Löngöz, Gökova, 10 Ağustos 2018
Sabah vakti denizde, bir koyun ilahi sessizliğinde Nâzım Hikmet'in sesi:
İşte geldik gidiyoruz
hoşça kal kardeşim deniz
biraz çakılından aldık
biraz da masmavi tuzundan
sonsuzluğundan da biraz
ışığından da birazcık
birazcık da kederinden
bir şeyler anlattın bize
denizliğin kaderinden
biraz daha umutluyuz
biraz daha adam olduk
işte geldik gidiyoruz
hoşça kal kardeşim deniz
Bana gelince...
Ne kadar umutluyum, bilemiyorum.
Okuduklarım iç açıcı değil.
Dünya kötüye gidiyor!
Filozof Slavoj Zizek, 'eski'nin öldüğünü, 'yeni'nin henüz doğmadığını söylüyor.
O yeni olacak?..
Galiba kafası biraz karışık, benimkini de karıştırıyor, o kadar çok yan yollara sapıyor ki...
Nisan ayında New York'ta satın aldığım yeni kitabında, dünyanın Birinci ve İkinci'den sonra şimdi de Üçüncü Dünya Savaşı'na gidebileceğini belirtiyor. Küresel kapitalizm'in güç merkezlerini şöyle sıralıyor:
Neo-liberal kapitalizmi temsilen ABD.
Refah devletinden ne kaldıysa onu temsilen Avrupa.
Asya değerleri kapitalizmini ya da otoriter kapitalizmi temsilen Çin.
Popülist kapitalizmi temsilen Latin Amerika.
Zizek, eski (ABD) ve yeni süper güçlerin (Çin ve Rusya) birbirlerini küçük taşeron devletler aracılığıyla dünyanın değişik yerlerinde test ettiklerini, bu açıdan Birinci Dünya Savaşı öncesindeki Balkanlar'ın yerini günümüzde Ortadoğu'nun aldığını söylüyor.
Dünyada Birinci Dünya Savaşı öncesinde benzer bir durum yaşandığına dikkati çekerken, o zamanlarda olduğu gibi, bugün de böyle bir dünya savaşının çıkabileceğine ihtimal verilmediğine değiniyor ve bunu çok tehlikeli buluyor:
Biz inanmasak da, Üçüncü Dünya Savaşı tehlikesi var, en ummadık zamanda patlayabilir.
Böyle bir tehlikeyi büyük medya görmezlikten gelse de, kapalı kapılar arkasında bunun hazırlıklar var.
Bir Üçüncü Dünya Savaşı senaryosu on yılı aşkın süredir Pentagon'un gündeminde; hatta Rusya'ya karşı operasyonal düzeyde bir askeri harekat bile düşünülüyor.
Kapitalizmi gerçekten değiştirmek için, demokrasinin işleyişini de değiştirmemiz lazım
Kitapta, dünyanın çok tehlikeli bir dünya olmaya başladığına dair bölümler ürkütücü... Dünyada demokrasinin halleri ve geleceği kitapta geniş yer tutuyor. Bu konuda Nobel İktisat Ödüllü Joseph Stiglitz'in şu satırlarına rastlıyorum:
Eğer ekonomide oyunu yeniden kuralına göre oynamaya başlarsak, geçen yüzyılın ortalarında orta sınıf toplumlarını karakterize eden hızlı ve paylaşımcı ekonomik büyümeyi eskiden olduğu gibi yine yakalayabiliriz.
Bugün karşı karşıya olduğumuz sorun, sermaye ile ilgili değil, bu yüzyılın sorunu 'demokrasi'dir.
Zizek, Stiglitz'e bir noktada hak veriyor:
Kapitalizmi gerçekten değiştirmek için, demokrasinin işleyişini de değiştirmemiz lazım.
Zizek, kitabının bir yerinde yaptığı uzun bir alıntıyla, evrensel ilerlemenin Batı tipi sosyalizm veya kapitalizm ve demokrasi ile mümkün olacağına dair o düşüncenin eski çekiciliğini 21. Yüzyıl'da artık kaybettiğine işaret ediyor. Yaptığı alıntıda şu cümleler dikkati çekiyor:
Kökleri 19. Yüzyıl'a uzanan ve Batı tipi sosyalizm, kapitalizm ve sosyalizm gibi evrensel ideoloji ve tekniklerin ilanihaye büyüme ve istikrar sağlayacağına ilişkin varsayımların fazla geçerliği yok artık...
Ahlaki ve entelektüel olduğu kadar, siyasal ve çevresel de olan bugünkü küresel kriz, bizim siyaset ve ekonomide Batı fikirlerine olan bağlılığımızı sorgular hale getirmiştir.
İster o felaket Irak ve Afganistan savaşları ya da Libya'ya askeri müdahale...
İster 2008 finans krizi...
İster Avrupa'da patlayan, çözümsüz gibi duran ve yaşlı kıtada aşırı sağ partilere iktidar yolunu açan işsizlik...
İster çözülemeyen Avro sorunu...
İster Avrupa ve Amerika'daki son derece sinsi gelir eşitsizlikleriyle büyük sermayenin demokratik süreçleri kirlettiğine dair güçlü inanç...
İster gittikçe saçmalayan, işlevini yitirmeye başlayan Amerikan siyasal sistemi...
