Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanı, kalkıp dost ve müttefiklerine meydanlarda, “Ortadoğu’nun kanını ve petrolünü içenler!” diye bağırmaya başlamışsa, bir şeyler artık rayından çıkmış demektir...Tehlike çanları ekonomide de çalmaya başladı. Bunun altında, Erdoğan’ın özellikle Gezi sonrasındaki eyy eyy’leri yatıyor.
Eski Merkez Bankası Başkan Yardımcısı Prof. Fatih Özatay soruyor: "Yabancı bir fon yöneticisi olsanız, size yönetilmesi için verilen fonun kaynaklarını, neredeyse tüm komşularıyla sorunlu olan ve de ABD tarafından ‘güçlü’ şekilde ‘kınanan’ bir ülkeye yatırmakta gönülsüz olur musunuz olmaz mısınız?"
Tayyip Erdoğan’ın eyy eyy’leri, anlaşılan o ki, hiç bitmeyecek.
Ruhi halleri öyle.
Müthiş inişli çıkışlı.
Bir ağlıyor, bir gürlüyor.
Zaloğlu Rüstem gibi, elinde palası, cümle aleme sallamaya devam ediyor.
Geçen gün Rize’de eyy eyy’lerden payını yine Birleşmiş Milletler aldı. BM Güvenlik Konseyi’nin Amerika, Rusya, Çin, Fransa ve Britanya’dan oluşan beş büyükleri aldı.
Bu kez yenir yutulur gibi değildi sözleri.
Şöyle dedi Rize’de:
“Binlerce kilometre öteden Ortadoğu’ya müdahale edenler, Ortadoğu’nun hem kanını hem petrolünü içenler...”
Kan ve petrol içenler...
En önde gelen dost ve müttefiklerine böylesine ağır sözler edebilen, ağzından çıkanın ayarını sıkı sık böylesine kaçırabilen bir ülkenin başbakanı, o ülkenin dış politikasını nasıl, ne kadar sağlıklı yürütebilir?
Nasıl inandırıcı olabilir?
Bir daha sözü nasıl dinlenir?
Gerçekten akıl alır gibi değil.
'Büyük devletler dış siyaseti sokakta yapmaz'
Fransız devlet adamı Charles de Gaulle’ün bir sözü vardır. “Büyük devletler dış siyasetlerini sokakta yapmazlar” der.
Doğru sözdür.
Sokağın ve kitlelerin eforisine kendinizi fazla kaptırırsanız, kendi kişisel hırs ve emellerinize bir ölçünün ötesinde fren koyamazsanız, hem kendinizi, hem ülkenizi son derece fırtınalı sularda sonu hüsranla bitebilecek yolculuklara çıkartırsınız.
Lütfen yazın bir kenara:
Başbakan Erdoğan'ın bu halleri, bir yandan Türkiye’yi içeride keskin cephelere ayırırken, feci şekilde kutuplaştırırken dışarıda da, ama yalnız Batı’da değil Doğu’da da, yalnızlaştırmaya devam ediyor.
Dış politika, diplomasi barış için vardır, refah için vardır, itibar için vardır. Diplomasi, dost ülkelerin sayısını arttırmak için vardır. Yalnızlaşmak için, dışlanmak için, tecrit olmak için yapılmaz dış politika…
Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanı, kalkıp dost ve müttefiklerine meydanlarda, “Ortadoğu’nun kanını ve petrolünü içenler!” diye bağırmaya başlamışsa, bir şeyler artık rayından çıkmış demektir.
Ve ortada izaha muhtaç bir psikolojik durum var demektir.
Yazık.
AK Parti’nin içinde, AK Parti’nin tepelerinde, iş aleminin AK Parti’ye yakın odaklarında akil insanlar, sağduyu sahibi insanlar, hiç olmazsa kapalı kapıların arkasında, “Sevgili kardeşim, sen n’apıyorsun?” diyemeyecekler mi, hala demiyorlar mı Tayyip Erdoğan’a?..
