Hasan Cemal

05 Aralık 2015

Diyarbakır’dan: Barış için 10 nokta...

Barış, ‘namlunun ucu’nda mı? Barış, ‘barikat’lardan mı geçiyor? Yanıtlar siyah-beyaz değil

DİYARBAKIR

Barış, ‘namlunun ucu’nda mı?
Barış, ‘barikat’lardan mı geçiyor?
Bu iki sorunun yanıtı siyah-beyaz ya da evet-hayır değildir.
 Elde silah dağa çıkanların neden dağa çıktıklarını anlamadan bu ülkeye barış gelmez.
Elde silah ‘barikat’lara çıkanları anlamadan da, onların acılarına kulak vermeden de bu ülkenin kapısını barış çalmaz.
Şu noktayı da vurgulamak gerekir:
Yaşanan acıları anlamadan, sadece terör-terörist-terör örgütü parantezine alarak açıklamaya çalışmak da -bugüne kadar görüldüğü gibi- barış kapısını açmaz.
Murat Karayılan, 2009 yılı Mayıs ayında Kandil’de bana şöyle demişti:
“Biz dağa piknik yapmak için çıkmadık. Biz dağa insan öldürmeyi sevdiğimiz için çıkmadık. Bizim insan olarak kimliğimizden kaynaklanan haklarımız inkâr edildiği için, tanınmadığı için dağa çıktık.”

Elde silah dağa çıkanları, elde silah ‘barikat’lara çıkanları anlamadan, onların acılarına kulak vermeden bu ülkeye barış gelmez

Bu sözler bugün de geçerliğini koruyor.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan beri geçen 92 yılda irili ufaklı 29 Kürt isyanı çıktı.
Devlet arşivi böyle yazar.
29’uncu ayaklanma, PKK’dır.
En büyük, en uzun, en kanlı olanı budur.
Soruya gelince, o da şudur:
Türkiye Cumhuriyeti Devleti 92 yıldır neden bu yangını söndüremedi?
Çünkü sorunu anlamadı.
Anlamak istemedi.
Kör milliyetçiliğin esiri oldu.
Kürt bile diyemedi.
Sorunun adını bile koyamadı.
Kürt sorunu diyemedi.
Sorunu ‘terör’le açıklamaya çalıştı.
Sorunu sadece ‘aş ve iş’e indirgedi.
Kürt kimliğini inkâr etti.
Çözüm yolu olarak sadece ‘silah’ı, ‘tenkil’i, ‘sopa’yı belledi.
Ama olmadı.
Oluk gibi kan ve gözyaşı aktı ama değişen bir şey olmadı.
Sorun bitmedi, derinleşti.
Acılar acıları doğurmaya devam etti.
Acıları yaşayanlar, acılara tanık olanlar önce dağa, son olarak da şehirde ‘barikat’lara çıktılar.
Acılar yalnız dağlarda değil, şehirlerde de örgütlendi.
Bugün 6 milyon oya dayanan Kürt siyasal hareketi, parlamentoda 60 milletvekiliyle temsil edilen HDP, 106 belediyeyi kazanan DBP böyle sahneye çıktı.
Bu resmi, terör-terörist-terör örgütü söylemiyle okuyamazsınız, anlayamazsınız.
Erdoğan bir ara bu resmi doğru okuduğuna dair sinyaller verdi.
Doğru yolda bazı adımlar da attı.
Ancak, zamanla anlaşıldı ki, Erdoğan da eskiler gibi...
Erdoğan da devlet gibi...
O da ‘devletleşme’ye koyuldu.
Hatta, ‘Cemal Temizöz’leri bile affetmeye, Ergenekon’la kolkola girmeye bile başladı.

92 yılda irili ufaklı 29 Kürt isyanı çıktı. Soru şudur: Türkiye Cumhuriyeti Devleti 92 yıldır neden bu yangını söndüremedi?

