Hasan Cemal

22 Ekim 2018

Hayatın bizden yana olmadığı zamanları yaşıyoruz!

Demokrasi yalnız bizde değil, dünyada da inişte...

Demokrasi ya da liberal demokrasinin dökülen halleri...
Hem Batı'da hem Doğu'da hem de Türkiye'de hukuk ve özgürlük düzenlerinin yediği darbelerle inişe geçmesi...
Bu konularla ilgili sekiz on kitap okudum bu yıl içinde ve hepsini bu köşede özetlemeye çalıştım.
Son olarak üç kitap daha bitirdim.
Kitapların Türkçeleri şöyle:

1. Demokrasi İnişte mi?
2. Küreselleşen Otoriterlik.
3. Çoğulculuk karşıtlığı: Liberal Demokrasiye Dönük Popülist Tehdit.

Üç kitapta da Erdoğan Türkiyesi elbette eksik değil. Erdoğan yönetimi altında Türkiye'nin nasıl adım adım demokrasiden uzaklaştırıldığına dair kısa uzun değinmeler var.
Eski Amerikan dışişleri bakanlarından Condoleezza Rice, "Democracy In Decline?" adını taşıyan kitaptaki önsözünde, demokrasinin geleceği konusunda iyimserliğini koruduğunu belirtirken, karamsarlık gerektiren bir dönemden geçildiğini de vurguluyor.
Çin ve Rusya'nın demokrasi düşmanı bir uluslararası ortamın oluşumuna katkıda bulunduklarını, buna karşılık Amerika ve Avrupa'nın özgürlük davasını savunma konusunda daha sessiz, daha uzak kaldıklarına da işaret ediyor.
Liberal demokrasinin temel kurumları arasındaki basın özgürlüğü, hukuk devleti, özgür ve adil seçimler açısından durumun irdelendiği kitapdaki bir makalede ise kötüye gidişin nedenleri üç noktada özetleniyor:

1. İleri demokrasilerde ekonomik ve siyasal başarısızlığı derinleşmesi...
2. Bazı otoriter rejimlerde artan özgüven ve canlılık...
3. Demokrasilerle rakipleri arasında değişmekte olan jeopolitik denge...

 

Amerika ve Avrupa'da demokrasinin özellikle 2000'lerde popülizm ve milliyetçilik karşısındaki gerilemesiyle ilgili olarak her değerlendirmede şu noktalar ön plana çıkıyor:

Küresel kapitalizmin neden olduğu eşitsizlikler...
2008 finans krizi...
Bu krizin yol açtığı işsizlik...
Mülteciler, göçmenler...
Batı kapitalizmi bocalarken, Çin'de 'otoriter kapitalizm'in, yani dikta altında işleyen bir kapitalizmin daha çok büyüme ve refah sağlıyor olması...
(Bu arada bir not HC'den: Son haftalarda Amerikan ve İngiliz basınında çıkan bazı değerlendirmelerde, Çin ekonomisinin teklemeye başladığına ve Çin özel sektörünün ve önde gelen Çinli girişimcilerim devletten yakındığına dair ilginç örnekler var.) 

Berlin Duvarı'nın 1989'da yıkılması ve Sovyetler Birliği'nin 1991'de tarihe karışmasıyla birlikte liberal demokrasinin dünya çapında zaferini ilan eden ve Tarihin Sonu teziyle ünlenen Fukuyama'nın makalesinin başlığı şöyle:

Demokrasi Neden Bu kadar Dökülüyor?

Francis Fukuyama, dünyadaki sayıları 1970'de 35 olan seçimli demokrasilerin 2014'de 110'un üzerine çıktığını, bundan sonra bir inişin uç verdiğini anlatırken, demokrasilerin inşasında iki önemli konuya işaret ediyor:

Güçlü siyasal partiler...
Modern devlet...

