İnsan, zamanın esaretinden kurtulmak için açılır denizlere! Ama hava sert, burnumuzu çıkaramıyoruz Paros'dan. Bilgisayarımı açınca üzüldüm Fenerli dostlar adına, Konya karşısında 2-0 öndeyken 3-2 kaybetmişler.
'Her yer Taksim, her yer direniş' sloganı stadyumlarda atılmasın diye, futbol seyircisi de 'çapulcu' olmasın diye iktidar çevreleri bir süredir klasik söyleme sığınarak gözdağı veriyorlar: “Sporla siyaset karışmasın!”
Sporla siyasetin arasına duvar çekmek çok güçtür. Fenerli Emre Konya’da, Çaykur Rizeli Ercan Rize'de gol atınca Rabia selamı vermiş. N’olacak şimdi? Mursi’ye destek serbest, Gezi’ye destek yasak mı?
Yasakçı zihniyet dün Beşiktaş - Trabzonspor maçında Çarşı tarafından delindi. Fakat Rabia selamı manşetlere tırmanırken, Çarşı'nın Gezi protestosu birinci sayfalarda gözükmedi. Beyefendi rahatsız olmasın gazeteciliğinin yeni bir örneği herhalde.
NAOUSSA, PAROS adası
İnsan belki de zamanın esaretinden kurtulmak için açılır denizlere. Belki de özgürleşmek için atılır denizin kollarına...
İkisi de mümkün.
Kendi programını denizin kendisi yapıyor.
Üçüncü gündür Paros’tayız. Küçük Naousa limanına tıkılıp kaldık. Burnumuzu çıkaramıyoruz.
Hava çok sert. Kuzey’den (Yıldız) 7-8 esmeye devam ediyor. Gece yarısından sonra şiddetlendi. Sabaha karşı bir iki saat nefes aldırdı, sonra tekrar bastırdı.
Kilisenin çanları bu sabah çalmıyor. Papaz efendi belki de pazar rehavetinden kurtulamadı.
Rüzgar çarmık tellerine ıslık çaldırıyor
Pos bıyıklı marinacı gene sabah erken motosikletiyle geldi, keskin düdüğünü afili afili öttürüp bağırdı yine:
“7-8 şiddetinde rüzgar gün boyu devam edecek. Akşam yedide tekrar geleceğim. Ama umut yok, fırtına devam...”
Marinanın içindeyiz ama geceden beri beşik gibi sallanıyoruz. Yanlış yapılmış bir şey var marinanın ağzında, bütün dalgayı içeri alıyor.
Rüzgar hem çarmık tellerine sürekli ıslık çaldırıyor, hem de direklere çarpıp büyük uğultu yapıyor. Ama aynı zamanda insanı biraz sersemletiyor. Bir ara ayağa kalkınca, nasıl olduysa güm diye başımı çarptım kromdan tutamağa...
Atlantik'i geçen İspanyol Paros'tan çıkamıyor
Öğle vakti rüzgar çok fena şiddetlendi.
Bir yanımızda İspanyol, öbür yanımızda İsveçli bir aile var yelkenlileriyle. İspanyol yelkenci Atlantik’i geçmiş. Bana bu seyahati anlatan kitabını hediye ediyor. Bizim gibi onlar da denize açılmak istiyor ama şimdilik olacak gibi gözükmüyor.
Küçük marinamızdaki ahşap bir yelkenli, bizim hayret dolu bakışlarımız altında denize açılmayı bir ara denemedi değil. Yarım saat bile sürmedi, gerisin geriye ve de büyük güçlükle apar topar tekrar sığındı limana...
En iyisi oturup yazı yazmak.
Deniz kudurdukça kuduruyor. Dalgalar iki buçuk üç metreden aşağı değil. Buranın 7-8 şiddeti ve dalgaları, bizim Turgutreis-Leros taraflarına benzemiyor.
Bizim taraf açık deniz değil. Ayrıca adalar olduğu için dalgalar kesiliyor.
Burası farklı, açık deniz. Kuzey’den gelen dalgaların önünde herhangi bir engel yok. Rüzgar şiddetlendikçe, dalgalar hem büyüyor, hem sıklaşıyor.
