Hasan Cemal

15 Ağustos 2013

En çok uzun seyirleri özleyen büyük denizci...

Kalimnos'tan Paros adasına doğru seyrediyoruz. Gökova’dan bir ses yükseliyor, hiç ihtiyarlamayan bir denizcinin sesi bu, Sadun Boro’nun: “En çok uzun seyirleri özlüyorum” diyor. Hüzünlü titreşimler var bu sözde... Beni de hüzünlendiriyor.

Kalimnos'tan Paros adasına doğru seyrediyoruz. Gökova’dan bir ses yükseliyor,  hiç ihtiyarlamayan bir denizcinin sesi bu, Sadun Boro’nun: “En çok uzun seyirleri özlüyorum” diyor. Hüzünlü titreşimler var bu sözde... Beni de hüzünlendiriyor.

 

Uzak denizleri özlediğini anlatıyor Sadun Abi: “O uzun seyirlerde denizle, gökyüzüyle öylesine baş başasındır ki, sadece denizle boğuşur, sevişirsin. Öylesine bir baş başalıktır ki bu, üç torba altının olsa bir dilim ekmek alamazsın, bir dilim ekmek...”

 

Yıldızlar tepemizde. Ne kadar parlak, ne kadar yakın. Büyüleyici bir görüntü. Sürekli kayan yıldızlar bir başka âlem... “Deniz korkusu”nu azaltıyor gökyüzündeki bu harika cümbüş... Sayende denizi sevmeye başladık Sadun Abi, sana şükran borcumuz var.

AMORGOS, Ege’de bir ada                                                                                  

 

Vira bismillah!

Kalimnos adası günün son ışıklarıyla arkamızda kalıyor. Ağır ağır yitip giden liman ışıl ışıl, sanki yangın yeri...

Denizci deyişiyle:

Rüzgârımız bol, denizimiz az olsun!

Paros adasına kadar 15-16 saat yolumuz var, yelkenlimiz Peace’le. Her şey yolunda giderse, ertesi gün öğle vakti Paros’tayız.

Hava beklediğimiz gibi. 26 knot esiyor. Rüzgârı kafadan alıyoruz. Henüz Kalimnos’un kuytuluğunda olduğumuz için o kadar hissetmiyoruz havayı.

Arada bir sağanaklar sert vuruyor. Açık denize çıkınca anlayacağız Hanya'yı, Konya'yı. Biraz dayak yiyeceğimiz kesin gibi...

Mehtap pırıldamaya başladı, ağır ağır yayılıyor denize. Dalgaların üstündeki o gümüşî oynaşmalar o kadar güzel ki...

Tuhaf bir heyecan. Ve denizin insana verdiği özgürlük duygusu... Günlük hayatın, vıdıvıdıların esaretinden kurtulma hissi bir anda uyanıyor içimde...

Tam önümüzde Çoban yıldızı, koca bir fener gibi asılı gökyüzüne, ne kadar parlak. Bize rehberlik ediyor çalkantılı denizde...

 

Üç torba altının bir dilim ekmek etmediği uzun seyirler 

Gökova’dan bir ses yükseliyor, Karacasöğüt’ten. Hiç ihtiyarlamayan bir denizcinin sesi bu, Sadun Boro’nun:

“En çok uzun seyirleri özlüyorum.”

Hüzünlü titreşimler var bu sözde...

Beni de hüzünlendiriyor.

Efsane denizci 80 yaşını devirmiş durumda. Ama yıllar onu ihtiyarlatamıyor. Çünkü yaşamı boyunca her şeyini verdiği denizlerin koruması altında o.

“Uzun seyirleri özlüyorum en çok” cümlesini tekrarlıyorum, ne kadar uzun diye sesleniyorum ona Ege’nin ortalarından.

Sadun Boro keyifleniyor:

“Okyanus geçişlerini, çok uzak denizleri özlüyorum.”

Sonra takılıyor bana:

“Geçen yıl Marsilya’dan yelkenliyi getirdiniz. İki hafta Akdeniz’de seyrettin, Marmaris’e geldin. Neredeyse aylarca yazacaktın. Bir de benim gibi uzun seyirler yapsan, herhalde yıllar yılı yazardın.”

O büyük kahkahasını duyuyorum sevgili Sadun Abi’nin...

Sesi yine kulağımda:

“O uzun seyirlerde denizle, gökyüzüyle öylesine baş başasındır ki, başka hiçbir şey yoktur. Günler ve günler boyu yol alırsın yelkenlinle. Sadece denizle boğuşur, sevişirsin. Öylesine bir baş başalıktır ki bu, üç torba altının olsa bir dilim ekmek alamazsın, bir dilim ekmek... İşte en çok bunun için özlüyorum uzun seyirleri...”

