Futbolda 6 gollü bir mağlubiyet ya da sonu hüsran olan felaket maçlar elbette her takımın başına gelir. Ama felaketin adı konur, tarif edilir ve nedenleri neyse ciddiyetle araştırılır. Daha sezonun başındayız. Ciddi bir özeleştiri ve yeniden değerlendirme Galatasaray’ın gündeminde kesin olarak yer almalıdır.
Başkan’la Teknik Direktör, yani Aysal’la Terim arasındaki doku farklılığı, kulüp-içi iklimi zehirlemeye başladı. Bu uyuşmazlık şu ya da bu şekilde çözülmezse veya bu doku uyuşmazlığıyla birlikte yaşamanın medeni usulleri eğer bir an önce bulunmazsa, Cimbom’un önünde daha da güç bir dönem açılabilir.
Oysa yeni sezona ne güzel hayallerle başlamıştık.
Ama sonra hayal kırıklıkları başladı.
Üst üste gelen puan kayıpları. Ve önceki gece Arena’da, Real Madrid karşısında yaşadığımız büyük bozgun ya da hüsran...
Evet, aynen öyle.
Kendi sahanda tam altı golle yaşanan bir mağlubiyet ancak bozgunla, hüsranla tarif edilir.
Maça iyi de başlamıştık. Gayet kontrollü, baskılı oynuyorduk. Savunma, özellikle stoperlerimiz maçın başlarında iyi bir oyun tutturmuşlardı. Real Madrid pozisyon bulamıyordu. Cristiano Ronaldo sahada yok gibiydi.
Ama gol atamıyorduk.
Bizimkiler yine aynı illete yakalanmışlardı. Al da beni içeri at dercesine ayaklarına gelen topları ağlarla buluşturamıyorlardı.
Korkunçtu beceriksizlikleri.
Cimbom’un büyük isimleri, büyük ayakları, kafaları yüzde yüzlük gol fırsatlarını mirasyedi zihniyetiyle üst üste harcarken, bizim gibi ‘futbol kaçıkları’na da tribünlerde saç baş yolmak kalıyordu.
Atamayana atarlar!
Atamayana atarlar!
O kabus gibi gecede de böyle oldu. Biz atamadık, Real Madrid atmaya başladı. Savunmamız perişanlaştı. Hata üstüne hata yaptı. Verdiğimiz gediklerden vızır vızır geçen Ronaldo, Benzema birbirinden güzel goller attılar.
1, 2, 3 derken, 4, 5, 6...
Evet, tam 6 tane gol.
İçime en çok dokunan...
Uzun yıllardır içim ilk kez bu kadar acıdı. Damardan bir Galatasaray’lı olarak tribünlerde kendimi gerçekten çaresiz hissettim.
Real Madrid karşısında daha geçen sezon, yine Arena’daki Devler Ligi maçını 3-2 biz almıştık. Yarı finali kıl payı kaçırmıştık. Ayrıca, Real Madrid’i, 2000 yılındaki Avrupa Süper Kupası dahil, iki üç maçta daha yenmişliğimiz vardı.
Elbette Real Madrid yine Real Madrid’di ama Cimbom için de yenilmez bir takım değildi. Salı gecesi böylesine duygularla gittim Arena’ya...
Ama sonuç tam bir hüsran oldu.
Bu gibi mağlubiyetler, damardan ya da fanatik taraftarda kısa süreli felç durumları yaratır. İçin çekilir gibi olur. Bunun süresini de fanatikliğinin ölçüsü belirler.
Ben ertesi sabah da kendime tam gelememiştim. Fenerli dostların mesajları da karın ağrılarının tuzu biberi oluyordu.
İçime en çok ne dokundu, biliyor musunuz? Kısaca anlatayım.
Real Madrid, bizim kalemize birbiri arkasından golleri sıraladıkça, Arena’nın tribünleri boşalmaya başladı.
Daha maçın bitmesine 20-25 dakika vardı ama beklemediler. Arkalarına bile bakmadan hüzünlü yüz ifadeleriyle çekip gittiler. Uzun yıllardır buna ilk kez tanık oluyordum.
