Erdoğan'la Putin'in St. Petersburg zirvesi...
Önemli ve olumlu bir gelişme.
Hiç kuşkusuz öyle.
Sözü uzatmak gerekmiyor.
Türkiye’yle Rusya arasındaki ilişkilerin yeniden normalleşmesi ve her alanda gelişme rayına oturması her iki ülkenin de yararınadır.
Bunu özellikle vurguladıktan sonra bir başka noktaya işaret etmek istiyorum.
Türkiye’nin Rusya’yla ilişkilerini, Avrasya’yla muhtemel ilişkilerini, ABD ve AB’nin alternatifi olarak görmek yanlıştır.
Türkiye’nin Washington’la Moskova arasındaki dengeleri kollaması ve Doğu’yu Batı’nın alternatifi olarak görmekten kaçınması gerekir.
Dengeler önemlidir!
Türkiye’nin ‘coğrafyası’ndan da kaynaklanan bu dengeleri koruyup kollamak, hem Türkiye’nin genel çıkarları, hem de bölgesel barış ve istikrar açısından doğru bir politikadır.
Türkiye, İkinci Dünya Savaşı sonrasında, ‘soğuk savaş’ın en şiddetli zamanlarında bile bu Doğu-Batı dengelerine özen göstermiştir.
Türkiye’yle Rusya arasındaki ilişkilerin yeniden normalleşmesi ve her alanda gelişme rayına oturması her iki ülkenin de yararınadı
Hatırlayın.
Türkiye’nin Amerika’yla çatıştığı, Türk-Amerikan ilişkilerinin kriz yaşadığı bazı dönemlerde, Ankara’dan blok değiştirme sesleri bile yükselmiş ama bir yerde frene basılmıştı.
1960’ların antikomünist Başbakanı Demirel, bir yandan ‘ortanın solu’nu ilan etmiş CHP’ye “Moskova’ya, Moskova’ya!” diye bağırırken, aynı zamanda Sovyet kredileriyle İskenderun Demir Çelik, Seydişehir Alüminyum gibi büyük kamu yatırımlarını yapmıştı.
O soğuk savaş yıllarının iktidarları, Türkiye’nin Batı Bloku’ndaki yerine sahip çıkarken, “Türkiye’nin Doğu’ya bakan yüzünün de, Batı’da elini güçlendireceği” şiarını benimsemişlerdi.
Türkiye’nin tarih ve coğrafyasından kaynaklanan nedenlerle Moskova’yla iyi ilişkilere her zaman özen göstermişlerdi.
1964 yılıydı.
Amerika’yla ilişkiler Kıbrıs yüzünden krize yakalanınca, Başbakan İsmet İnönü ünlü demecini patlamıştı:
“Yeni bir dünya kurulur, Türkiye de yerini alır.”
Ama o yeni dünya kurulmamıştı.
Türkiye 1970’lerin sonlarına doğru derin bir ekonomik krizin pençesinde kıvranıyordu.
Zamanın Başbakanı Demirel’in deyişiyle 70 sente muhtaç hale gelmiştik.
Yıl 1978, bu sefer Ecevit Başbakan.
Türkiye ham petrol ithal edemiyor, ülkede benzin, mazot kuyrukları uzadıkça uzuyordu.
Ecevit Moskova’ya gitmeye karar verdi.
Bu arada Kıbrıs yüzünden Washington’la ilişkiler kötüydü, Amerika ‘askeri ambargo’yu gevşetmiyor, Türkiye’yi 70 cente muhtaç bırakıyordu..
Başbakan Ecevit, “Duvar’ın öbür tarafına atlamak”tan söz ederek, Türkiye’nin NATO’dan, Batı Bloku’ndan kopabileceğini belirtmiş, Amerika’ya gözdağı vermişti.
Ecevit’in başbakan olarak 1978’deki Moskova ziyaretini Cumhuriyet muhabiri olarak izlemiştim.
Türkiye Başbakanı, buğday karşılığında Sovyetler Birliği’nden 3 milyon ton ham petrol almanın peşindeydi.
Heyetteki Dışişleri Bakanı rahmetli Gündüz Ökçün demişti ki:
“3 milyon ton ham petrol yaklaşık 300 milyon dolar... Sovyetler’e geçen yıl ancak 90 milyon dolarlık ihracat yapabilmişiz. Artık ihracatı arttırmayı öğrenmemiz lazım. Yeni pazarlar bulmamız şart. Başka çare yok.”
38 yıl geçmiş aradan.
Şimdi, ne o zamanki Türkiye kaldı, ne de artık bugünün Rusya’sı Sovyetler Birliği...
O devirler tarih oldu.
Ama değişmeyen bi şeyler yine var.
Ankara’dan kırk yıl öncesine benzer yeni Türkiye yeni dünya sloganları yükseliyor.
Amerika’yla ilişkiler belki de en kötü dönemini yaşarken, Türkiye yüzünü Rusya’ya, Avrasya’ya, Doğu’ya doğru iyice dönüyor.
Erdoğan’ın Putin’le St. Petersburg buluşmasının işte böyle bir çerçeveye oturduğu söylenebilir.
Bir kez daha vurgulamakta yarar var.
Türk-Rus ilişkilerinin tamir edilmesi, normalleşmesi elbette çok olumlu bir gelişme olacaktır.
Ama bu olumlu gelişmeyi, Amerika’yla ilişkilerin bir alternatifi olarak görmek yanlış olacaktır.
Son söz:
İki tarafla da dengeleri koruyup kollamak, her iki tarafla da ilişkileri geliştirmek, geçmişte olduğu gibi bugün de Türkiye’nin menfaatinedir.