Hasan Cemal

27 Nisan 2014

Erdoğan’la Barzani akıllarını ekmek peynirle yerlerse...

Rojava’da yarın ne olur? İnsanlar Baas diktasından demokratik özerkliğe geçmenin heyecanını yaşarken Erdoğan’la Barzani bölgeyi istikrarsızlaştırabilirler mi? Kol bükeyim derken kendilerine de sirayet edebilecek bir yangın çıkarabilirler mi?

Rojava’da yarın ne olur? İnsanlar Baas diktasından demokratik özerkliğe geçmenin heyecanını yaşarken Erdoğan’la Barzani bölgeyi istikrarsızlaştırabilirler mi? Kol bükeyim derken kendilerine de sirayet edebilecek bir yangın çıkarabilirler mi? 

KAMIŞLI, Rojava Cizre Kantonu

Bir zamanlar, özellikle 1990’ların ilk yarısında Irak Kürdistanı (Ankara’nın resmi deyişiyle Kuzey Irak veya Irak’ın Kuzeyi) Türkiye’nin arka bahçesi gibiydi.

Adana’daki İncirlik Üssü’nde konuşlanmış olan Amerika, Çekiç Gücü’yle Saddam Hüseyin’e Kürt bölgesini yasaklarken, Türkiye’yi de PKK’ye karşı Kuzey Irak’ta serbest bırakmıştı.

Aynı dönemde, Iraklı Kürt liderler Talabani’yle Barzani her fırsatta Öcalan ve PKK’yi sert dille eleştirir, kapalı kapılar arkasında, “Tarihimizde devletleşmek için en büyük fırsatı yakaladık, bu Apo başımızı Türkiye’yle belaya sokacak” diye yakınırlardı.

 

Talabani’nin göz kırpışı ve Türkiye stratejisi

1992 yılı, Ekim ayıydı.

Irak Kürdistanı’nın Şaklava şehrinde Celal Talabani’yle ilk kez tanışmıştım. Röportaja başlarken bir süre Apo’ya fena halde yüklenmiş, ne komünistliğini, ne teröristliğini, ne dinsizliğini bırakmıştı.

Mam Celal, bu fasılda Ankara’nın duymak istediklerini söyledikten sonra, bana da göz kırparak, mülakatın esas bölümüne geçmişti.

Bu yıllar böyleydi.

Hatta Talabani ve Barzani 1990’ların başlarında birkaç kez Türkiye’yle PKK’ye karşı ortak askeri operasyon düzenlemişlerdi.

Ama iki Kürt lider de bu ortak operasyonların bir sınırı olduğunu gayet iyi bilirlerdi. Bir seferinde Talabani bana şöyle demişti:

“Peşmerge komutanı emir verse bile, kendi askerleri pek öyle hedef almaz PKK’lileri, çünkü onlar da Kürttür.”

Şunu da eklemişti:

“Kürdü Kürde kırdırma dönemi sona erdi artık.”

 

“Irak’ın kuzeyi”nden sıkı ortaklığa

Yıllar böyle geçti.

Türkiye, Öcalan’ı da İmralı’ya hapsetmesine rağmen ne PKK’yi bitirebildi, ne de Kandil’i temizleyebildi.

Sonuç, Öcalan ve PKK’nin realite olarak tanınması, Ankara-İmralı-Kandil arasında en azından bir ‘diyalog üçgeni’nin kurulması oldu.

Artık Kuzey Irak yok Türkiye için.

Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi var, 15-20 milyar dolarlık ticaret hacmiyle, ham petrol ve doğal gaz boru hatlarıyla, Türkiye’nin Erbil’de açmış olduğu başkonsolosluğuyla, seçim yardımı için Diyarbakır’a gelip Tayyip Erdoğan’la sahneye çıkan Mesut Barzani’siyle bir Kürt yönetimi...

Evet, artık ‘Kuzey Irak’ yok Türkiye için, sıkı fıkı bir ortak söz konusu Kuzey Irak’ta veyahut Kürtlerin deyişiyle ‘Güney’de...

 

Rojava’ya karşı Erdoğan ve Barzani ikilisi

Peki, bunun yerini şimdi bir Kuzey Suriye mi alacak? Ya da Ankara başına bir Suriye’nin Kuzeyi mi yaratmaya hazırlanıyor?..

