Evet, askeri vesayet bu memlekette demokrasiyi ikinci sınıflığa mahkûm etti yıllar yılı.
Askeri vesayet, askerin özellikle 'yargı'yla, aynı zamanda basın ve üniversite ile ittifakıydı.
Bu yüzden kimileri, bu vesayeti sivil-asker oligarşi diye tarif etti.
Birinci sınıf demokrasi ya da Avrupa'daki kadar demokrasi Türkiye'yi böler parçalar dedi asker. Bunun için de Kürt kimliği inkâr edildi, Kürt milliyetçiliği cumhuriyetin kuruluşundan itibaren baskı altında tutuldu, asker ve sivil müttefikleri tarafından.
Bu baskı Türkiye'de 'Kürt sorunu'nu, 'Kürt isyanları'nı ve 29. isyan olarak PKK'yı sahneye çıkardı.
'Askeri vesayet'in Türkiye'de 'birinci sınıf demokrasi'ye karşı olmasının bir temel nedeni daha vardı:
İrtica.
Bu konudaki bakış açısı şöyle özetlenebilirdi:
Fazla demokrasi halinde İslamcı akımlar güçlenir, laiklik elden gider, dinci devlet kapısı açılır; bu nedenle, din devlet kontrolü altında tutulmalı, otoriter laiklik anlayışı uygulanmalıydı.
Hayır çıkması, -ya da kıl payı evet bile- Erdoğan'ın tek adamlığına ölümcül bir darbe olacaktır
'Askeri vesayet'in 'birinci sınıf demokrasi'ye karşıtlığında üçüncü bir neden daha vardı:
Liberalizm.
Siyasette ve ekonomide 'liberal görüşler'in yaygınlaşmasından da hoşlanmadı asker. Fazla hoşgörü, siyasette bölücü ve gerici akımların değirmenine su taşır diye düşündü...
'Askeri vesayet'in birinci sınıf demokrasiye uzun yıllar kırmızı ışık yakmasının bir başka temel nedeni daha vardı:
Komünizm.
Askeri vesayet sistemi, 1989'da Berlin Duvarı yıkılıncaya kadar Türkiye'de birinci sınıf demokrasinin yolunu bir de komünistlik ve solculuk gerekçesiyle tıkadı.
Askeri vesayet sistemi, sonuç olarak, Türkiye'de 'devletin eli'ni seçimle gelen parlamento, hükümet gibi organların karşısında her zaman daha güçlü tuttu.
Seçimle gelen yasama ve yürütme, asker karşısında, yargı karşısında, bürokrasi karşısında zayıf bırakıldı.
Asker, sandıktan çıkanlara ve siyasal liderlere hiç güvenmedi, onları genellikle küçümsedi.
Ne zaman seçimle gelenler, atamayla gelenler karşısında biraz baş kaldırmaya, kıpırdanmaya başladılar -ya da iktidar boşluğu yarattılar- o zaman askeri darbeler yaşandı bu memlekette.
27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat darbeleri böyle geldi.
Asker ve onun sivil müttefikleri, demokrasinin ikinci sınıflığını devam ettirecek kırmızı çizgileri her darbeyle anayasa ve temel yasalara yerleştirdiler, 'seçilmiş sivil otorite'nin karışamayacağı alanları belirlediler.
Seçilmiş sivil liderler de, her seferinde askerin çektiği bu 'kırmızı çizgiler' içindeki oyunu demokrasi olarak kabullendiler.
Ama asker ve sivil müttefiklerinin birinci sınıf demokrasi korkusu hayatın bazı gerçeklerini değiştirmedi.
Bölücülük güçlendi.
İrtica güçlendi.
Türkiye'nin temel sorunlarına kalıcı çözümler üretemeyen, yıllar içinde çözüm yerine sürekli sorun biriktiren merkez sağ ve merkez sol -ya da siyasetteki merkez- 2002 genel seçimlerinde çok fena çöktü.
Lider kadrosunu, 'İslamcı siyasal gelenek'ten gelen ve 'askeri vesayet'ten Osmanlı'dan beri oldum olası nefret edenlerin oluşturduğu AKP tek başına hükümet oldu.
Böylece, askeri vesayet tarihinin en büyük siyasal yenilgisini aldı.
Ve Türkiye'nin önünde iki yol açıldı:
(1) Ya birinci sınıf demokrasiye açılma...
