Hasan Cemal

12 Ocak 2016

Elbette Despot’un değil, 1128 akademisyenin yanındayım!

Evet, sessiz kalmayalım, çocuklar ölmesin diye haykıralım, yoksa yaşayan ölüler hâline geliriz...

Erdoğan, bu kez Saray’da muhtarları değil, büyükelçileri karşısına toplamış veryansın ediyor:

- Mandacı güruh!
- Sözde akademisyenler!
- Eyy aydın müsveddeleri!
- Eyy sözde aydınlar!
- Sizler cahilsiniz!
- Sözde aydınların ihaneti!
- Eyy akademisyen müsveddeleri!
- Sizler güruhsunuz!
- Sizler karanlıksınız!
- Terörist ağzıyla konuşan sözde akademisyenler!
- Ya terörden yana ya da devletten yana olacaksınız!
- Eyy akademisyen geçinenler!
- Haddinizi bileceksiniz, haddinizi!

Gerçekten akıl alır gibi değil.
Saray’daki Sultan’ı bu kadar çıldırtan ne ola ki? 1128 akademisyen ne yapmış ki?
Bütün suç tek bir sözcüğe sığar:
Barış!
Yurt içinden ve dışından 1128 akademisyen bir bildirinin altına koydukları imzayla ‘barış’a sahip çıkıyorlar, “Suça ortak olmayacağız!” diye haykırıyorlar.
Bildirinin bir bölümünü aşağıda.

Müzakere koşullarının hazırlanmasını ve kalıcı bir barış için çözüm yollarının kurulmasını, hükümetin Kürt siyasi iradesinin taleplerini içeren bir yol haritasını oluşturmasını talep ediyoruz. Müzakere görüşmelerinde toplumun geniş kesimlerinden bağımsız gözlemcilerin bulunmasını talep ediyor ve bu gözlemciler arasında gönüllü olarak yer almak istediğimizi beyan ediyoruz.

Siyasi iktidarın muhalefeti bastırmaya yönelik tüm yaptırımlarına karşı çıkıyoruz.
Devletin vatandaşlarına uyguladığı şiddete hemen şimdi son vermesini talep ediyor, bu ülkenin akademisyen ve araştırmacıları olarak sessiz kalıp bu katliamın suç ortağı olmayacağımızı beyan ediyoruz.

Yaptıkları bu.
Silahı değil müzakereyi savunuyorlar.
Savaşı değil barışı savunuyorlar.
Devlet şiddeti’ni kınıyorlar.
Kalıcı barış için ‘müzakere koşulları’nın oluşturulması için çağrı yapıyorlar.
Ve kızılca kıyamet kopuyor.
Önce, Saray medyası tarafından ‘terör yandaşı’ ilan ediliyorlar.
Sonra da, Sultan tarafından ihanet içindeki karanlık bir güruh olarak damgalanıyorlar.
Ve ardından YÖK'ün "
Teröre destek veren bu bildiri akademik özgürlük ile bağdaştırılamaz. Bildiriyle ilgili hukuk çerçevesinde gereği yapılacak" açıklamasıyla bir tasfiye sinyali geliyor.
Şaşırtıcı mı?
Kesinlikle değil.
Saray’daki Sultan’ın kendisi gibi düşünmeyenleri hain ilan etmesine çoktan beri alıştık.
Bu kara çalma huyundan bu ülkede yalnız akademisyenler, aydınlar, gazeteciler, siyasetçiler değil, Anayasa Mahkemesi, Merkez Bankası ve TÜSİAD başkanları da nasibini aldı.
Despotluk böyle bir şey.
Sadece kendi sesi duyulsun istiyor.
Farklı sesler onu zıvanadan çıkarıyor.
Tetikçiler, savcılar bir anda harekete geçiyor.
Beyaz Şov da öyle olmadı mı?
Barışın sesi bir anda kısılmadı mı?
Ne dedi Ayşe Hanım, Kanal D’deki Beyaz Şov’a bağlanıp:

