Hasan Cemal

25 Haziran 2015

Erdoğan güçlendikçe, partisini ‘devlet partisi’ yaptı! AKP bundan kurtulacak mı?..

AKP’nin bunu başarmasının ilk adımı, Erdoğan’la arasına mesafe koymasıdır

Siyaset meydanında atış serbest!
7 Haziran’da bir ‘kabus’tan uyandığımız için öyle.
Artık siyaset konuşuyoruz, tartışıyoruz.
7 Haziran sonrası siyasetin alanı genişledi.
Tek adam’ı tartışmaktan gına gelmişti.
Siyaset izleyen ‘gazeteci milleti’nin de yüzü gülüyor.
Özellikle Ankara gazeteciliği yıllar sonra canlanmaya başladı.
Başkentte politika kulisi hareketleniyor,  TBMM’nin loş koridorları yeniden renkleniyor.
Neden mi?
Saray’daki Sultan’ın hayaleti siyaset meydanını ufak ufak terk etmek zorunda kalıyor da ondan...

 

Gazetecilik yeniden nefes alıyor

TBMM’deki yemin töreni de rengârenkti.
Meclis’te temsil yelpazesi son derece genişlemişti.
Özellikle kadın milletvekillerinin sayısında -tabii HDP sayesinde- artış oranı çarpıcıydı.
Kiminin başı açık, kiminin örtülüydü.
Pantolonlu kadın milletvekilleri de dikkat çekiciydi.
Bu arada kimileri yumruğunu havaya kaldırarak ant içti.
HDP’den ‘Sayın Öcalan’ da en genç milletvekili olarak Başkanlık Divanı’ndaki yerini almıştı. 
Gazeteci milleti yeniden kulislerde haber aramaya başladığı için, istediği gibi soru sorup tartışma konuları açabildiği için hayatından memnun gözüküyordu.
Evet, bu durum özgürlük diye de nitelenebilir.
Abartıyor muyum?..
Gazeteciliğin Saray tarafından fena halde sindirildiği bir dönemi arkamızda bırakıyoruz.
Bu nedenle, şu sıralar bazı abartılı durum değerlendirmeleri biraz hoş görün.

 

Kenarından döndüğümüz uçurum çok derindi

Gazeteci milleti özgürlüğüne kavuştu mu?

 

Yoksa sorunlar elbette dağ gibi...
Ama sorunlar bir tek adam iktidarında derinleşecekti.
Unutmayın.
7 Haziran’da uçurumun kenarından döndük.
Bu öncelikle HDP’nin yüzde 10 barajını yerle bir etmesiyle gerçekleşti.
Yaşanan tehlikenin büyüklüğü ileride daha iyi anlaşılacak.
Saray’daki Sultan’ın demokrasi, hukukun üstünlüğü, yolsuzluk ve rüşvet, israf ve görgüsüzlük, Suriye başta olmak üzere dış politika, çözüm süreci gibi temel meselelerde bu memlekete ne büyük kötülükler yaptığı zamanla çok daha iyi görülecek.
Bugün ‘koalisyon’u tartışıyoruz.
Uzlaşma, diyalog ağır aksak da olsa yeniden gündeme giriyor.
Bu yüzden iyimserim.

 

7 Haziran’ın AKP’ye çıkardığı rota

 

TBMM’deki yemin töreni rengârenkti, HDP’den ‘Sayın Öcalan’ da oradaydı

Türkiye yüzünü yeniden demokrasiye,  özgürlüğe, barışa dönüyor.
Sonrasının da kolay olmadığını biliyorum.
Ama salı günü TBMM bahçesinde şen şakrak işlerini yapmaya koyulmuş meslektaşlarımı televizyon ekranlarından izlerken mutlu oldum.
Türkiye’de yeni bir dönem, bir demokrasi ve özgürlük dönemi açılabilir.
Ya da gerçek ‘yeni Türkiye’nin yoluna taşlar döşenebilir.
İnanıyorum, inanmak istiyorum buna.
Siyasette ‘normalleşme’ye ilişkin sinyaller yeniden yanıp sönüyor.
Bu bakımdan 7 Haziran çok önemli bir başlangıç oldu.
Şimdi önemsediğim bir başka konuya gelince...
Bu da AKP ile ilgili.
AKP, Erdoğan’a mesafe koyabilecek mi?
Erdoğan’ın anayasal sınırları içine çekilmesini sağlayabilecek mi?
Hukuk konusunu ciddiye alacak mı?
Yolsuzluk dosyalarını açacak mı?
Çözüm süreci’ni önemseyecek mi?
Suriye başta olmak üzere dış politika alanını yeniden düzenleyecek mi?
Ekonomide yapısallar konusunu akla getirecek mi?
Kısacası:
AKP 7 Haziran’dan gerekli dersleri çıkartabilecek mi, yani Tayyip Erdoğan’ı yerli yerine oturtabilecek mi?
Yazımı noktalarken, özellikle AKP’lilerin Nilüfer Göle’nin şu satırlarını dikkatle okumalarını diliyorum:

 

8 Haziran sabahı arkamızda ne bıraktık?  

Seçim sonrası ilk göze çarpan, rahatlamış bir toplum, daha iyimser insanlar.
8 Haziran sabahı toplumun psikolojisi değişmişti.
Seçim öncesi siyasi bahisler çok yüksekti.
Bu da sinirleri germiş, demokrasiyi zor bir teste tabi tutmuştu. Otoriterleşme sarmalı, tek parti iktidarı, HDP'nin barajı geçememe durumu, seçimlerde hile yapılacağı söylentileri...
8 Haziran sabahı uyandığımız Türkiye tüm bunları geride bıraktı.
Toplum, çok partili sisteme geçtiğimizden beri, devletin elinin ağırlaşmasına karşı, birçok kez olduğu gibi, demokratik refleks verdi.
Tek aktör patolojisine karşı tepki verdi.

 

Farklı coğrafyalardan gelen akıntılar

 

AKP oyların yüzde 40'nı almasına rağmen, Türkiye üzerindeki gelecek vizyonunu kaybetti.
Siyasal ajandayı tek başına belirleme becerisini yitirdi. 
Artık Türkiye’yi, Putinvari otoriter rejimlerle, oryantal despotizm modelleriyle ya da Mursi ve Müslüman Kardeşler'le eş kader tutan söylemlerle açıklayamayız. Türkiye otoriter rejimlerin kaderini mi paylaşıyor diye haklı olarak endişelenirken, İspanya ve Yunanistan gibi Avrupa’nın güneyiyle benzerlikler gösteren siyasi bir kültürel havzanın parçası mı oluyor sorusu akla geliyor.
Nitekim Gezi ruhu gibi, İspanya’daki Podemos “kızgınlar” hareketi de siyasete damgasını vurdu.
Bu rüzgarı arkasına alan kadın siyasetçiler, Barcelona ve Madrid belediye başkanlıklarına seçildiler, muhafazakâr adayları yendiler.
En azından farklı coğrafyalardan gelen birçok siyasi akıntının birbiriyle yarıştığı bir Türkiye var karşımızda. Bu da yeniden Türkiye farklılığına daha duyarlı olmamız gerektiğini gösteriyor.

 

‘Hakikat rejimi yok oldu’

 

AKP, 2003'te bir yandan radikal İslamcılık hareketini yeni bir siyasi partiye dönüştürürken, Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne üyelik sürecinin uyum sorumluluğunu, reformlarını üstlenmişti.
Giderek Avrupa çapası yok oldu. Bunda Avrupa'nın hatalarını göz ardı etmeyelim.
Buna rağmen ben Türkiye'de demokratikleşme ivmesinin devam edeceğine inandım.
Ancak AKP güçlendikçe devlet partisi oldu, etrafında fırsatçılar oluştu, aydınlar, medya, sivil toplum kuruluşları tek telden yüksek sesle konuşmaya başladılar.
Dahası kurumlar aşındı.
Derin devlet içinde derin devlet söylemleri, bağımlı yargı vs. hakikat rejimi yok oldu.
Neden ve nasıl bir şeyler kötü gitmeye başladı?
Yakın tarihimizin daha soğukkanlı bir mercekten araştırmasını yapmamız gerekiyor. (Selin Olgun söyleşisi, Cumhuriyet)

 

İlk adım

Yazımı noktalarken, Nilüfer Göle’nin şu sözlerinin altını bir kez daha çiziyorum:

“AKP güçlendikçe devlet partisi oldu, etrafında fırsatçılar oluştu, aydınlar, medya, sivil toplum kuruluşları tek telden yüksek sesle konuşmaya başladılar. Dahası kurumlar aşındı. Derin devlet içinde derin devlet söylemleri, bağımlı yargı vs. hakikat rejimi yok oldu.”

AKP devlet partisi olmaktan kurtulabilir mi?

AKP’nin bunu başarabilmesinin ilk adımı, kendisini devlet partisi haline getiren Tayyip Erdoğan’la arasına mesafe koymasıdır.