Ekonomide 'ideolojik dış politika' tehlikesi
Yine yazımın başına dönüyorum.
Evet, Erdoğan’ın eyy eyy’leri böyle devam ederse, ekonominin başını da derde sokacak!
Yıllardır şöyle ya da böyle iyi giden bir ekonomimiz var. AK Parti hükümeti, vergide olduğu gibi bazı yapısal reformlar konusunda ipe un serilmiş olsa da, ekonomiyi bugüne kadar iyi götürdü. Ekonomide istikrar ve büyüme çizgisi yakalandı.
Bu gerçek elbette teslim edilmeli.
Ama bugün gelinen noktada tehlike çanları ekonomide de çalmaya başladı. Bunun altında, Erdoğan’ın özellikle Gezi sonrasındaki eyy eyy’leri yatıyor.
“Şu sıralarda Türkiye’nin de aralarında bulunduğu yükselen piyasa ekonomileri için hazırlanmış raporlardan herhangi birini açarsanız göreceğiniz şu:
Sermaye akımlarının (dış borç girişlerinin) durması halinde en fazla etkilenecek ülkeler araştırılıyor. Adı geçen birkaç ülke arasında Türkiye de var.
Temel nedeni belli:
En fazla etkilenecek ülkeler, en fazla cari açık veren ve dolayısıyla dış borca en fazla ihtiyacı olan ülkeler. Hele bir de bu ülkeler son yıllarda yüklü miktarda kısa vadeli borçlanmışlarsa... Türkiye gibi...
Salt bu nedenle komplo kuramcılarının iştahını kabartacak bir ekonomik ortam var son günlerde. Ama gelin komplo kuramlarını bir tarafa bırakarak düşünmeye başlayalım:
Yabancı bir fon yöneticisi olsanız, size yönetilmesi için verilen fonun kaynaklarını, neredeyse tüm komşularıyla sorunlu olan ve de ABD tarafından ‘güçlü’ şekilde ‘kınanan’ bir ülkeye yatırmakta gönülsüz olur musunuz olmaz mısınız?
Dikkat:
Uzmanı olmadığım dış politika alanında ahkâm kesmiyorum. Türkiye öyle değil de böyle yapmalı falan demiyorum. Elbette Türkiye’nin neredeyse herkesle kavga eder hale gelmesinden ve giderek yalnızlaşmasından hoşlanmıyorum. Ama tüm bunlar bir tarafa; salt ekonomik açıdan baktığınızda, böyle bir ülkeye ilişkin risk algılaması artar mı artmaz mı? Üstelik bir de ABD’den böyle bir açıklama gelmişken?..
Elbette borsa düştü, kur ve faiz arttı diye ‘haklı ve gerçekçi’ olduğunu düşündüğünüz dış politikanızı radikal biçimde değiştirecek değilsiniz.
Dış politikamız diyelim ki haklı.
Peki, gerçekçi mi?
Türkiye’nin çıkarlarını gözetiyor mu?
Çok sayıda uzman bu sorulara olumsuz yanıt veriyor. Türkiye’nin dış politikasının giderek ideolojik bir bakış açısıyla oluşturulduğuna dikkat çekiyor. Bakalım önümüzdeki günlerde neler göreceğiz.”
Tehlike yaklaşıyor
Eski Merkez Bankası Başkan Yardımcısı Fatih Özatay’ın bu uyarısı, hiç kuşkunuz olmasın, ekonomi kulisinde ya da iş aleminde çok daha açık dille yapılıyor.
Ama bu konudaki kaygılar, Erdoğan korkusu yüzünden -ve nasıl olsa bundan sonraki seçimleri de o kazanacak diye- kapalı kapılar arkasında kalmaya devam ediyor.
Oysa tehlike yaklaşıyor.
Tekrar altını çizmekte yarar var:
Tayyip Erdoğan’ın eyy eyy’leri sadece psikolojik mesele değil, çünkü o aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanlık koltuğunda oturuyor tam on yıldır…
Twitter: @HSNCML