'Ufuk çizgisi kadın saçı gibi dalgalanırsa…'
Başımı kaldırıp gökyüzüyle denizin kavuştuğu ipince ya da keskin ufuk çizgisine gözüm takılıyor.
Uçuk maviyle kopkoyu lacivertin kucaklaştığı yerde, kuzucukların gelinlik duvağı gibi köpük köpük nasıl devrildiklerini seyre dalıyorum.
Akdeniz’i geçen yıl mayıs ayında boydan boya geçmeye hazırlanırken, yılların amatör denizcisi Cüneyt Solakoğlu’nun Lyon Körfezi’ndeki o sözü kulağımda çınlıyor. “Denizde ufka bakacaksın” demişti bana, “Ufuk çizgisi eğer kadın saçı gibi dalgalanmaya başlarsa, o zaman işin zor demektir.”
Deniz kudurmuş da olsa o kadar güzel ki. Sabahattin Kudret Aksal’ın mısraları:
Adam oturmuş denize karşı
Elinde oltası yıldız tutar.
Ufuk çizgisinde koskoca, yemyeşil bir gemi peydahlanıyor. Çok büyük bir feribot bu. Fırtına falan dinlemiyor. Kocaman dalgalarla, etrafa köpükler saça saça Mikonos adasına doğru yol alıyor, bir anda yitip gidiyor.
'Cennette futbol var mı?'
Bu arada sabah bilgisayarımı açınca epeyce üzüldüm Fenerli dostlar adına, Konyaspor karşısında 2-0 öndeyken 3-2 kaybetmişler.
“Cennette de futbol var mı?” diye sormuşlar Papa’ya... Soran da, İtalya’nın efsane kalecisi Buffon. Bir Arjantinli olan Papa Francis, tam bir futbol tutkunuymuş.
Onun isteğiyle İtalyan ve Arjantin milli takımları yıllar sonra Roma’da karşı karşıya gelmişler. Gökçe Çalışkan'ın Radikal’deki güzel yazısından öğrendim, Papa Francis’e yöneltilen cennette futbol var mı sorusunu...
‘Güzel oyun’a cennette neden yer olmasın ki?..
Sporla siyasetin arasına duvar çekmek kolay mı?
Bu slogan stadyumlarda atılmasın diye, futbol seyircisi de çapulcu olmasın diye iktidar çevreleri yoğun bir çaba içinde. Bir süredir devamlı gözdağı veriyorlar. Bunu yaparken de klasik söyleme sığınıyorlar: “Sporla siyaset karışmasın!”
Oysa sporla siyasetin, futbolla siyasetin arasına duvar çekmek çok güçtür. Dünkü spor sayfalarında bunun örnekleri çoktu.
Fenerbahçeli Emre Belözoğlu, Konya’daki maç sırasında golünü atınca, Mısır’a destek için sağ elinin dört parmağıyla Rabia selamı vermiş. Yine Konya’daki maçta protokol tribününde boyunlarında Mursi’ye destek atkılarıyla oturanlar dikkat çekiyordu.
Tayyip Erdoğan’ın memleketi Rize’de, Çaykur Rize’yi galip getiren golün kahramanı Sercan da golden sonra Rabia selamı vermiş...
N’olacak şimdi?
Mursi’ye destek serbest, Gezi’ye destek yasak mı?
Ama yasakçı zihniyet dün akşam Olimpiyat Stadı’nda oynanan Beşiktaş - Trabzonspor maçında Çarşı tarafından delindi gitti.
Siyah Beyazlılar maç öncesinde “Her yer Taksim, her yer direniş” sloganı attı. İstanbul’u simgeleyen 34. dakikanın da es geçilmediği maçın devamında tribünlerden "Sık bakalım, sık bakalım, biber gazı sık bakalım, kaskını çıkar, copunu bırak, delikanlı kim bakalım", "Biber gazı oley, biber gazı" sesleri yükseldi.
Karşılaşmayı canlı veren Lig TV ise maçta Gezi sloganları atılırken yayının sesini kısmayı tercih etti.
Rabia selamı gazetelerimizin birinci sayfalarında manşetlere tırmanırken, Çarşı'nın Gezi protestosu bugün büyük gazetelerimizin birinci sayfalarında gözükmedi.
Beyefendi rahatsız olmasın gazeteciliğinin yeni bir örneği herhalde.
Ayıp.
Twitter: @HSNCML