İster Edward Snowden'ın (Amerikan) Ulusal Güvenlik Ajansı'yla ilgili ifşaatları...
Ya da ister geleceğe ilişkin güvenlerini yitiren genç insanlar...
İşte bütün bunlar, Batı'nın yalnız ahlaki üstünlüğünü ciddi olarak aşındırmakla kalmadı, aynı zamanda entelektüel hegemonyasını da zayıflattı.
Bu da, Batılı hayat tarzının en iyisi olduğuna dair güvence, dünyanın geri kalan kısımlarında eski geçerliğini kaybetti.
Batı tipi modernleşme artık 'normal' kabul edilmiyor.
Avrupalılar 19. ve 20. yüzyıllarda kendi özel tarihsel koşullarında kendi modernleşmelerini gerçekleştirdi. Diğerleri de o zamanlardan beri bu modernleşme modelini şu ya da bu ölçüde bir başarıyla taklit ettiler.
Ama şunu not etmeliyim:
Devlet, toplum, ekonomi ve güzel hayata açılan başka yollar her zaman vardı, bugün de var.
Küresel kapitalizmin bugün artık eşitlik, temel haklar, refah devleti gibi Batılı kültürel değerlere ihtiyacı yok
Zizek, daha da ayrıntılı olan bu uzun alıntı sonrasında şu yargıya varmış:
Batı uygarlığının küresel bir model olarak başarısızlığını ve sömürgelikten kurtulmuş ulusların bu modeli uygulamaktaki başarısızlıklarını kabullenmek zorundayız.
Zizek, küresel kapitalizmin bugün artık ille de Batı değerleri ile değil, Asya değerleri ile de tıkır tıkır işlediğini yazıyor. Şu satırları ilginç:
Küresel kapitalizmin bugün artık eşitlik, temel haklar, refah devleti gibi Batılı kültürel değerlere ihtiyacı yok çarklarını döndürmek için. Bunun için ona, otoriter 'alternatif modernleşme' de yetiyor.
Bu açıdan kitapta en çok Çin modeli öne çıkıyor. Zizek, solun çıkmazı diye bir bölüm de ayırmış kitabında:
Bugün solun en büyük problemi şu: 'Gerçek sosyalizm'le, refah devleti sosyal demokrasisinin çöküşü sonrasında ne yapacağını, toplumu yeniden nasıl organize edeceğine dair ciddi bir vizyondan yoksun kalmış durumda sol...
Zizek, günümüzde Yunanistan'dan Fransa'ya kadar radikal solun kalıntıları içinden yeni bir siyasal çizginin belirginleşmeye başladığına işaret ediyor ve bu yeni çizginin adını koyuyor:
Güleryüzlü küresel kapitalizm çabalarına karşı milliyetçiliğin yeniden keşfi.
Fransa'daki Marine le Pen gibi göçmen düşmanı sağcı popülistlere karşı solcu popülizm.
Bu yeni solcu popülizm, eski tip işçi sınıfı anti-kapitalizminin ötesine geçerek, çevreden feminizme, bir işe sahip olma hakkından parasız eğitim ve sağlık hizmetine kadar, İspanya'daki Podemos hareketi gibi bir çizgide yol almak istiyor.
Zizek, Avrupa'daki göçmen düşmanı sağcı-popülist yeni hareketle gündeme gelen yeni faşizm tehlikesine dikkati çekiyor; bu açıdan Polonya ve Macaristan örneklerini veriyor. Avrupa'da yaygınlaşmakta olan yeni faşizm akımında Müslümanların yeni Yahudiler olarak görüldüğüne de işaret ediyor.
Rahatsız edici bir nokta da şu:
Kafası epeyce karışık, ne istediğini tam bilemeyen Avrupa'nın her geçen gün yeni faşizm tehlikesine doğru kaydığının altını çiziyor.
Zizek kitabının sonunda, Donald Trump'ın Amerika'da başkan seçildiği 2016 seçimlerini liberal demokrasinin nihai yenilgisi olarak niteliyor, Avrupa için de şunu yazıyor:
Amerika'yla Rusya arasında sıkışmış bir Avrupa ya kendini yeniden keşfedecek ya da batacak!
Avrupa'nın
işi bitti, dünyamız çökertildi...
Zizek'in bu cümlesini okuyunca Stefan Zweig'ı anımsıyorum. Paris'in Hitler orduları tarafından 1940'da işgal edildiğinde günlüğüne şu notu düşer:
Eyfel Kulesinde gamalı haçlı bayraklar!
Hayat artık yaşanmaya değmiyor.
Neredeyse 59 yaşındayım.
Önümdeki yıllar korkunç olacak. Bu aşağılanmalara neden katlanayım ki?
Bitti.
Avrupa'nın işi bitti.
Dünyamız çökertildi.
İşte şimdi tam anlamıyla vatansızız.
Bundan sonra Zweig'ın intiharı gelir.
Zizek'in kitabını mavi yolculukta, Löngöz koylarında bitirdikten sonra kendi kendime düşündüm.
Avrupa bu kez de yeni faşizm'in pençesine düşebilir mi?..
Bilemiyorum.
Ama filozof Zizek öyle bir dünya çiziyor ki, her şey o kadar umutsuz ki; iyisi mi, bu dünyayı bırakıp bir an önce bir başka diyara göçüp gitmek geliyor insanın içinden...