Hasan Cemal

26 Mart 2014

Erdoğan’la ülkenin nereye gittiğini hâlâ göremeyenler, gözü bağlı olanlar

Nilüfer Göle’nin T24 yazısından: “Henüz şuurları eski tren raylarına kilitli kalmış bir istikamette yol alan, ayrıcalıklı konumlarını ya da umutlarını kaybetmek istemeyen, içeride cemaat, dışarıda komplolar olmasa, her şeyin güllük gülistanlık olacağını, bıraktığımız yerden demokratikleşmeye, toplumsal barışa doğru yol alabileceğimizi düşünmek isteyen birçok kişi var. Ama ne yazık ki bu böyle değil.”

Nilüfer Göle’nin T24 yazısından: “Henüz şuurları eski tren raylarına kilitli kalmış bir istikamette yol alan, ayrıcalıklı konumlarını ya da umutlarını kaybetmek istemeyen, içeride cemaat, dışarıda komplolar olmasa, her şeyin güllük gülistanlık olacağını, bıraktığımız yerden demokratikleşmeye, toplumsal barışa doğru yol alabileceğimizi düşünmek isteyen birçok kişi var. Ama ne yazık ki bu böyle değil.”

Başbakan, telefonu açıyor televizyona:

- Başka adam mı bulamadınız programa çıkaracak? Onlar bize yaramaz!

Başbakan, telefonu açıyor:

- Şu ‘omurgalı adam’dır, onu çıkarın televizyona! 

Başbakan, telefonu açıyor:

- Atın o haberi!

Başbakan, telefonu açıyor:
- Kaldırın o programı!

Başbakan, telefonu açıyor:
- Kovun o köşe yazarını, daha ne tutuyorsunuz orada?..

Böyle bir Başbakan!

Medya patronu da o.

Genel yayın yönetmeni de o.

Habere de, yoruma da karışıyor.

Kısacası:

Medya düzeni ondan soruluyor.

 

Yargıya, YÖK'e, ihaleye Başbakan telefonu

Yalnız medya da değil, her şey ondan soruluyor.

Başbakan, telefonu açıyor Adalet Bakanı’na:
- O işadamı beraat etmiş... Olacak iş mi? Mahkûm ettirin onu!

Başbakan, telefonu açıyor:

- Danıştay Başkanı o değil, bu olsun!

Başbakan, telefonu açıyor:

- Falanca üniversitenin rektörü o değil, bu olacak!

Başbakan, telefonu açıyor:

- İhale, o işadamından alınsın, bu işadamına verilsin!

Başbakan, telefonu açıyor:

- Şu şu şu işadamları bir araya gelsin, Sabah-ATV el değiştirsin!

Memleketin Başbakan’ı böyle olunca, Müsteşarı da (şimdiki İçişleri Bakanı) farklı olmuyor.

Başbakanlık Müsteşarı, telefonu açıyor:

- Filanca gazeteciyi atın içeri!

Başbakanlık Müsteşarı, telefonu açıyor:

- Arama izni mi yok?.. Kırın kapısını girin eve, atın içeri diyorum!

Başbakanlık Müsteşarı, telefonu açıyor:

- Savcı mırın kırın mı ediyor? Onu da atın içeri! Merak etme, gerekirse kanun çıkarırız.

 

Güldürmeyin insanı

Bu liste kolayca uzatılabilir.

O kadar çok tape, ses kaydı var ki.

Ayakkabı kutularından ortalığa saçılan milyonlarca dolarlar... Yolsuzluk ve rüşvet yolunda bulgular... Başbakan’la oğlu arasında geçen para sıfırlama konuşmaları...

Yeni internet kanunu ve Twitter’ın kapatılması...

Yeni HSYK düzeniyle ‘yargı bağımsızlığı’nın canına okunması...

Listeye bunlar da eklenebilir.

Şimdi böyle bir listenin çizmiş olduğu çerçeve nedir? Ya da böyle çerçeveden ne çıkar?

Demokrasi mi?..

Hukuk devleti mi?..

Siyasal istikrar mı?..

Barış ve huzur mu?..

Güldürmeyin insanı.

Ve hâlâ sorabilenler var, Erdoğan otoriterleşiyor mu diye...

Akıl alır gibi değil.

Kimileri biraz daha ihtiyatlı:
- ‘Paralel tehlikesi’nden dolayı otoriterleşiyor, ama merak etmeyin, 30 Mart sonrası yine demokratikleşecek!

Geçelim.

Bunun adı demokratikleşme değil, çoğunluk diktası olabilir ancak. Sandıktan çıkan çoğunluğun her şeyi yapabileceğine dair büyük yanılgı...

Bu yanılgı halen yaşanıyor.

‘Çoğunluk diktası’nı hâlâ demokrasi sananların büyük yanılgısı...

30 Mart sonrası da yaşanmaya devam edebilir. Ama kimse kimseyi aldatmasın.

Bunun adı demokrasi değildir.

Hukuk devleti değildir.

Ve böyle bir çoğunluk diktası ya da Nilüfer Göle’nin deyişiyle çoğunluk despotluğu, Türkiye’de barış ve demokrasinin kapısını açmaz, açamaz.

 

Erdoğan başka bir şey yazdırmıyor insana

Evet, hep aynı yazılar.

Ne yazık ki öyle.

Tayyip Erdoğan’ın Türkiye’yi gelip bıraktığı böyle bir yer.

Başka bir şey yazdırmıyor insana.

Ama geldiğimiz nokta parlak değil.

Çıplak gerçek bu.

Nilüfer Göle’nin T24’deki yazısında dediği gibi:

“Evet her geçen gün AKP iktidarı kaybediyor, ama kaybeden sadece siyasi bir partiden ibaret değil, beraberinde liderin ve siyasal İslam’ın zafiyetleri ortaya çıkıyor, Müslümanlar lekeleniyor, bürokratlar değersizleştiriliyor, memurlar sürülüyor, Kürt barışı kavgada tutsak edilmek isteniyor, Alevi mahalleleri polis zulmüne maruz kalıyor, gazeteciler susturuluyor, hukuk kurumları itibarsızlaştırılıyor, devlet geleneği çözülüyor, yatırımlar duruyor, ekonomi inişe geçiyor.

Türkiye kaybediyor.

Ama iyi günlerin geride kaldığını kabullenmekte zorlanıyoruz.

Henüz şuurları eski tren raylarına kilitli kalmış bir istikamette yol alan, ayrıcalıklı konumlarını ya da umutlarını kaybetmek istemeyen, içeride cemaat, dışarıda komplolar olmasa, her şeyin güllük gülistanlık olacağını, bıraktığımız yerden demokratikleşmeye, toplumsal barışa doğru yol alabileceğimizi düşünmek isteyen birçok kişi var.

Ama ne yazık ki bu böyle değil.

Tarih düz bir çizgide, tren raylarında kayıp gitmiyor. Farklı bir güzergâha girildi bile. Edinilmiş kazanımlar bir bir yok olmakta.”

 

Twitter: @HSNCML