(2) Ya da Türkiye'nin modernleşme-batılılaşma sürecini tersine çevirecek, cumhuriyetten intikam alacak bir öbür uca savrulma, yani 'İslamcı düzen'e...
Başlangıçta ilk ihtimal belirdi.
Türkiye'nin kapısını, özellikle AB'ye uyum ve Kürt sorunu çerçevesinde, demokrasiye açabilecek bazı somut adımlar su üstüne çıktı, açılımlar yapıldı.
Çünkü, 'askerin demokrasi korkusu'nun -ya da demokrasiye asker freni'nin- bir işe yaramadığı görülmüştü.
Demokratik çözümler üretilemediği için Kürt sorunu derinleşmiş, PKK güçlenmişti.
Askerin irtica diye tarif ettiği siyasal akım iktidara tırmanmıştı.
Mülkiye'den hocam Prof. Dr. Nermin Abadan Unat bana demişti ki:
"Hasan Cemal, askere vurup duruyorsun demokrasi adına, ama bunlara da fren lazım. Fren olmazsa, bunlar alır başını gider."
Ben de cevap vermiştim:
"İyi güzel de demokrasiye asker freni koya koya, asker freniyle, askeri vesayet sistemiyle bugünlere gelmedik mi?.."
Askeri vesayet gibi sivil vesayet de olabileceğini belirtmiş, Erdoğan'da bunun birçok belirtisinin görüldüğünü yazmıştım.
Bugün demokrasiye sivil freni konulmuş durumda.
Bu fren şimdi askerin değil, Erdoğan'ın elinde.
O artık bir tek adam!
"Ben seçim sandığında çoğunluğu kazandım, her istediğimi yaparım" diyen bir Erdoğan karşımızda.
Üstelik şimdi Erdoğan'ın karşısında, onu frenleyecek güç yok.
Yargı onun elinde.
Medya onun elinde.
Üniversite onun elinde.
Yasama onun elinde.
Asker de elinde gözüküyor.
Muhalefet de alternatif oluşturamıyor.
Ne yapacağız bu durumda?..
Bu satırları New York'ta yazıyorum.
Amerika memleketinde Donald Trump sandıktan çıktı ama işler öyle ki, her istediğini yapamıyor.
Tek adam olamıyor.
Çünkü Amerika'da güçler ayrılığı işliyor.
Demokratik kurumlar taş koyuyor Başkan Trump'a.
Yasama organı, Kongre “Evet efendimci” değil.
Yargı da değil.
Medya da tabi olmuyor Trump'a...
Trump'ın umurunda değil demokrasi ama güçler ayrılığı sayesinde, bağımsız yargı, bağımsız ve özgür medya sayesinde kimsenin demokrasiden yana korkusu yok.
Bizde durum ise tam tersi.
Bir zamanlar askerin elinde olan, askerin etkisi altında olan kurumlar, şimdi Erdoğan'ın elinde...
Bu durumda çare nedir?
Askeri darbe mi?
Asla!
Siyasal tarihimizde askeri darbelerin bir çare olmadığı, bugün geldiğimiz yerden de bellidir.
Askeri darbeler ve askeri vesayetin demokrasi korkusu, Türkiye'yi bu noktaya getirmiş durumda.
Temel sorunlarımıza demokratik çözümler bulunamadığı içindir ki, bugün bir uçtan öbür uca savrulduk.
Bir başka deyişle:
Cumhuriyetten intikam diye nitelenebilecek çok tehlikeli bir uca savruluyoruz.
Çare?..
Çareyi tüm olumsuzluklara rağmen seçim sandığı içinde bulmaya çalışmalıyız.
Bu açıdan 16 Nisan'ın altını çizin.
Hayır çıkması, -ya da kıl payı evet bile- Erdoğan'ın tek adamlığına ölümcül bir darbe olacaktır.
Yazın bir kenara:
AKP içinde ve muhafazakâr dünyada Erdoğan'a karşı olanların eli güçlenecektir.
Erdoğan'ın Saray yönetimi bugünkü gücünü ve etkisini kaybetmeye başlayacaktır.
16 Nisan bu bakımdan bir başlangıç olacaktır.
Umutsuz yaşanmaz!
Türkiye'de demokrasi, hukuk ve özgürlük düzeni mutlaka kurulacak.
Ama bunun için ilk adım, Türkiye'nin bir numaralı sorunu olan Erdoğan sorununun çözüm yoluna girmesidir.
16 Nisan bu açıdan büyük bir fırsat kapısıdır.
Umudunuzu sakın kaybetmeyin!