Bu ülkenin Doğu’sunda, Güneydoğu’sunda neler olup bittiğinin farkında mısınız?
Çocuklar, anneler, insanlar öldürülüyor.
Sanatçı olarak, insan olarak bir şekilde yaşananlara siz de sessiz kalmamalısınız ve bir şekilde dur demelisiniz.
Ayrıca bir şey daha sötlemek istiyorum:
Ölen çocuklara sevinen zavallı insanlar var. Ben o insanlara, daha doğrusu biz bu insanlara hiçbir şey söyleyemiyoruz “yazıklar olsun” demekten başka...
Bir şey daha söylemek istiyorum, kusura bakmayın.
Sessiz kalmayın.
İnsan olarak biraz daha hassasiyetle yaklaşın.
Görün, duyun artık.
Bize el verin.
Yazık…
İnsanlar ölmesin.
Çocuklar ölmesin.
Anneler ağlamasın.
Söyleyeceklerim bu kadar.
Çok teşekkür ediyorum.

Beyaz:

Ayşe Hanım… Bi alkış alalım önce Ayşe Hanım'a… (ve stüdyo alkışlıyor).

Sonra ne oldu?
Beyaz, Kanal D’ye çıkıp özür diledi.
Yetmedi, savcılık Beyaz hakkında soruşturma açtı.
Yetmedi,  Ayşe Hanım hakkında savcılık soruşturma başlattı.
Yetmedi, Kanal D özür diledi.
Özürler, soruşturmalar...
Böyle hukuk düzeni olur mu?
Böyle medya düzeni olur mu?
Tayfun Atay’ın geçen gün Cumhuriyet’teki köşesinde dediği gibi:

Diktatörlüklerde kimi sevip kimlerden yana olduğunuzu ifade etmek yetmez.
Ondan daha mühimi ve dikta heveslilerinin de en çok kulak kesildiği nokta, kimleri sevmediğinize dair (samimi olup olmadığınız fark etmez) gözler önünde sergilediğiniz performanstır.
George Orwell’ın abide eseri, totaliteryanizmin ürpertici fantezisi ‘1984’ü hatırlayın! Oradaki rejim-karşıtı ‘hain’lerin kitleler tarafından topluca lânetlenme seremonilerini özellikle…
İçinde yaşadığımız Türkiye artık hemen hemen böyle.
Sevgi gösterisi yetmez.
Asıl nefret tezahüratını hiç ama hiç ihmal etmeyeceksiniz!..
Bunların da önüne geçilecektir. Korku cumhuriyetleri, saray diktatörlükleri başka türlü yol alamaz.
Çünkü popüler kültür, uçuk-kaçık, ele avuca sığmaz ve ‘tekinsiz’dir. Üstüne üstlük, doğası, işleyiş mantığı, yani dünyeviliği ve eğlenceli oluşu nedeniyle de ‘seküler’dir.
Faşizan dinbazlık, onun içerisinde olan herkesle, şimdi ne kadar can-ciğer kuzu sarması olsa da er ya da geç ters düşecektir.
Kanal D’nin “Provokasyona uğradık” nev’inden özür mahiyetli açıklamaları da beyhudedir.
Anlamsızdır.
Hatta “ekmeğe yağ sürmek”tir.
Barıştan söz eden, “Çocuklar ölmesin” diyen herkesin boynuna “PKK diliyle konuşmak” yaftası asan faşizan-dinbaz rotatiflerin değirmenine su taşımaktan öteye gitmez bu provokasyon açıklamaları.
Böyle böyle baskıyı mali-maddi varlığınızın ötesine, ruhunuza taşıyacaklar, sizi yaşayan ölü hâline getirecekler!..
Tıpkı yine 1984’ün o aşkla buluşmuş iki âsi karakterinin yakalanıp, işkenceden geçirildikten sonra birbirlerine ihanet ettirilerek yaşamalarına izin verilmesi gibi…

Eğer yaşayan ölüler hâline gelmek istemiyorsak sessiz kalmayalım, çocuklar ölmesin diye, anneler ağlamasın diye, barış diye haykırmaya devam edelim.