriminin değişik düzeylerde Alo Fatih halinde olduğunun çarpıcı bir kanıtıydı.
Kemal Kılıçdaroğlu’nun konuşmasının kesildiği bölüm, 17 Aralık sabahı İçişleri Bakanı bir baba ile operasyon sonucunda gözaltına alınan ve daha sonra tutuklanan oğlu arasında, yani bir baba-oğul arasında geçen ibret verici konuşmanın kaydıydı."
'Evde üç-beş kuruş param var, 1 trilyon civarı!'
Muammer Güler: Ne var oğlum senin evinde?
Barış Güler: Hiçbir şey yok baba.
Muammer Güler: Para ne var?
Barış Güler: Kendi param, üç-beş kuruş kalan param.
Muammer Güler: Kaç para?
Barış Güler: Sen biliyorsun!
Muammer Güler: Kaç lira oğlum?
Barış Güler: 1 trilyon civarı param var, o kadar.
Muammer Güler: Evet, evet. Tamam oğlum. El koydular mı paraya?
Barış Güler: Yok. Arama yapıyorlar.
Muammer Güler: Şimdi anladığım kadarıyla, akıllarıyla Rıza Zarrab’la bir rüşvet ilişkisinden bahsediyorlar. Diyeceksin ki, bir danışmanlık işim var. Gayri resmi yapıyorum. Benim alacaklı olduğum dayımın oğlu bunların yanında çalışıyor.”
Başdanışman Yalçın Akdoğan'ın sansür itirafı
Öte yandan, Yalçın Akdoğan (Başbakan Erdoğan’ın Başdanışmanı, Star ve Yeni Şafak gazetelerinin köşe yazarı) ile Fatih Saraç’ın arasında geçen konuşma. Akdoğan, adeta bir itirafta bulunuyor:
“Biz Meclis TV'yi kapattırıyoruz kimse görmesin diye, siz canlı olarak Meclis'i veriyorsunuz.”
Fatih Saraç açıklamaya çalışıyor:
“İçişleri Bakanı'nın konuşmasını verelim dedik, arkadan devam ettiler ya.”
Yalçın Akdoğan:
“Ne şuursuz adamlar bunlar.”
Fatih Saraç:
“Çok alçak herifler bunlar...”
Herhalde yayını yapan gazetecileri kastediyorlar.” (Cengiz Çandar’ın dün Radikal’de çıkan yazısından)
Sevgili Cengiz’in bu satırlarına daha başka ne eklenir ki?
Türkiye'nin gerçek gazetecilere ihtiyacı var
Bugün her şey çok açık oynanıyor.
Her şey orta yerde.
Türkiye, Tayyip Erdoğan iktidarıyla her geçen gün karanlık sulara doğru çekiliyor.
Kendi mesleklerine ihanet içinde olmayan, kendi mesleklerine ihanet etmeyecek olan gazetecilere Türkiye’nin bugün her zamankinden daha çok ihtiyacı var.
Kendi mesleklerini başbakanlardan, patronlardan gelecek her türlü baskıya rağmen savunacak ahlak ve cesarete sahip gazetecilere Türkiye’de bugün her zamankinden daha çok ihtiyaç var.
Twitter: @HSNCML