Meselenin çözümünü ise yalnızca PKK’nın dağdan inmesine, silah bırakmasına bağladı.
Erdoğan, sadece kendi koltuğunu, sadece kendi tek adamlığını, sadece kendi alacağı oyu düşündüğü için de seçim öncesi Dolmabahçe’de ‘masa’yı devirdi.
Kürt sorunu da yok!” diyerek 7 Haziran sonrası şiddet ve savaş düğmesine bastı.
Bu seçim stratejisi 1 Kasım’da Erdoğan’a 9 puan oy getirdi, 7 Haziran’da kaybettiğini geri aldı.
Sorulması gereken bir soru da şu:
Erdoğan’ın savaş stratejisine Kandil’in aynen karşılık vermesi doğru bir tercih miydi?
Hayır değildi.
Kandil, inadına barış deseydi, hem barış, hem HDP oyları açısından daha isabetli olurdu.
Erdoğan’ın savaşına karşı Kandil, tek taraflı ateşkesini sürdürüp bir barış stratejisi uygulasaydı, çok daha doğru olurdu.
Olmadı, yapmadı.
Şimdi ne olacak?
Savaş tırmanıyor!
Erdoğan başkanlık, tek adamlık hesapları ile savaş düğmesine bastıkça basıyor.
Bu yolun 1 Kasım’da, seçim sandığında kendisine oy getirdiğini gördüğü için de savaşa devam diyor.
Kandil de meydan okuyarak, sen benim kolumu bükemezsin diyerek, dağda ve barikatlarda yola devam ediyor.
Anlaşılan, bu bir süre böyle gidecek.
Daha ne kadar, bilemiyorum.
Ama şimdilik gidiş öyle ki, kan gölü gitgide büyüyecek.
Oysa, bu ülkede barış için yeterince acı çekildi. Barış artık olgunlaştı denecek kadar acı çekildi.
Hatta, 2013-2015 arasındaki ‘çözüm süreci’nde bir ara barış gelir gibi oldu.
Ama şimdi barış umudu yine hızla uzaklaşıyor.
Ve bu açıdan yalnız Erdoğan değil, Kandil de eleştiriliyor.
Özyönetim nedeniyle de, barikatlar dolayısıyla da, Erdoğan’ın restine rest dediği için de eleştiriliyor Kandil...
Ayrıntıya girmiyorum.
Kandil’e dönük bu eleştirilerin bir kısmı haklı eleştiriler; hem bugüne,  hem geleceğe dönük haklı kaygıları içeren eleştiriler...
Sevgili Tahir Elçi’nin toprağa verildiği gün, HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’la bütün bu konuları kısaca konuştuk.
Bu sohbet, benim de düşüncelerimle birlikte satır başlarıyla şöyle özetlenebilir:

Kandil de eleştiriliyor. Özyönetim nedeniyle de, barikatlar dolayısıyla da, Erdoğan’ın restine rest dediği için de eleştiriliyor Kandil...

1. Gerilim, yüksek tansiyon Erdoğan’a yarıyor. 1 Kasım’da Erdoğan bunu gördüğü için barış değil savaş düğmesine basmaya, Türkiye’yi kamplaştırmaya, düşman cephelere bölmeye devam edecek.
2. Kandil de Erdoğan’ın restine rest dedi, savaş büyüyor.
3. Özyönetim ve barikatlar barış yolunu kısaltmıyor. Ama anlaşılan o ki, bu bakımdan Kandil’i ikna etmek kolay değil.
4. Bu konu açıldığında, Kandil’in bakış açısının şöyle belirginleştiği söylenebilir:
1984’te de böyle olmuştu. Biz silahı alıp dağa çıktığımız zaman, ‘Bu yol yol değil’ demişlerdi bize. Sonunda haklı çıkan biz olduk. Şimdi de şehirlerdeyiz, bunu da başaracağız. Nasıl bizi dağdan atamadılarsa, şehirlerden de atamayacaklar. Nasıl dağlarda varsam, artık şehirlerde de askeri gücüm var.”
5. Özyönetim ve barikat, öyle anlaşılıyor ki, Kandil’de uzun zaman konuşulmuş, tartışılmış. Ve Erdoğan’ın ipe un sermesine karşılık alternatif bir yol olarak, Kandil’den şehirlere, mahallelerdeki barikatlara kadar askeri bir örgütlenme modeli olarak tasarlanmış...
6. Erdoğan’a verilen mesaj şu: Artık ne yapsan beni şehirlerden atamazsın; katliam da yapsan, havadan uçaklarla mahalleleri de bombalasan, şehirlerdeki askeri varlığım şöyle ya da böyle devam eder.
7. Kandil bu arada Suriye ve Rojava’daki durumla, uluslararası konjonktürü de lehinde görüyor.
8. Kürt halkı ise hâlâ barıştan, ‘çözüm süreci’nden umudunu kesmiş değil. Ama bu umut eğer gerçekleşmezse, Erdoğan ipe un sermeye ve savaşa devam ederse, bu sefer halkın kendisi barikatlara çıkmaya, hendek kazmaya başlar ki, o zaman da durum iyice içinden çıkılmaz bir hâl alır, Allah göstermesin, iç savaş bile kapıyı çalabilir.
9. Kısacası:
İki tarafı yeniden masaya itmek lazım. Bunun için AKP içindeki ‘makul unsurlar’la Öcalan’ın devreye sokulması ve Erdoğan’la Kandil’in masa için ikna edilmesi, galiba, bugün için tek çare olarak gözüküyor.
10. Silahın kullanım tarihi, eski deyişle miadı dolmuş durumda. Tek yol bir an önce parmakların tetikten çekilmesi ve ama’sız, fakat’siz ‘müzakere masası’na oturulmasıdır.
Diyarbakır-Suriçi, Nusaybin, Cizre, Silvan dörtgeninde acılara dokunmaya çalışarak yaptığım altı günlük heyecanlı gezimin özeti bu on noktadır.


1) Diyarbakır’dan: Farkında bile değilsiniz, yaşattığınız acılarla bu ülkeyi bölüyorsunuz!
2) Diyarbakır Suriçi’nden, mevzili, hendekli sokaklardan... 
3) Nusaybin’in barikatlı, hendekli ve de hüzünlü sokaklarından...
4) Cizre’de barikat sohbeti: Hepsi acıların çocukları...
5) Silvan’dan: Bizi acılara, ölümlere o kadar alıştırdılar ki...