Hasan Cemal

27 Temmuz 2013

Erdoğan'ın düşündürücü halleri ve dananın kuyruğu...

2002 sonrasında demokrasi mücadelesi veren Erdoğan’la bugünkü Erdoğan aynı değil. Kendi partisinin içinde de bu değişimi teşhis edenler var ve sayıları artıyor.

2002 sonrasında demokrasi mücadelesi veren Erdoğan’la bugünkü Erdoğan aynı değil. Kendi partisinin içinde de bu değişimi teşhis edenler var ve sayıları artıyor. Kapalı kapılar arkasında her geçen gün daha çok sorgulanan bir Erdoğan var.

 

Erdoğan’ı Menderes, Demirel ve Özal’dan ayıran bir fark şu; onların karşısında çok sesli bir basın mevcuttu. Erdoğan’ın eseri olan eleştiri özürlü bu medya düzeni, Erdoğan’ın tehlikeli akıntılara kapılmasında büyük pay sahibidir.

           

Başbakan Erdoğan yanlış sularda seyrediyor. Bu sular onu da, Türkiye’yi de barış ve huzura götürmez. Bu sular onu da, Türkiye’yi de demokrasi ve hukukun üstünlüğüne taşımaz.

Bu sular ‘fırtına’ya açılıyor.

Başbakan Erdoğan, özellikle Gezi Parkı’ndan beri kendini öylesine akıntılara kaptırmış durumda ki, eğer kurtulamazsa, not edin bir kenara, Türkiye’yle birlikte AK Parti’yi de fırtınalı bir dönem bekliyor demektir.

Zaman’daki yazılarını öteden beri ilgiyle izlediğim İhsan Dağı’nın salı günkü makalesi, “Dünyada dostunuz yoksa demokrasi de zor!” başlığını taşıyordu.

Tayyip Erdoğan’a yönelik iyi niyetli bir uyarı yazısıydı. Erdoğan’ın son zamanlarda ‘eski Türkiye’nin militarist ve ulusalcı söylemine kaydığını belirtiyordu İhsan Dağı…

 

'Bütün dünyayla kavga ederseniz yalnızlaşırsınız'           

Yazının giriş bölümü şöyleydi:

“Bütün dünya ile kavga ederseniz dünyadan kopar, içe kapanır ve yalnızlaşırsınız.

İçeride de rahat olamazsınız, çünkü meydan okuduğunuz düşmanlarınızın sizi içeride de rahat bırakmayacağını varsayar, kendi insanlarınız arasında işbirlikçi iç düşmanlar ararsınız.

Dışta ve içte düşmanlarla çevrelendiğinizi düşündüğünüzde artık siyaset değil savaş meydanlarındasınızdır ve savaşta da her şey mübahtır. Demokrasi de, özgürlükler de, hukuk da ertelenebilir; varlığınız tehdit altındadır çünkü.”

 

'Bugün AKP doğru söylüyorsa,

dün ulusalcıların AKP'ye karşı söyledikleri de doğruydu!' 

İhsan Dağı şöyle devam etmişti: 

“Bu tür bir dünya algısı ve akıl yürütmesi ‘eski Türkiye’nin militarist siyasal retoriğinde hep başroldeydi; toplumu disiplin altına almanın, siyasetin alanını daraltmanın vazgeçilmez aygıtıydı.

Korkarım ki ‘eski Türkiye’nin bu en köhne ve kaba diline, yöntemine, aygıtına yeniden savruluyoruz. Buradan demokrasi çıkmayacağı tecrübeyle sabit...

Türkiye’nin dünyaya açıldığı, Avrupa Birliği üyeliğini zorladığı, küresel sermayeyi cezbetmeye çalıştığı, bölgedeki çatışmaları sonlandırmaya uğraştığı dönemlerde AK Parti’ye karşı akıl dışı bir muhalefet yapan ulusalcılar tam da bunu söylüyorlardı:

‘Bütün dünya bize düşmanken, siz nasıl onlarla dost olabilirsiniz? Demek ki siz de işbirlikçisiniz!’

