Berat Albayrak, Enerji Bakanı, Dünya Enerji Kongresi’nin açılışında gazetecilerden soru almamış...
Neden acaba?..
Elektronik postasıyla ilgili bazı ‘mail’ler ve hakkındaki iddialar Albayrak’ın canını sıktığı için sorusuz bir toplantıyı tercih etmiş olabilir.
Soru alsaydı bile, bu hassas konularda kendisine soru sorulabilir miydi, sanmıyorum.
Gazeteciliğin neredeyse suç haline getirildiği bir dönemden geçiyoruz.
‘Devlet büyükleri’ne rahatsız edici ya da eski deyişle zülfüyâre dokunan sorular sorulmasına izin verilmiyor.
Bu bakımdan en çarpıcı örnek malum:
Cumhurbaşkanı Erdoğan.
Erdoğan başbakanlığından beri gerçek bir basın toplantısı düzenlemiş değil.
Rahatsız edici konularda kendisine soru sorabilecek gazetecileri etrafına kaç yıldır sokmuyor.
Eleştirel sorulardan kaçıyor çünkü.
Sorgulayıcı, iğneleyici, itiraz edici tavra sahip gerçek gazetecileri, muhabirleri yanına yaklaştırmıyor.
Mesela Erdoğan’a şöyle sorular sorulabilir mi:
- Anayasa Mahkemesi kararına uymuyorum dediniz; anayasaya aykırı değil mi bu?...
Veyahut:
- Anayasa Mahkemesi kararına direnmeleri için mahkemelere yaptığınız çağrı, anayasanın güçler ayrılığına da, cumhurbaşkanının tarafsızlığına da aykırı değil mi?..
Sorulardan biri de şu olabilir:
- Faizlerde indirime gitmediği için Merkez Bankası Başkanı’nı, hukuk devleti dediği için TÜSİAD Başkanı’nı ‘hainlik’le suçlamak hukuk devletinin neresinde vardır?..
Ya da Cumhuriyet gazetesinde, Saray para yutuyor başlıklı manşetin dayandığı Sayıştay raporu konusunda Erdoğan’a soru sorulabilir mi?
Veya böyle bir soruyu sorabilecek bir muhabir Erdoğan’ın etrafına sokulabilir mi?
Elbette hayır.
Çizgiyi Erdoğan çekiyor.
Kriterleri o koyuyor.
Neredeyse her şey iki dudağının arasında.
Bunları çiğnemeye kalkan olursa dışlanıyor.
İteleniyor.
Hain de oluyor, casus da.
Mahkeme kapılarından kurtulamıyor.
Hapsi de boyluyor.
O kadar çok örnek var ki.
Türkiye sırtını Batı’ya dönüyor.
Yüzünü de, demokrasi ve hukuka boş veren Doğu’ya dönüyor
Kendi bildiğini okuyan bir cumhurbaşkanı var Saray’da.
Her şeyi bilen o...
Böyle bir Türkiye’de yaşıyoruz.
Yeni açıklanan Ceza Kanunu taslağıyla, 15 Temmuz sonrasının OHAL düzeni kalıcı hâle getiriliyor.
Türkiye’nin sürekli olarak Kanun Hükmünde Kararnameler’le yönetileceği bir kapı açılıyor önümüzde.
Tek adam yönetiminin gitgide derinleşmesidir bu.
CHP sözcüsü Böke’nin dediği gibi, Türkiye ‘üniformasız darbeciler’in açtığı yolda ilerliyor.
15 Temmuz başarısızdı ama bu seferki sivil darbe başarılı gidiyor.
Ve Türkiye sırtını Batı’ya dönüyor.
Yüzünü de, demokrasi ve hukuka boş veren Doğu’ya dönüyor.
Putin’in Rusya’sına dönüyor yüzünü.
Çin’e dönüyor.
Uzun lafın kısası:
Darbe derinleştikçe derinleşiyor
Cumhuriyet değerleri, Atatürk ve cumhuriyet sembolleri sürekli aşağılanıyor.
Lozan hezimet ilan edliyor.
Abdülhamid yüceltiliyor.
Laiklik anayasadan çıksın deniyor.
Diyanet İşleri Başkanlığı, ‘ideal gençliği’n yetiştirilmesi için ‘camilere bağlı gençlik kolları’nın kurulmasını istiyor.
Soru sormaya yer bırakmayan ya da eleştirel düşünceyi boğan bir ‘medrese kültürü’nü yerleştirmek için ciddi bir program uygulanıyor.
Mantıktı, felsefeydi dinileştiriliyor.
Özgür Mumcu’nun Cumhuriyet’teki köşesinde yer alan şu satırları lütfen okuyun:
İktidar kadrolarına hâkim unsur, Necip Fazıl’ın “dininin ve kininin davacısı gençlik” diye tanımladıklarından oluşmakta. Dönemin Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı’nın 2014 senesinde Necip Fazıl’ın anısına düzenlenen bir ödül töreninde yaptığı konuşmayı hatırlayalım:
“Üstada karşı sorumluluğumuz ve borcumuz çok büyüktür. Aynı zamanda bu borcu ödeyebildiğimizi söyleyemeyeceğim (...) Doğrusu bu ihmalde veya gecikmede en büyük payı Milli Eğitim Bakanlığı’nın aldığını düşünmeden edemedim.”
Artık belli ki gecikmeye tahammül kalmamıştı. Şöyle devam etmiş konuşmasına Avcı:
“İnşallah 10 yıldır özellikle sosyal bilimler liselerimizde, imam-hatip liselerimizde üstadın beklediği, özlediği gençliğin mayasının tutmakta olduğunu, ama bunun da kâfi olmadığını, bütün eğitim sistemimizin üstadın özlediği Türkiye’ye yakışan gençleri yetiştirmeye vâkıf olması gerektiğini bilerek çalıştığımızı bilmenizi isterim.”
Entelektüel ve yumuşak karakteriyle tanınan Avcı’nın 4+4+4 düzenlemesinin geçtiği komisyonda, CHP’li milletvekillerinin dövülmesini neden mütebessim bir şekilde izlediği herhalde şimdi anlaşılmıştır.
Nakşibendi Şeyhi Mahmud Esad Coşan’a bağlı özel ASFA okulları 3 yaşındaki çocuklara Kuran, 4 yaşındakilere ise hafızlık dersi veriyor.
Özel kurumların din eğitimi vermesi anayasaya aykırı.
Ancak bu açık anayasaya aykırılık kimsenin umurunda değil.
Öyle ki, İstanbul İl Eğitim Müdürü, okulun verdiği yemekte ASFA’yı bir yıldız olarak değerlendiriyor ve onunla gurur duyduğunu söylüyor.
Okulun velileri arasında Erdoğan’ın avukatı ve bir Yargıtay üyesi de var.
Pekiyi ne diyor okulun “hocaefendisi” Nakşibendi Şeyhi Mahmud Esad Coşan:
“Çocuklarınızı bu güzide okullara yazdırınız. Politik güçlenme ve galibiyet, askeri üstünlük ve zaferin de kaynağı budur.”
Yani nihayetinde Fethullah gidiyor Methullah geliyor.
Uzun lafın kısası:
Darbe derinleştikçe derinleşiyor.