Yoksa Merkel Erdoğanlaşıyor mu?
Sanmıyorum.
Ama Erdoğan’ı fena halde makaraya alan Alman komedyen Böhmerman’a yargı yolunu açması iyiye işaret değil.
Gerçi bunu yaparken ifade özgürlüğünün altını çizmiş ama bu kadarı onu kurtarmıyor.
Bir başka deyişle:
Almanya Başbakanı Merkel, mülteci krizi karşılığında özgürlüğü satıyor!
Erdoğanlaştığı nokta bu.
Özgürlüğü satmak, kendisiyle Erdoğan’ı bir yerde aynı kaba koyuyor.
Ama Allah’tan hem Merkel’in kendi partisinde, hem de siyasal yelpazenin diğer partilerinde bu ‘satış’a karşı çıkan ve ifade özgürlüğünü savunanlar çoğunluğu oluşturuyor.
Angela Merkel’in koalisyon ortağı Sosyal Demokratlar (SPD) parti olarak ayaklanmış durumdalar.
SPD’nin Meclis Grup Başkanı:
“Yanlış karar! ‘Majestelerine hakaret’ gibi köhnemiş bir gerekçeyle cezai soruşturma başlatmak, modern demokrasiye uymaz.”
Yeşiller’in sözcüsü şu tepkiyi veriyor:
“Bu karardan sonra Türkiye’deki gazeteci ve sanatçılar daha fazla acı çekecek.”
Sol Parti’den yükselen bir ses de şöyle:
“Bu secdeye can dayanmaz. Merkel, Türk despotu Erdoğan önünde yerlere kadar eğildi.”
Bu durum yalnız Almanya’nın değil, Avrupa Birliği’nin de yaşamakta olduğu ‘kriz’in altını kalın olarak çiziyor.
Bu kriz demokrasi krizi.
Özgürlük krizi.
Bu kriz IŞİD teröründen, mülteci kriziyle ‘işsizlik’ten kaynaklanıyor.
Siyaset sahnesinde ırkçılık, yabancı düşmanlığı, İslam düşmanlığı gibi demokrasi düşmanı siyasal akımlar gitgide yükseliyor.
Avrupa Birliği de etrafına yüksek duvarlar örmekle meşgul.
Bir zamanlar Türkiye’ye kapılarını aralarken reddettiği Hristiyan Kulübü yaftasını bu dönemde fiilen kabulleniyor.
Avrupa’yı Avrupa yapan ‘değerler’den ufak ufak çark ediyor.
İkinci Dünya Savaşı sonrasında AB’yi tarihin en büyük barış projesi olarak sahneye çıkaran ‘farklılıklara saygı, tahammül ve hoşgörü’ye gölge düşürüyor.
İşte, Merkel’in Erdoğan karşısındaki tavrı da ne yazık ki böyle bir çerçeveye oturuyor.
Bu satırları yazarken iki yıl önceki bir yazımı (30 Nisan 2014) hatırladım, başlığı şöyleydi:
“Almanya Cumhurbaşkanı Gauck’u kutluyorum.”
50 yaşıma kadar neyin hukuk ve neyin hukuksuzluk olduğuna bir komünist partinin karar verdiği sistemde yaşadım.
O gün bugündür hep demokrasinin avantajlarını yaşayarak emin oldum.
Almanya, kuvvetler ayrımına saygı duymaktadır.
Demokrasinin sağladığı kazanımı yaşama tecrübesinin etkisiyle herhangi bir yerde hukuk devletini ve birçok ülkede denenmiş olan kuvvetler ayrımını kısıtlama eğilimini gördüğüm zaman bunu özel bir kaygı duyarak izlerim.
Hükümet, kararları kendi lehine etkilemeye veya hoşnut olmayacağı kararlardan kaçınmaya çalışırsa, yargı bağımsızlığı hâlâ güvence altında olur mu diye soruyorum.
Beni lütfen yanlış anlamayın.
İfade ettiklerim iç işlerine müdahale değildir.
Söylediklerim, totaliter bir devlette uzun yıllar edinmiş olduğum deneyimler sonucunda, demokrasinin savunucusu bir vatandaşın duyduğu kaygılardır.
Bir demokrat olarak, kendi ülkem olmasa da, ne zaman hukuk devletinin tehlike altında olduğunu görsem, o zaman sesimi yükseltirim.
Sesim insanlar içindir.
Onurları, özgürlükleri ve fiziksel dokunulmazlıkları içindir.
Son zamanlarda birçok kişinin demokrasiye tehdit oluşturduğu şeklinde algıladığı bir yönetim üslubundan ötürü hayal kırıklığı, burukluk ve öfke ifade eden sesler de duyuyoruz.
İnsanların nasıl bir yaşam tarzını benimsemeleri gerektiğine ilişkin bir müdahale söz konusu olduğunda, hayatları üzerinde daha güçlü bir gizli servis kontrolü amaçlandığında, sokak protestoları zor kullanılarak bastırıldığında, hatta bu yüzden insanlar canından olduğunda...
İtiraf ediyorum.
Bu gelişmeler beni korkutuyor.
Fikir ve basın özgürlüğü kısıtlanıyor.
İnternet ve sosyal iletişim ağlarına erişim kısıtlandığı; eleştirel bakış açısına sahip gazetecilerin işten çıkarıldığı, hatta yargılandığı; gazetelere yayın yasağının getirildiği ve yayıncıların hukuki baskı altına alındıkları bir zamanı yaşıyoruz.
Oysa, kapsamlı şekilde bilgilendirmek ve bilgilendirilmek özgür ve demokratik toplumun iki ana şartıdır.
Demokrasi ötekine saygıyı gerektirir.
Kimsenin hayat tarzına zorla müdahale edilemez demokraside.
Kimsenin dininin kamusal alana da uygulamasına engel olunamaz.
Demokrasinin diyaloga ihtiyacı vardır.
Kamuoyunda kullanılan dilin zehirlenmesi ve düşman imajının yaratılması, toplumsal alana zarar verir.
Ankara’da, ODTÜ’de yapmış olduğu bu konuşmadan dolayı Almanya Cumhurbaşkanı Gauck’u kutlamıştım yazımda.
Bugün de Almanya Başbakanı Merkel’in eleştiriyi hak ettiğini düşünüyorum.
Ve bir soruyla yazımı noktalıyorum:
Acaba Merkel 23 Nisan’da Ankara’ya geldiğinde Cumhurbaşkanı Gauck’tan esinlenen bir konuşmayla sürpriz yapabilir mi Erdoğan’a?..
İyi pazarlar!