Salı gecesi bana en çok bu koydu.
Bir Galatasaray’lı olarak belki de içim hiç bu kadar acımamıştı.
Futbol böyle bir oyun.
Acımasızdır.
Pek öyle adaleti de yoktur.
Kim bilir belki her türlü sonuca açık olduğu için de kitlelerin nezdinde cazip bir oyun...
Ciddi bir özeleştiri GS'nin gündemine gelmeli
Ama başına gelir diye kaderci bir bakış açısıyla da sineye çekilmez. Felaketin adı konur, tarif edilir ve nedenleri neyse ciddiyetle masaya yatırılır, araştırılır.
Daha sezonun başındayız.
Ama ciddi bir özeleştiri ve yeniden değerlendirme Galatasaray’ın gündeminde kesin olarak yer almalıdır diye düşünüyorum.
Bu yazıyı, kendimi biraz zorlayarak, biraz istemeden yazıyorum. Çünkü benim genel eğilimim şudur:
Daha çok takımını seven bir taraftar olarak kalmak ve bir Divan Heyeti üyesi olmama rağmen iç meselelere mesafeli durmak...
Cimbom’lu olarak kulüp konusunda böyle çizgiyi izlemeye çalıştım.
Ama her zaman olmuyor.
İki yıldır lig şampiyonluğu kupası da, Süper Kupa da bizim. Geçen yıl Avrupa’da, Devler Ligi’nde çeyrek final oynadık.
Elbette başarıdır bu sonuçlar.
Ve bu başarılar, Ünal Aysal’ın Galatasaray’a Başkan, Fatih Terim’in futbol takımına Hoca olmalarıyla geldi.
Ama perde arkasında, başarının sistemleşmesine ya da başarının sağlam bir altyapıya kavuşmasına engel olabilecek bir uyumsuzluk dikkati çekiyordu.
Bugün de çekmeye devam ediyor.
Doku uyuşmazlığı zehirlemeye başladı
Bu açıdan en son olumsuz gelişme, dört maçlık milli takım kararı oldu.
Yanlış bir karardı bu.
Kararı öğrendiğimde bir tweet atmakla yetinmiştim, “Bu kararın Cimbom’u olumsuz etkilemesinden korkarım” diye...
Milli takım kararının ne gibi sonuçlara yol açabileceğini kestirmek güç değildi. Nitekim, Galatasaray ve Fatih Hoca açısından ne öngörüldüyse, hepsi teker teker yaşanmaya, medyada tartışılmaya ve özellikle Hoca’yı fena halde germeye başladı.
Birlikte yaşamanın medeni usulleri bulumazsa…
Mısır’daki sağır sultan bile duydu. Milli takım kararı konusunda Başbakan Erdoğan’ın belirleyici olduğunu artık bilmeyen yok.
Kabul etmenin vatani görev, etmemenin vatan hainliği olduğuna kadar varan bir hamasetle, vatan-millet edebiyatıyla sarıp sarmalanan bu kararla, Galatasaray’da kafalar biraz daha karıştı, başarıların devamı ve sistemleştirilmesi için gerekli atmosfer biraz daha zehirlendi.
Ayrıntıya girmek istemiyorum.
Kim ne kadar kabahatli, ne kadar suçlu, kim haklı, kim haksız tartışmalarını geçiyorum.
Kapalı kapılar arkasında yapılabilir.
Benim yapmaya çalıştığım, objektif bir durum tespitidir. Bu durum tespitinin özünde de, Başkan’la Hoca arasındaki doku uyuşmazlığı yatıyor.
Bu doku uyuşmazlığı şu ya da bu şekilde çözülmezse veya bu doku uyuşmazlığıyla birlikte yaşamanın medeni usulleri eğer bir an önce bulunmazsa, Cimbom’un önünde daha da güç bir dönem açılabilir.
Dileğim, sarı-kırmızı renklere gönül vermiş her gerçek taraftar gibi, bu hafta sonu Beşiktaş derbisini iyi bir sonuçla geçip Real Madrid şokunu bir an önce atlatmasıdır Cim Bom’un...
Twitter: @HSNCML