Bunun belirtileri suyun yüzüne çoktan beri vurmuş durumda.

Tayyip Erdoğan’la Mesut Barzani:

- Rojava Devrimi falan hikayedir; PKK bir emrivaki yaparak Rojava’ya silah zoruyla el koymuştur ki, bu da kabul edilemez, demekteler.

Kabul edilmezse ne olur?

Türkiye bir yandan, Barzani öbür yandan Rojava’nın çevresine hendek kazar, dikenli tel ve duvar çekerler; ekonomik ambargo ile zorlanan Rojava halkı içeriden kışkırtılıp istikrarsızlaştırılır; aynı zamandan IŞİD ve el Nusra gibi radikal İslamcı örgütler içeriden dışarıdan Rojava’ya saldırı için desteklenir.

Şimdi yapılmak istenen budur.

Rojava’nın kolu bu yolla bükülerek Ankara ve Barzani tarafından kontrol altına alınmak isteniyor.

Bunun ucunda ortak bir askeri operasyon olabileceğine dair değerlendirmeler de yok değil.

 

YPG eşittir PKK mi?

Bu ortak ‘proje’nin başarı şansı nedir?

Önce birkaç noktayı belirtmekte yarar var.

Rojava’da gerçek güç YPG’nin elinde.

Silahlı Halk Birlikleri’nin Kürtçe kısaltılmışı olan YPG, ‘Rojava Devrimi’nin askeri gücü ve ana dayanağı.

YPG, PKK mi?

Bunu söylemek meseleyi fazla basite indirgemek olur.

Peki, YPG ile PKK birbirinden kopuk mu?

Elbette değil.

Ne kadar iç içeler, ne kadar değiller?

Bunun yanıtını tam olarak bilemem.

Ama hiç kuşkusuz kopuk değiller, aralarında mutlaka koordinasyon ve işbirliği var.

 

Suriye Kürtleri ile PKK ilişkisinin kökleri

Bu konuda, üst düzey bir YPG komutanı geçen Salı gecesi Kamışlı’da benim dikkatimi şu noktalara çekmişti:

(1) “Suriye Kürtleri PKK saflarında 5 bin şehit verdi.”

(2) “PKK’nin komutanları arasında çok sayıda Rojava Kürdü vardır.”

(3) “Suriye Kürtleriyle Türkiye Kürtleri birbirlerine çok yakın ve sıcaktırlar. Rojava’nın Türkiye’yle 500 kilometre civarındaki sınırı dümdüzdür. Akrabalık ilişkileri çok yakın olduğu için de iki tarafı birbirinden ayırmak hiç de kolay değildir.”

(4) “Bu arada Önder Apo hayatının 20 yılını bu topraklarda geçirmiştir. Bu yüzden Rojava Kürtleri için o bir efsanedir.”

(5) “Rojava Devrimi’yle yeni bir model uygulanmaya başladı. Bu model Önder Apo’nun felsefesini yansıtır. Bu modelin bu topraklarda yaratmış olduğu heyecan küçümsenmesin.”

 

Diktadan özerkliğe geçişin heyecanı 

Rojava Devrimi’nin yol açmış olduğu heyecana toplumun değişik kesimlerinde ben de tanık oldum.

Bu heyecanı sadece Kürtler değil, Süryaniler, Araplar ve Türkmenler arasında, ama özellikle kadınlar arasında gördüm.

Bu heyecanı yaratan ilk nokta ‘eşitlik’ti.

Yıllar boyu, Esad’ların azınlık Baas diktası altında özgürlükten yoksun olarak yaşamış, kimlikleri inkar edilmiş, baskı ve zülum görmüş insanların, yeni Rojava yönetiminde eşit olarak yer alıyor olmaları, mahallelelerinden başlayarak kendi kendilerini yönetmeye başlamaları, bir kez daha altını çiziyorum, heyecan yaratmış durumda.

Bu yeni model nedir deyince, cevap hep aynı:

“Özünde Apo’nun felsefesinin yattığı demokratik özerklik...”

 

Abartılmaması kaydıyla güçlükler

Peki ya güçlükler?..

