Hasan Cemal

15 Ocak 2020

Eleştiriyi susturmak, özgürlüğü boğmak!

Gazetecilikte fikrî takip vardır, haberdi, yorumdu, kimsenin gözünün yaşına bakmadan dan dan dan yazılır

Gazetecilikte fikrî takip vardır.
Bir haber yakalandı mı, peşi bırakılmaz.
Sonuna kadar gidilir.
Haberdi, yorumdu, kimsenin gözünün yaşına bakmadan dan dan dan yazılır.
'Fikrî takip'in ne kadar kuvvetliyse, o kadar iyi gazeteci olursun.
Mehmet Yılmaz da öyledir.
Taktı mı peşini bırakmaz.
İnatla, sabırla takip eder.


Bu güzel huyu sevgili Mehmet'i sonunda mahkeme kapılarına kadar getirdi, ilk duruşması salı günüydü.
Mehmet Yılmaz kaç zamandır kancayı eski başbakan Binali Yıldırım'la mahdumlarının servetine takmıştı.
Malvarlıklarının kaynağını sorguluyor, açıklama istiyordu.
Binali Bey ise suskunluğu sevdi.
Ama sonunda dayanamadı, malvarlığına ilişkin bir açıklama yapmak yerine Mehmet Yılmaz'ı mahkemeye verdi, hakaret davası açtı.
Bir başka deyişle:
Erdoğan'ın yolunu seçmiş oldu Binali Bey de.
Neydi Erdoğan'ın yolu?
Hakaret davalarıyla eleştirel sesleri susturmak...
Muhalif odakları sindirmek...
İtirazı olanları korkutmak...
Sorusu olanlara, sorgulamaya kalkışanlara göz dağı vermek...
Uzun lafın kısası:
Türkiye'de hakaret davaları Saray tarafından yıllardır özgürlüklerin köküne kibrit suyu ekmenin bir yolu olarak kullanılmakta...
İnsanlar artık kapalı kapılar arkasında fısır fısır konuşur oldu.
Tweet atmaktan korkar hale geldi.
Bugün Türkiye'nin korku imparatorluğu hakaret davalarıyla besleniyor.
Ama ne yapsalar olmayacak.
Mehmet Yılmaz'lar yazmaya devam edecek.
Fikrî takip sahibi gazeteci milleti gazeteciliğini yapacak.
Yazmaya devam edecek.
Sorgulamayı sürdürecek.
Sorusunu soracak.
İtirazını, eleştirisini eksik etmeyecek.
Özgürlükleri boğmak öyle kolay değil.
Bir kez daha altını çizin:
Binali Bey'le mahdumlarının malvarlığını araştırmak hakaret değil, onları 'şeffaflığa davet'tir.
Neden kaçıyorsunuz, açıklasanıza!
Ayrıca ne yapsanız, Mehmet Yılmaz'ın elinden kurtulamazsınız.
Peşinizi bırakmaz.
İnatçıdır, fikrî takibi güçlüdür.
Mehmet'le bir konuda fena halde farklıyızdır:
O damardan Fener'li, ben fanatik Cimbom'lu...
2004 yılıydı.
İkimiz de Milliyet'teydik.
Ben köşe yazarı, o Genel Yayın Yönetmeni.
Galatasaray-Fenerbahçe derbisi öncesi birlikte bir fotoğraf çektirip gazeteye koymuştuk.
Mehmet eliyle bana Kadıköy'deki o felaket yenilgimizi, 6-0'ı hatırlatıyor, ben de ona Kopenhag'ta kaldırdığımız UEFA Kupası'nın fotoğrafını gösteriyordum, "Bu sizde var mı?" diye...
Mehmet derbi için bir de futbol yazısı istemiş, ben de kaytarmıştım. Ertesi gün ne göreyim, bakla gibi imzamı ve fotoğrafımı taşıyan bir derbi yazısı sayfadaydı.
Hışımla Mehmet'in odaya daldım, bu nedir diye...
Gülmeye başladı.
Benim eski yazılardan, üslubu da gayet iyi tutturarak bir derbi yazısı çıkarmıştı.
Üstelik iyi bir yazıydı.
Gülmeye başladık.
Fikrî takip dedik ya... Mehmet bu sefer sınırları biraz zorlamıştı.
Binali Bey, işiniz kolay değil.
Ben sizin yerinizde olsam, davadan vazgeçer, servetinizin kaynaklarını açıklardım.