Şimdi bu mantığın aynısını AK Parti’nin yürütmesi çok şaşırtıcı.

Bugün bu düşman dilini ve komplo teorilerini kullanan AK Parti doğruyu söylüyorsa eğer, dün ulusalcıların AK Parti karşısında söyledikleri de doğruydu o zaman…

Ama değil, ikisi de yanlış!”

 

Düşman arayan söylemde çare demokrasi olmaz

İhsan Dağı’nın dediği gibi, her iki mantık da tümüyle yanlış…

Her yerde düşman arayan bu militarist söylem ve uygulamalar, Soğuk Savaş boyunca Türkiye’nin peşini hiç bırakmamıştı. O zamanlar daha çok köşe bucak komünist aranır, Moskova ajanları aranır, bunun için cadı kazanları kaynatılırdı.

Sonra bölücü ve gerici avları ağır basmaya başlamıştı memlekette. İç ve dış düşmanlar dolayısıyla hep uyanık olmak zorundaydık. Yoksa bölücülük kazanır, irtica kapımızı çalardı.

Çare, fazla demokrasi olamazdı.

Çare, gerçek hukuk devleti olamazdı.

Çare, AB’deki kadar demokrasi olamazdı.

Bölünmek istemiyorsak, Türkiye’nin ikinci, üçüncü sınıf demokrasi ile vaziyeti idare etmesi gerekiyordu.

Çare buydu.

 

İki Erdoğan arasındaki değişimi görenler AKP'de de artıyor

Ayrıntıya girmiyorum, Tayyip Erdoğan bu zihniyetle 2002 sonrası demokrasi adına iyi mücadele verdi, Türkiye mesafe aldı.

Ama bugünle, o zamanki Erdoğan aynı Erdoğan değil. Kendi saflarında da, kendi partisinin içinde de bu değişimi görenler, teşhis edenler var ve sayıları çoğalıyor.

Erdoğan bu gerçeğin ne kadar farkında bilemiyorum. Kendi yüzüne söylenenlerle, kapalı kapılar arkasında söylenenler, yapılan tartışmalar epeyce farklı...

Ve kapalı kapılar arkasında her geçen gün daha çok eleştirilen, sorgulanan bir Tayyip Erdoğan var. İktidarda geçen yılları uzadıkça, Menderes de, Demirel de, Özal da böyle bir süreçten fazlasıyla nasiplerini almışlardı. Kendi yüzlerine her şey söylenmezdi, ama gıyaplarında eleştirilirlerdi.

Böyle bir süreç şimdi Erdoğan için de tik tak işliyor, üstelik hızlanarak…

 

Kul gibi tabi medya düzeniyle tehlikeli akıntılara kapılmak 

Şunu belirtmekte yarar olabilir:

Erdoğan’ı Menderes, Demirel ve Özal’dan ayıran bir fark var. Onların karşısında çok sesli bir basın mevcuttu ve gerçek muhalefet yapabiliyordu.

İşte fark bu noktada.

Bu açıdan Erdoğan bugün ‘şanslı’dır, çünkü ona kul gibi tabi, ona karşı son derece munis bir medya düzeni var, kendisinin adım adım yaratmış olduğu…

Elbette şans sözcüğü burada ne kadar isabetli, tartışılabilir. Çünkü daha çok Erdoğan’ın eseri olan fazlasıyla eleştiri özürlü bu medya düzeni, Erdoğan’ın kendisini demokrasi açısından tehlikeli akıntılara kaptırmasında büyük pay sahibidir.

 

11 yıllık iktidar olgunlaştırmadı 

Neredeyse 11 yıla varan bir iktidar döneminin bütün yaşanmışlıkları, ne yazık ki, Erdoğan’ı siyaseten olgunlaştırmadı; daha demokrat, daha hukuka saygılı, daha sakin bir akil adam yapmadı.

Dananın kuyruğunun birçok bakımdan kopacağı 2014 yılı kapıdayken, Tayyip Erdoğan’ın bu halleri gerçekten çok düşündürücü!

Hem AK Parti, hem Türkiye için öyle.

 

Twitter: @HSNCML