Hasan Cemal

29 Kasım 2015

Diyarbakır’dan: Farkında bile değilsiniz, yaşattığınız acılarla bu ülkeyi bölüyorsunuz!

Tahir Elçi’nin cenaze töreninde yaşadığım duygu fırtınasını ve “Baba, baba, gitme!” çığlığını hiç unutmayacağım

DİYARBAKIR

En sonda söylenecek olanı en başta söylemek istiyorum.
Farkında bile değilsiniz.
Bu topraklara yaşattığınız acılarla bu memleketi her geçen gün bölüyorsunuz.
Evet, farkında bile değilsiniz.
Üstelik yıllardan beri değilsiniz.
Bölücü terör’le mücadele derken, öylesine düşman cepheler yaratıyorsunuz ki, düşmanlığı öylesine derinleştiriyorsunuz ki, asıl bölücülüğü siz yapmış oluyorsunuz.
Tahir Elçi’nin cenaze töreninde saatler boyu yaşadığım duygu fırtınasını hiç unutmayacağım.
Tahir Elçi’nin kızı Nazenin’in o keder dolu çığlığı kulağımda hep çınlayacak:
“Baba... baba...”
Babası toprağa verilirken, annesinin kollarındaki o çaresiz çırpınışını, o acılı haykırışını hiç unutmayacağım:
“Baba... Baba... Gitme lütfen baba, bizi bırakma!”
Yüreğim parçalanıyor.


Yaşamak için acı çekmek...

Demek ki öyle.
Bu topraklarda yaşamak için ille de acı çekmek, oluk gibi kan ve göz yaşı akıtmak gerekiyor.
Demek ki, başka türlü yaşamak mümkün değil bu topraklarda.
Demek ki, trajediye bir türlü doymak bilmiyor bu topraklar.
Demek ki, alınyazısı böyle yazılmış bu topraklarda yaşayan insanların.
Eğer öyleyse ne hazin.
Ama ben öyle olduğunu sanmıyorum.
Kan ve gözyaşı kader değil.
Bu kanlı kısır döngü, gün gelecek bu topraklarda da kırılacak.

Sessizlik ve hıçkırık...

Sabah vakti erken Tahir Elçi’nin Silvan yolu üstündeki evine taziyeye gidiyoruz.
Ağır bir hava.
Herkes bir yerlere oturmuş, koltuklara, minderlere, halıların üstüne...
Yüzler fevkalade acılı.
Mutlak sessizliği arada bir hıçkırık sesleri bozuyor.
Tahir Elçi’nin eşi Türkan Hanım’ın karşısındaki bir sandalyeye ilişiyorum.
Hani derler ya, nutkum tutuluyor.
Söyleyecek söz bulamıyorum.
Bakışlarında acının en katmerlisi.
Ama ağlamıyor.
Yüzüne bakamıyorum.

Türkan Elçi öğretmen.
Aynı zamanda hukuk okuyor.
Kızı Nazenin 18 yaşında.
İstanbul’da Robert Koleji yeni bitirmiş ve bu yıl üniversiteye başlamış.
Arada bir “Baba... Baba...” diye inliyor.
Oğulları Arin 10 yaşında.
Gözleri şiş, kızarmış ağlamaktan.
Hüzünlü ama son derece metin duruyor.
Bir annesine, bir ablasına sarılarak onlara güç vermek istiyor.
Başsağlığı dileyip, sarılıp çıkıyoruz evden.

“Mezarlık kapılarında büyüdük”

