Hasan Cemal

29 Mart 2016

Erdoğan’la Türkiye’nin sonu...

İçimden artık Erdoğan yazmak gelmiyor, ama yazmayıp susmak bir vicdan sorununa dönüşüyor

İçimden artık Erdoğan’la ilgili yazı yazmak gelmiyor.
Kim bilir belki de kendi kendimi tekrar etme duygusu...
Patinaj yapmak belki de...
Ama yine de yazıyorum.
Kalem duramıyor.
Zira Erdoğan her Allah’ın günü öyle şeyler yapıyor ki, yazmamak sanki kendi değerlerimi inkar etmek gibi bir şey oluyor.
Minderden kaçmak gibi oluyor.
Ya da Erdoğan hakkında susmak bir ‘vicdan sorunu’na dönüşüyor.
Bir gün bakıyorsun, barışı savundukları için üç akademisyen Esra Mungan, Muzaffer Kaya, Kıvanç Ersoy tutuklanmış...
Ertesi gün Can Dündar-Erdem Gül davasında gizlilik kararı verilmiş...
Ve Erdoğan, davayı izleyen AB ülkelerinin diplomatik temsilcilerine, “Siz kimsiniz yaa, sizin ne işiniz var orada” diye bağırabilmiş...
O arada sevgili Cengiz Çandar işsiz bırakılmış...
Recep Tayyip Erdoğan Sempozyumu’nda bir AKP Genel Başkan Yardımcısı kalkmış, “O Allah’ın bir lütfudur” demiş...
Bu arada Aydın Doğan hakkında, ‘örgüt liderliği’nden dava açılmış...
Yazmayacak mısın?
Susacak mısın?
Can Dündar’ın Tutuklandık isimli son kitabının sayfaları arasında dolaşıyorum.



 

Seçim biter bitmez Vantrolog,
Cem Küçük’ü konuşturmaya başladı.
“En üst düzey yetkiliyle görüştüm,”diyordu Küçük, “MİT TIR’ları ihaneti asla affedilmeyecek.”
5 Kasım 2015’te CHP lideri Kılıçdaroğlu, aralarında benim de bulunduğum birkaç gazeteci ile buluştu.
Cem Küçük’ün sözlerini, “Goebbels rejiminin başladığının kanıtı” olarak yorumladı.
“Ona bu cesareti kim veriyor?” diye sordu.
Cevabı hepimiz biliyorduk.
Ama o buluşmada, Gobbels’e pek azımızın meydan okuyabileceği de çıktı ortaya...
Kılıçdaroğlu’nun ‘Nazi’ göndermesi, buluşmada temsil edilen hiçbir gazetede haber olmadı.
Tabii Cumhuriyet’ten başka...
Merkez çökmüştü.
Buna karşı çıkanları ‘merkez’e götürme zamanıydı şimdi...




Yazmayacak mıyım şimdi bunları?
Susacak mıyım?
Elbette hayır.
Rahmetli Demirel derdi ki:
“Pilavdan dönenin kaşığı kırılsın!”
Biz de kalemi kırmayacağız!
Doğru bildiğimizi yazmaya devam edeceğiz.
Ne diyor anayasanın 138. maddesi:
“Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hâkimlere emir ve talimat veremez” diyor.
“Telkinde bulunamaz” diyor.
Peki, Erdoğan n’apıyor?
Gazeteci, gazeteciliğini yapınca, “Ben sana bunu ödeteceğim” diye bas bas bağırıyor.
Yargının işine karışıyor.
Yargıya telkinde de bulunuyor, talimat da vermiş oluyor.
Ve ertesi günü gazeteci tutuklanıyor, hapsi boyluyor.
Ne diyor anayasanın 153. maddesi?
“Anayasa Mahkemesi kararları yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlar” diyor.
Erdoğan n’apıyor?
Anayasa Mahkemesi kararlarına uymam” deyip çıkıyor işin içinden.
Daha da ileri gidiyor.
Anayasa Mahkemesi kararına uyan, gazeteciyi tahliye eden mahkemeye gözdağı veriyor:
“Karara dirensene kardeşim, dirensene!”
Bir başka deyişle:
Müebbet hapislik suçu işliyor Erdoğan!
Ama onun umurunda bile değil.
Anayasayı bekleme odasına aldık” diyor.
Rejimi fiilen değiştirdik” diyor.
Yarı-başkanlık sistemi geldi bile” diyor.
Susacak mıyım?
Hayır.
Türkiye’nin sonu Erdoğan’la karanlığa giderken yazmayı elbette sürdüreceğim.