Fukuyama, yurttaşlarına temel hizmetlerini düzgün veren modern bir devlet, demokratik kurumlar ve hukukun üstünlüğü yoluyla liberal demokrasinin önünün açılacağını belirtiyor.
Robert Kagan demokrasilerin geleceğiyle ilgili Jeopolitiğin Ağırlığı başlıklı makalesinde, demokrasi olacaksa bu konuda Amerika'yla  Avrupa'nın önemini ön plana getiriyor.
Amerika'nın ağırlığını demokrasiden yana koymadığı bir dünyada demokrasilerin gerilemeye devam edeceğinin sinyallerini veriyor.
Avrupa için de benzer kaygıları taşıyor. Avrupa Birliği üyesi Macaristan'da Viktor Orban'ın, AB'nin kayıtsız bakışları arasında basın özgürlüğünü, siyasal özgürlükleri tırpanladığını yazıyor.
Robert Kagan, demokrasiler konusunda Amerika'nın önemine işaret ederken şu satırları yazmış:

İkinci Dünya Savaşı sonrasında Amerika, Almanya'da, İtalya'da, Japonya'da, Avusturya ve Güney Kore'de askeri güç ve uzun süreli işgal yoluyla demokrasileri kurdu, oturttu. Faşizm'in savaş meydanlarında yenilmesiyle Yunanistan ve Türkiye demokrasiye adım attılar. Bu zaman diliminde yirmiyle otuz arasında ülkeye demokrasi geldi, dünya nüfusunun yüzde 40'ı demokrasiyle yönetilmeye başladı.

Robert Kagan makalesinde bir soru da var:
Demokrasiye giden yol kaçınılmaz bir gelişmenin mi ürünüydü, yani bir fikrin mi zaferiydi, yoksa bu yolu güç mü, askeri güç mü açtı?
Kagan, gönlümüzde ilkinin yattığı ama gerçeğin farklı olduğunu belirtiyor.
Öte yandan günümüzde, Putinizm'le Çin otoriterizmi'yle Batı demokrasinin geleceklerini mukayese ettiğinde de şu noktaya dikkati çekiyor:

Rusya ve Çin'deki otokrasi, otoriter rejimler, Batı demokrasisinden daha uzun bir geçmişe sahip. Ve unutmayın, Avrupa demokrasisi yaşlı kıtanın büyük bölümünde daha yüz yaşında bile değil.

Demokrasi ve özgürlük rejimleri 2006 yılı sonrası inişe geçerken, demokrasi ve çoğulculuktan hazzetmeyen popülist, milliyetçi, yabancı düşmanı hareketlerin güçlenmesinde altı özellikle çizilen nedenlerden bir bölümünü kitaplardan şöyle özetleyebilirim:

Demokratik kurumların, en başta seçilmiş siyasetçilerin, siyasal partilerle parlamentoların halkın gözünde uğradıkları güven kaybı... Ve yetersiz büyümeyle birlikte işsizlik ve eşitsizliğin yaygınlaşması, ücret artışlarının sınırlı kalması... Mülteci ve göçmenler meselesi...

 

Democracy In Decline'da yer alan Larry Diamond imzalı makalede Erdoğan ve AKP'nin Türkiye'de demokrasiyi nasıl adım adım çukura çektikleriyle ile ilgili şu satırlar yer alıyor:

Türkiye'de Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) birkaç yıldır ülkenin demokratik çoğulculuğuyla özgürlükleri her geçen gün yok ediyor. Kendi siyasal hegemonyasını kuruyor. Yargı ve  bürokrasi üstünde kendi kontrolünü oturturken, gazetecileri tutukluyor, medya ve ünversitedeki muhaliflere korku salarak sindiriyor, iş alemini muhalefet partilerine destek vermemeleri için misillemeyle tehdit ediyor. Erdoğan eş zamanlı olarak kendi kişisel gücünü pekiştiriyor. İktidarın kişiselleşmesi ve kötüye kullanımı, özgürlük ve rekabet alanlarının daraltılması adım adım ve kurnazca gerçekleştiriliyor.

 

Anti Pluralism: The Populist Threat to Liberal Democracy adını taşıyan kitabında, bir zamanlar Başkan Bill Clinton'ın da danışmanlığını yapmış olan Brookings Enstitüsü'nden William A. Galston, demokrasiye dönük tehditler arasında şunları belirtiyor:

Çin, Rusya ve Körfez ülkelerinin kendi mali kaynaklarını demokratik olmayan rejimleri desteklemek için kullanmaları... Birçok otokratın sivil toplum kuruluşlarını yoğun saldırı altında tutmaları... Rusya'nın siber saldırılar ve dezenformasyon kampanyalarıyla gelişmiş demokrasileri zayıflatmaya, hatta seçimlerini etkilemeye çalışması...

