Hasan Cemal

18 Şubat 2015

Evet, o sözler affedilmeyecek!

Kadını, birinci sınıf yapacak yasal ve kafasal bir değişim insanlık görevi; peki Saray’daki Sultan bunu yapar mı?

 

Tayyip Erdoğan demiş ki:
“Makyaj yapan kadının kaportası bozuktur.”
Demiş ki:
“Kadın mıdır, kız mıdır bilemem.”
Demiş ki:
“Kadın erkek eşit olamaz, fıtrata ters.”
Bülent Arınç buyurmuş:
“Kadın iffetli olacak.”
Buyurmuş:
“Kadın, herkesin içinde kahkaha atmayacak.”
Buyurmuş:
“Kadın mahrem, namahrem bilecek.”
Buyurmuş:
“Kadın, bütün hareketlerinde cazibedar olmayacak.”
Ayhan Sefer Üstün, TBMM İnsan Hakları Komisyonu’nun AKP’li Başkanı, demiş ki:
“Tecavüzcü, kürtaj yaptıran tecavüz kurbanından daha masumdur.”
Fatma Şahin, Kadın ve Aileden Sorumlu eski Bakan, demiş ki:
“Medya olayları abartıyor. Kadına yönelik şiddet tamamen algıda seçicilikten ibaret.”
Melih Gökçek, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı, demiş ki:
“Yılda yüz bin kürtaj, yüz bin cinayettir. Anası olacak kişinin hatası için suçu neden çocuk çekiyor. Anası kendini öldürsün.”
Evet, aynen böyle demişler.
Affedilir gibi değil hiçbiri.
Dünkü Taraf’ın manşetindeki bu sözleri toplu olarak okuyunca, Türkiye’nin hangi tehlikeli sulara doğru çekilmekte olduğunu, nasıl cepheleştirildiğini, toplumsal barışın ağır ağır nasıl torpillendiğini bir kez daha irkiltiyle hissettim.
 

‘Sahte kadın dernekleriyle bu iş olmaz!’

Feminist Kolektif diyor ki: “Başta Erdoğan olmak üzere siyasilerin, kadınlarla ilgili her açıklaması şiddeti meşrulaştırıyor.”

Şu sözlerin de altını çiziyorum.
KADER eski başkanı Hülya Gülbahar diyor ki:
“Devletin her katında kadınları aşağılamaya, sindirmeye, erkekleri azmettirmeye yönelik politikalar uygulanıyor.”
Mor Çatı Sığınağı kurucusu Canan Arın diyor ki:
“Kanunlar yetersiz değil. AKP’nin kadına yönelik şiddeti sona erdirmek için siyasi iradesi yok.”
Diyor ki:
“Sahte kadın dernekleri kuran hükümet, toplantılara da onları çağırıyor. Cumhurbaşkanı’nın kızının kurduğu sahte dernekte, ‘kadın erkek eşit değil, fıtratına aykırı’ derse, bu iş olmaz.”
Sosyalist Feminist Kolektif’ten Meriç Eyüpoğlu diyor ki:
“Cumhurbaşkanı başta olmak üzere siyasilerin, kadınların hayatıyla ilgili yaptığı her açıklama şiddeti meşrulaştırıyor.”

Okuyun bu satırları.
Düşünün.   
Devletin, siyasal iktidarın böylesine ellerde olduğu bir memlekette kadına şiddet, kadına taciz, kadına tecavüz ne kadar engellenebilir?..
Düşünün lütfen.
        

Kadının erkekle eşit olduğu tek kurum var mı?

Kadın ailede, toplumda, mahkemede, emniyette, bütün bu yerlerde kadın ikinci sınıf kalıyor

En çok düşünmemiz gereken konuya gelince:
Kadınla erkeğin eşitliği.
Bu açıdan, dünkü yazımda da belirttiğim gibi, bir zihniyet devrimi şart.
Hayati önem taşıyor.
Ve biz bu noktadan ne yazık ki çok uzak bir yerdeyiz.
Saray’daki Sultan’la da gittikçe daha çok uzaklaşmaktayız ‘kadın-erkek eşitliği’nden.
Bu uzaklaşma bizi her geçen gün başka sulara, çalkantılı denizlere çekiyor.
Erkek egemen bir aile düzenine, erkek egemen bir toplum düzenine, yargısıyla, idaresiyle, kolluk güçleriyle yine erkek egemen ve fena halde muhafazakâr ve dinci bir devlet düzenine yaklaştırıyor, yakınlaştırıyor.
Kadın, aile düzeninde...
Toplum içinde...
Mahkeme önünde...
Emniyette…
Polis karşısında…
Devlette…
Bütün bu yerlerde kadın ikinci sınıf kalıyor. Aşağılanıyor.
Horlanıyor.
İtilip kakılmaya devam ediyor kadın…



Eşitlik için kafasal değişim şart

Kadını, birinci sınıf yapacak yasal ve kafasal bir değişim insanlık görevidir

Kadını erkek gibi birinci sınıf yapacak, kadını erkekle eşitleyecek, hem yasal, hem kafasal bir değişimi gerçekleştirmek zorundayız.
Bu bir insanlık görevidir.
Uygarlık görevidir.
Demokrasi görevidir.
Saray’daki Sultan’la böylesi görevlerin yerine getirilemeyeceği çoktan anlaşılmış durumda.
Peki öyleyse, bu görevler nasıl yerine getirilecek?
Yüreğimizi dağlayan Özgecan acılarının son bulacağı toplum ve devlet düzenine doğru Türkiye’nin tarihsel yolculuğu nasıl başlayacak?
Bu soruların karşılığı ise ne yazık ki hâlâ belirsizliğini korumakta...