Hasan Cemal

23 Kasım 2018

Erdoğan'ın işine geldiğinde hukuk, gelmediğinde guguk!

Hukuk adına oynanan kepazelik...

Saray basınında bir haber:

Hasan Cemal hakkında yakalama
kararı!

Fikret İlkiz soruyor soruşturuyor, böyle bir yakalama kararı yok, ne savcılığın haberi var, ne de emniyetin...
Perşembe sabahı New York'tan memlekete dönüyorum, pasaportu geçtikten sonra karşımda, elinde kamerasıyla bir meslektaş.
Soruyorum:

- Hayrola! Tutuklama kararı falan       
da yok, niye geldin ki?

Gülüyor:

- Yine de belki bir şey olur diye  
gönderdiler.

Bu sefer gülme sırası bende:

- Evet, her an her şey olabilir      
bu memlekette...

Murat kardeşim unutma, yalnız değilsin

Çünkü, bu memleket çoktan beri bir 'hukuk düzeni'nden yoksun...
Bak, sevgili meslektaşım Murat Aksoy yeniden hapiste. Uzun bir aradan sonra geçen gün yeniden tutuklanarak Metris Cezaevi'ne gönderilince, sosyal medya hesabına şu notu düşmüş:  

Hayat işte... İnsan yine de garip
oluyor. 421 günden sonra birkaç
gün olsa da hüzünlü ve üzücü.
Neyse... Uzatmayalım....   

Evet öyle sevgili Murat kardeşim.
Hüzünlü ve üzücü.
Ama canını sıkma.
Unutma, yalnız değilsin.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi serbest bırakılsın diye karar veriyor Selahattin Demirtaş hakkında.
Diyor ki:

Demirtaş makul sürede
yargılanmadı.
Özgürlük hakkı çiğnendi.
Serbest seçim hakkı ihlal edildi.
Bağımsız siyasal tartışması
sınırlandırıldı.
Herhangi bir iddianame
olmadan uzun süre tutuklu
kaldı.
Bunlar, Türkiye’de demokrasiye
tehdittir.

AİHM'nin bu kararına Tayyip Erdoğan'ın tepkisi sadece iki kelimelik oldu, "Bizi bağlamaz!" dedi geçti.
Erdoğan böylece hukuk tanımazlığının altını bir kez daha kalın olarak çizdi.
Hem Türkiye Cumhuriyeti devletinin 1954'ten beri altında imzası olan uluslararası anlaşmayı hiçe saydı, hem de yine kendi devletinin yasalarını kim bilir kaçıncı kez çiğnedi.
Türkiye'nin devlet olarak altına 1954'te imza koyduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 46. maddesi şöyle der:

Yüksek Sözleşmeci Taraflar,
taraf oldukları davalarda
Mahkemenin kesinleşmiş
kararlarına uymayı taahhüt
ederler. 

Erdoğan'ın bu çerçevede çiğnediği diğer iki yasa maddesine gelince...  
Anayasa'nın 90. maddesi:

Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin
milletlerarası andlaşmalarla,
kanunların aynı konuda farklı
hükümler içermesi nedeniyle
çıkabilecek uyuşmazlıklarda
milletlerarası andlaşma
hükümleri esas alınır.

Hukuk da benden sorulur düzeni, aslında 'gukuk düzeni'dir

Erdoğan, "AİHM'nin kararı bizi bağlamaz" derken, yalnız Anayasa'yı değil, aynı zamanda Türk Ceza Kanunu'nun 277/1'ini de, birçok kez yaptığı gibi yine yerle bir etmiştir:

          Görülmekte olan bir davada veya
          yapılmakta olan bir soruşturmada
          (…) yargı görevi yapanı (...)
          etkilemeye teşebbüs eden kişi, 2
          yıldan 4 yıla kadar hapis cezasıyla
          cezalandırılır.
          (* VE TAHA AKYOL'DAN BİR DÜZELTME)

Uluslararası sözleşmeler, anayasalar, yasalar böyle der ama...
Erdoğan başkadır!
Onun işine geldiği zaman hukuk, gelmediği zaman guguk vardır.
Tek adamlık zihniyeti işte budur.
Hukuk da benden sorulur düzeni, aslında 'gukuk düzeni'dir.
Erdoğan ancak işine geldiği zamanlar 'hukuk'u anımsamıştır. Geçmişte bir değil, iki değil, tam üç kere AİHM'e başvurmuştur. 
İlk başvurusunu, 1999’da okuduğu bir şiirden mahkûm olup hapse girdiğinde yapmış, şöyle demiştir:

Hukukumuzu son noktasına kadar       
arayacağız!

2002’deki mahkûmiyetinden dolayı bu kez adli sicil kaydının silinmesi için yerel mahkeme ve Yargıtay kararları aleyhine ikinci kez AİHM’e başvurmuştur Erdoğan.
Üçüncü başvurusuna gelince...
Yüksek Seçim Kurulu, 2002 genel seçimlerinde milletvekili olamayacağına karar verince, Erdoğan yine AİHM’e gitmiştir:

Bu bir özgürlük mücadelesidir!

Erdoğan'ın özgürlük anlayışı budur.
Ya da Erdoğan gibilerinin diyelim.
Çünkü Erdoğan gibiler çok eskilerden beri sadece kendileri için özgürlük isterler.
Sadece kendileri için demokrasi isterler.
Böyle olduğu için de, bu memleket hiç bir zaman birinci sınıf bir hukuk devleti olamadı.
Birinci sınıf demokrasi olamadı.
Erdoğan'la birlikte demokrasinin ikinci sınıfı da uçtu gitti.
Bakalım, yakalayabilecek miyiz?
______________________________________

*Bu yazım çıkınca, Taha Akyol'dan yanlışımı düzelten bir not geldi. Sevgili Taha'nın bu notunu aşağıda aynen paylaşıyorum:

Taha Akyol, Hürriyet, 29.10.2015 Perşembe

YARGI siyasi iktidara nasıl bağımlı hale getirildi; bu uzun hikâyeyi sadece bir tek kanunu örnek vererek anlatacağım.
18 Haziran 2014’te 105 maddelik bir “torba kanun” çıkarıldı. Kanunun bir maddesi, yargıya nasıl müdahale edildiğinin belgesidir. Kanunlaşmış belge!
Türk Ceza Kanunu’nun 277. maddesine göre ister “soruşturma” aşamasında olsun, ister “kovuşturma” yani mahkeme önündeki yargılama aşamasında olsun, hukuki süreci etkilemek, hele de emir vermek, baskı yapmak suçtur. Evrensel hukukta da böyle.
Fakat söz konusu torba yasadaki 69. madde ile metinden “soruşturma” kelimesini çıkardılar; artık sadece “kovuşturma” yani yargılama aşamasında yargıya baskı yapmak suç olacaktı!
Böylece 17 ve 25 Aralık soruşturmalarında Adalet Bakanlığı tarafından savcı ve hâkimlere yapılmış olan baskılar, telefonla verilen emirler, yapılan tehditler suç olmaktan çıkarıldı!
Ben okuduğum hukuk tarihi kitaplarında sivil dönemlerde bunun bir örneğini görmedim.