İnsan Hakları Parkı.
Tam orta yerinde, İnsan Hakları Anıtı.
Gövdesine İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi kazınmış.
Baba... Baba...” çığlığıyla birlikte geliyor cenaze.
Gözlerim doluyor.
Sloganlar patlıyor:
“PKK intikam, PKK intikam!”
“Katil Erdoğan!”
“Kürdistan faşizme mezar olacak!”
Ellerde PKK bayrakları, Öcalan posterleri dalgalanıyor.
Türkan Hanım konuşuyor.
O başka diyarda kocasını ‘faili meçhul kurbanları’nın karşılayacağını ve ona “Biz seni buradan hep izledik” diyerek Tahir Elçi’yi bağırlarına basacaklarını söylüyor.
Kocasının faili meçhul cinayetleri, yargısız infazları yıllar yılı nasıl kovaladığını duygulu bir dille anlatıyor.
Türkan Hanım’ın konuşması, İnsan Hakları Parkı’nda kocaman bir duygu seli kabartıyor.
HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş konuşmasına şöyle başlıyor:
“Topraklarımızda çok kan, çok gözyaşı gördük. Mezarlık kapılarında büyüdük.”
Sözü Tahir Elçi’ye getirip şöyle devam ediyor:
“Barış, özgürlük, kardeşlik uğruna adanmış bir ömür... Bize de böylesine bir yaşam, böylesine onurlu bir ölüm nasip etsin Allah... Özgürlük ve barışı savunmak, dimdik durmak kolay değildir bu acılı Kürdistan topraklarında... Bizi bu cinayetlerle korkutacaklarını, yıldıracaklarını sanıyorlar ama aldanıyorlar. Özgürlük kervanı yürüyecek.”


Sokaklarda yükselen slogan:
"Gençlik Apo’nun fedaisi"

Cenaze, “şehit şehit şehit” haykırışları arasında, Fatih Caddesi’nden yola koyuluyor, Sağlık Ocağı Caddesi’ne doğru.
Büyük bir kalabalık, devamlı dalgalanma halinde...
Genci yaşlısı, sakallısı sakalsızı, başı açığı örtülüsü, hep birlikte sloganlar atarak, zılgıt çekerek yürüyorlar.
Pencereler, balkonlar dolu.
Zafer işaretleri yapıyorlar.
Dikkat ediyorum, daha tüyü çıkmamış çocuklar PKK sloganları atıyor.
PKK bayrakları, Apo posterleri.
Biji serok Apo”, yani Türkçesiyle “Yaşasın Başkan Apo!” bağırışları...
Kulağıma en çok çalınan sloganlar:
“Katil devlet hesap verecek!”
“PKK intikam, PKK intikam!”
Büyük, dikdörtgen bir bezin üzerine Türkçe, Kürtçe “Yaşamak direnmektir!” diye yazmışlar, onun arkasında hızlı hızlı yürüyorlar.
Genç kızlar zılgıtlar eşliğinde yürürken, genç erkekler hep birlikte slogan atıyor:
“Kürdistan faşizme mezar olacak.”
Erkeklerin bir sloganı daha var:
“Gençlik, Apo’nun fedaisi!”
Yüzlere bakıyorum.
Yüz çizgileri gergin...
Bakışlar öfkeli...
Fena halde tepki var mimiklerde, jestlerde.
Herkes burnundan soluyor gibi...
Bu arada, kaldırımdan kalabalığın içine giren bir adam sımsıcak pide dağıtıyor etrafa...
Gürsel Caddesi’nden (ya da Cento Caddesi) Yeniköy Mezarlığı’na varıyoruz.
Etraf anababa günü.
İki kere kayboluyorum kalabalığın içinde, ikisinde de Osman Baydemir sayesinde doğru yolu buluyorum.
Tahir Elçi toprağa verilirken, yine o ses içimi parçalıyor:
“Baba... Baba...”
Annesinin kollarında çırpınıyor:
“Baba baba gitme, bırakma bizi lütfen!”
Çığlık yüreğimi kanatıyor.
Gözlerim doluyor.

Barış çığlığı...

Osman Baydemir’le ‘taziye evi’ne uğruyoruz.
Büyükşehir Belediyesi’nin büyük resepsiyon salonu taziye mekanı yapılmış.
Tahir Elçi’den önce bir kez de Mehmet Uzun için taziyeye açılmış bu mekan...
Dualar eşliğinde taziyeye geliniyor.
Kısa konuşmalar yapılıyor.
Selahattin Demirtaş’ın konuşmasından notlar alıyorum:
“Özgürlük olacak, demokrasi olacak, eşitlik olacak, ancak o zaman gerçek barış kapımızı çalacak.”
“Kini büyütmeyelim, düşmanlığı büyütmeyelim.”
“Savaş, silah, çatışma insanlığın doğasına aykırıdır.”
“Özgürlük ve demokrasi sevdamızdan vazgeçmeyiz.”
“Barış çığlığımızı yükseltmeliyiz.”

Yazılar bir süre buralardan devam edecek.