Hiç kuşkusuz var.

Ambargo pahalılık yaratıyor.

İşsizliği besliyor.

Sağlık hizmetlerini aksatıyor.

Günlük yaşantıyı elektrik kesintileriyle, akaryakıt kıtlığıyla zorlaştırıyor.

Bütün bunlar, abartılmaması kaydıyla, yaşanmakta.

Abartılmaması diyorum, çünkü günlük hayat yine de akıp gidiyor. Suriye’nin başka yerlerindeki gibi perişanlık yok, açlık çekilmiyor.

Her şeyden önce can güvenliği çok büyük ölçüde sağlanmış durumda. Ara sıra, tek tük intihar saldırısı -hafta ortası Serekani’de olduğu gibi- yaşansa da, asayiş berkemal...

 

Ya büyük bir yangın çıkarsa?

Yarın ne olur?

Erdoğan’la Barzani, Rojava’yı istikrarsızlaştırabilirler mi?

Kol bükeyim derken Rojava’da kendilerine de sirayet edebilecek bir yangın çıkarabilirler mi?

Evet, altını çiziyorum, kendilerine de sirayet edebilecek bir yangın...

Bölgeyi barıştan daha da uzaklaştıracak, Suriye ve Irak Kürdistanı’nı karıştırırken, Türkiye’deki ‘çözüm süreci’ni de torpilleyecek bir büyük yangın...

Ankara eğer özellikle Kuzey Irak’la ilgili yakın tarihten gerekli dersleri çıkaramazsa, yani aklını ekmek peynirle yerse ya da ‘devlet aklı’nda çok derinlere gitmiş olan ‘Kürt fobisi’nden kendini kurtaramazsa, yine sancılı acılı bir dönem önümüzde açılabilir.

Kan ve gözyaşından sonraysa, gün gelir hayatın gerçekleri yine herkesi ‘barış masası’na oturtur, ama olan acı çeken, hayatını kaybedenlere olur ve çok yazık olur.

Ve bir soru:

Suriye iç savaşını yanlış okuyan Ankara, bu kez de Rojava’yı, ‘Kuzey Suriye’yi mi değerlendiremeyecek?..

Son söz:

Her şeye rağmen Erdoğan’la Barzani’nin akıllarını ekmek peynirle yiyeceklerine ihtimal vermek istemiyorum.

 

Rojava’nın unutulmazları…

Rojava’ya nasıl girdiğimiz bende saklı...

Rojava’da çok güzel, heyecan dolu günler yaşadım.

Hep evlerde misafir edildim, geceledim.

Kürt misafirperverliğini hiç unutamayacağım. Yediğim yemeklerin, kebapların, ettiğim kahvaltıların tadı hep damağımda kalacak.

Hele Bave Tarık’ın evinin sıcaklığı, Şirin ve Haim Haso’ların ev sahipliklerinin zarafeti hafızamdaki yerlerini her zaman koruyacak.

Saatler boyu bana içlerini olanca sahicilikleriyle döken Rojava Kürtlerini, Süryanileri, Türkmenleri hep hatırlayacağım.

Birkaç satır da bana Rojava’da, Kamışlı’da kucak açan Kürt gazeteci kardeşlerim için yazmazsam her şey eksik kalır.

Kürt meslektaşlarımın içinde ‘komutan’ bir kadın gazeteciydi:

Berfin Hezil.

Savaş muhabirlğinin içinde pişmiş, iyi bir televizyoncu olan Berfin, bu arada hem bakışlarıyla, hem sesiyle bizim ‘gazeteci milleti’ni mükemmel disipline edebiliyordu.

Ele avuca kolay sığmayan kameraman -ve sade Türk kahveleriyle de anımsayacağım-  Zeynel Sirhak, beni hiç fotoğrafsız bırakmayan ve yazılarımı, fotoğraflarımı T24’e geçmekte yardımını esirgemeyen Sipan Pençewini ile Botan Gulan’a ve de bu seyahati -geçen yılki ‘çekilme süreci’ndeki gibi- birlikte planladığımız değerli Kürt meslektaşım Erdal Er’e ayrı ayrı teşekkürü bir borç bilirim.

 

İyi pazarlar!

 

Twitter: @HSNCML