William A. Galston kitabında, demokrasilerin gerilemesiyle ilgili olarak Britanya'dan, Fransa'dan, özellikle Polonya ve Macaristan'dan örnekler veriyor.
Polonya ve Macaristan'daki, hatta Çekya'daki göçmen ve Müslüman düşmanlığının eriştiği boyutların demokrasi açısından yarattığı büyük tehditlere işaret ediyor.
Her iki AB üyesi ülkede yargı bağımsızlığının kısıtlanıyor olmasının ve sivil toplumun yabancı ajanı ilan edilmesinin demokrasiyi nasıl gerilettiğini anlatırken, Macaristan Başbakanı Orban'ın 2014'deki bir konuşmasından da örnek veriyor:

Macaristan'da inşa etmekte olduğumuz yeni devlet liberal olmayan (illiberal)  bir devlettir.

Amerika'da da demokrasi tehlikede mi?
Galston kitabında bu soruya da ayrı bir bölüm ayırmış.
Amerika'da büyük şirketlerin, bankaların ve medyanın toplum nezdinde büyük güven kaybına uğradıklarının altını çizmiş.
Amerika'da liberal demokrasinin gerileyişiyle ilgili olarak elbette Trump faktörünü de belirtmiş.
Ancak, Başkan Trump'ın medyayı halk düşmanı ilan etmesine rağmen Amerika'da güçler ayrılığını, bağımsız yargıyla yasamayı ve medyayı dize getirmesinin mümkün olamayacağını da teslim etmiş.
Bir başka deyişle:
Türkiye'de olmayan yasama, yargı, özgür medya gibi liberal kurumların Amerika'da demokrasiyi ayakta tutacağına işaret etmiş.
Demokrasiyi sevmeyen popülist liderlerin sürekli olarak nasıl düşman yarattıklarına da kitapta yer ayrılmış.
Yabancı mallarla, yabancı fikirlerle, yabancı göçmenlerle, yani düşmanlarla sürekli çatışma halindeki milliyetçi, popülist iktidarların demokrasiyi nasıl gerilettikleri de anlatılmış...
Piyasa ekonomisiyle liberal demokrasi ilişkisini ele alan bir bölüm de var kitapta.
Piyasanın işleyişiyle yarattığı eşitsizliklerin liberal demokrasiye karşı memnuniyetsizliği beslediğini belirten bu bölümde, siyaset kurumunun piyasaya sosyal bir boyut kazandırmasının önemine de özellikle dikkat çekilmiş...
Küreselleşen Otoriterlik (Authoritarianism Goes Global) adını taşıyan kitaba gelince...
Önsözünde şöyle bir cümle var:

Büyük Beşler adı takılan otoriter devletler, Çin, Rusya, İran, Suudi Arabistan  ve Venezuela, demokrasiyi küresel düzeyde durdurmak için eşgüdümlü ve kararlı bir çaba içindeler...

Bir başka bir cümle:

Özgür medyayı ve sivil toplumu baskı altına altına için oluşturulan stratejiler...

Ve kitabın sonlarından bir cümle:

Demokrasiler kendilerine dönük tehdidi küçümsüyorlar. Oysa, bu meydan okumayı ciddiye almaları ve kendi demokrasi oyunlarını iyileştirmeleri, geliştirmeleri lazım.

Uzun lafın kısası:
Yalnız bizim memlekette değil, dünyada da demokrasinin halleri iyi değil kötü ve kötüye gidiyor.
Amerika'da Başkan Trump'ın varlığı ve Avrupa Birliği'nde ağır basmakta olan zayıflık, çapsız liderlik -ya da bir tür çaresizlik- demokrasinin dünyadaki geleceğini daha beter tehlikeye atıyor.
N'apalım, belki de hayatın bizden yana olmadığı zamanları yaşıyoruz.