 

Her gün işe giden milyonlarca karıncaya karışmak 

Birlikte içtiğimiz Yeni Rakı’sının ve tüttürdüğü ince purolarının kokusu burnumun ucunda... Kendisini neden şanslı addettiğine kulak veriyorum:

Yukarıdaki, bütün insanlara beş duyuyu vermiş. Bir duyuyu da, yani altıncı duyuyu da parmaklarının ucuyla şöyle bir serpmiş yukarıdan... İşte o serpintiden nasiplenen, ayrıcalıklı insanlardan biri de benim. Doğayı sevmek, doğanın farkında olarak onunla iç içe yaşayabilmek gerçekten bir imtiyaz. Yoksa her gün işe gidip gelen milyonlarca karıncadan biri de olabilirdim.”

Mehtaplı bir gecede, “İyi ki varsın Sadun Abi!” diye sesleniyorum Ege’den. Fena halde yükseliyor dalgalar. Rüzgârı tam kafadan alıyoruz.

Gökova’dan çınlıyor keyifli sesi:

Hasan Kaptan, teknede şambabası gibi oturma sakın. Ayrıca fazla dayak yemeden yol almaya bak.”

 

Çoban yıldızı denize düştü, gökyüzünde cümbüş var 

Sevgili Sadun Abi;

Öylesine bir gece ki, tam kafadan yiyoruz havayı. 29-30 knot esiyor, dalgalar gitgide büyüyor. Peace’in hızını kesiyor bu sert hava. Elimden geldiği kadar miçoluk yaparak Gökhan Kaptan’a yardımcı olmaya çalışıyorum. Bu gece istesem de şambabalık yok yani...

Hızımız 5 milin altına düştü.

Mehtap yitip gitti.

Çoban yıldızı çoktan denize düştü.

Kaptan, Levitha adasının kuytuluğuna girmeye çalışıyor. Hiç durmadan Paros yolculuğu anlaşılan gerçekleşmeyecek, arada mola vermekten başka çaremiz yok gibi.

Gece yarısından sonra saat iki. Rüzgâr, çarmıh tellerini öttürmeye başladı. Bu ses nedense beni hep irkiltir. Ayşe’yle Hanife’ye belli etmiyorum tabii...

Allah’tan yıldızlar var tepemizde. Ne kadar parlak, ne kadar yakın. Gözlerimi ayıramıyorum. Büyüleyici bir görüntü. Sürekli kayan yıldızlar bir başka âlem... ‘Deniz korkusu’nu azaltıyor gökyüzündeki bu harika cümbüş...

Sayende denizi sevmeye başladık Sadun Abi, sana şükran borcumuz var.

 

Yaşamak güzel şey!

Karaya iyice yaklaştık. Kaptan, radarla ağır ağır yol alıyor. Rüzgârla birlikte adalarda en sevdiğim şey, kekik kokuları burnuma çalınıyor. İçim yaşama sevinciyle doluyor.

Evet, yaşamak güzel şey!

Demir atamıyoruz. Çok derin. Saat 02.15, rüzgâr 26 knot. İskelemizden bir yolcu vapuru geçip gidiyor ışıl ışıl, Fellini’nin Hayal Gemisi...

Yeniden açıldık, dayak yiye yiye yol almaya çalışıyor Peace. Foş foş, bir batıyor, bir çıkıyor. Hem heyecan verici, hem tedirginlik verici...

Saat sabah 5’e doğru günün ilk ışıkları.

Bu kez bir başka adanın, Kinaros-Pningo’nun kuytuluğuna sığınma çabasındayız, sert havayla azgınlaşmaya başlayan dalgalardan kurtulmak için...

Elimde fener baş tarafa gidiyorum. Yine demir atacağım. Ama önce benim için hiç de kolay olmayan hazırlık safhası var, hep ciddiye almaya çalıştığım...

Kalimnos’tan gelirken 30-32 knot rüzgâr gördük. Gün ağarırken kafadan, kuzey, kuzeybatı esiyor, 20-25 knot arası...

Ve güneş, kırmızı bir portakal ya da bir ateş topu gibi etrafı kızıla boyayarak yükselirken 30 metreye demir atıp sakinleştik. Herkes bir köşeye çekilip biraz kestirmeye başladı.

Anlaşılan, Çarşamba günü Amorgos’ta mola verip ertesi gün Paros’a doğru yelken açacağız.

 

Okurlara not:  Fırsat buldukça, bir süre denizlerden yazmaya devam edeceğim.

 

Twitter: @HSNCML