Hasan Cemal

16 Nisan 2013

Oyunbozanlığın bedelini Ankara da, Kandil de, İmralı da, Kürtler de artık biliyor!

"Şimdi artık yalnız İmralı değil, Kandil de muhatap. Kürt realitesinden sonra 'PKK realitesi' de fiilen kabullenilmiş durumda... BDP heyetleri, Ankara-İmralı-Kandil üçgeninde fır dönüyor. Bu bir ilk..."

“Evet, Erdoğan’la AKP iktidarına dönük güven sorunu hepimizce malum. Ama açılmış olan barış sürecinden dönmek, bu defa eskisi gibi kolay değil.”

“Bundan öncekilerden farklı bir süreci yaşamakta olduğumuz açık. Kapalı kapılar arkasında yapılan bundan önceki görüşmeler Ankara tarafından hep reddedilmişti. Daha sonra Tayyip Erdoğan ‘Biz değil, MİT görüşüyor’ demeye başladı. Şimdi artık yalnız İmralı değil, Kandil de muhatap. Kürt realitesinden sonra ‘PKK realitesi’ de fiilen kabullenilmiş durumda... BDP heyetleri, Ankara-İmralı-Kandil üçgeninde fır dönüyor. Bu bir ilk...”

DİYARBAKIR

Dicle’nin kıyısında baharın iç bayıltıcı kokuları, bembeyaz çiçekleri insana yaşama sevinci aşılıyor. Siyah taştan görkemli Diyarbakır surlarına doğru kat kat yükselen Hevsel Bahçeleri bir başka âlem.

Kendi kendime mırıldanıyorum:

Artık bu güzelim topraklar da trajediye doysun, bir an önce barışa kavuşsun!

Üç küsur yıllık KCK hapisliğinden bu yakınlarda çıkmış olan Fırat Anlı, “Sanki cennetteyim” diyor. Çözüm süreci dolayısıyla günlerini bir toplantıdan öbürüne koşuşturmakla geçiren BDP’nin Eş Genel Başkanı Gültan Kışanak’ın mutluluğu yüzünün hatlarına vurmuş...

Erdebil Köşkü’nün bahçesindeyiz.

Önümüzde On Gözlü Köprü, hemen karşımızda Kırklar Dağı. Diyarbakır’ın seyran yerlerinden biri. Dicle sanki hiç kıpırdamıyor. Oysa, eski zamanlarda buralardan ta Bağdat’a, Basra’ya kadar uzanan ve nehir üstünden keleklerle yapılan ticaretin yolu geçermiş...

Barış kapısı ardına kadar açılsa Diyarbakır yine bölgenin en önemli merkezi olmayacak mı, sorusu elbette güncelliğini koruyor.

Ama en güncel soru bu değil. Daha çok Tayyip Erdoğan’ın samimiyetiyle ilgili bir soru işareti çengelini bazı zihinlere asmış durumda. Daha Diyarbakır’da uçaktan iner inmez biri şöyle demişti:

“Bu meseleyi Tayyip Erdoğan’dan başkası çözemez, tabii eğer samimi olursa...”

Bir başkasının görüşü şöyleydi:

“Erdoğan çok çabuk makas değiştirebilen bir lider. Oy kaybedeceğini görür görmez bir yana bırakabilir barış projesini... 2009’un ‘demokratik açılımı’nda, Habur sonrasında yaşanmadı mı bu?.. Hatırlayın, bugün fiilen muhatap aldığı Öcalan için meydanlarda dile getirdiği ‘Ben olsam asardım!’ söylemini...”

Bir üçüncüsü şunu ekledi:

“Evet, Erdoğan’la AKP iktidarına dönük güven sorunu hepimizce malum. Ama açılmış olan çözüm sürecinden, barış sürecinden dönmek, süreci tersine çevirmek bu defa eskisi gibi kolay değil.”

Benim sorum da, “İyi güzel de, bu durum iki taraf için de geçerli değil mi?” oldu. Bu sorumun kabul gördüğünü söyleyebilirim. Kulağıma çalınan yanıtlardan biri şöyle özetlenebilir:

“Bundan öncekilerden farklı bir süreci yaşamakta olduğumuz açık. Kapalı kapılar arkasında yapılan bundan önceki görüşmeler Ankara tarafından hep reddedilmişti. Daha sonra Tayyip Erdoğan ‘Biz değil, MİT görüşüyor’ demeye başladı. Şimdi artık yalnız İmralı değil, Kandil de muhatap. BDP heyetleri, Ankara - İmralı - Kandil üçgeninde fır dönüyor. Bence Ankara’da ‘Kürt realitesi’nden sonra ‘PKK realitesi’ de kabullenilmiş durumda... Ama şimdi öyle bir duruma gelinmiş durumda ki, bu süreçten geri dönüş sadece Ankara değil, diğer taraf için de artık çok güç... Bu da çok açık...”

 

Ne oldu da silah bırakıyorsun ya da barışın altı nasıl dolacak? 

Araya bir soru daha giriyor:

“Peki ne oldu da silah bırakıyorsun, demezler mi?”

Bu soru da bazen samimi, bazen şeytanın avukatlığı olarak soruluyor. Barış ama altı nasıl dolacak sorusuna her sohbette tanık olmak mümkün.

Deniyor ki:

“Hiç şüphe yok, Kürtlerin ezici çoğunluğu barıştan, çözüm sürecinden yana...Ama ana dilde eğitim, güçlü yerinden yönetim, yeni yurttaşlık tanımı gibi konular ne olacak? Bir başka deyişle, Kürtlerin de eşit vatandaşlığı gündemde yer almayacak mı?”

“Barış ama altı nasıl dolacak?” sorusu, demin de belirttiğim gibi fazlasıyla güncel. Örneğin, son dönemde bir hayli çoğalmış ve sıklaşmış olan KCK tahliyeleri çözüm süreci ve yol haritası olarak önemseniyor.

Ama aynı zamanda, üst düzeyde bir BDP yetkilisinin deyişiyle şunlar da ekleniyor:

“Yargı bu ülkede ne kadar bağımsız söyler misiniz? Bir talimatla tutuklandılar, şimdi de anlaşılan bir talimatla serbest bırakılmaya başlandılar. Hukuk, hukuk devleti bunun neresine sığar? Yarın canları isterse, yeniden tutuklanmayacaklarının güvencesi nedir? Böyle bir hukuk düzeninde insanlar kendilerini nasıl güvende hissetsinler ki? Bunun için, hukuk devleti için yasal düzenlemeler yapılmalı, başka çare yok. Bakın, Hamit Geylani, bir BDP kongresinde 27 saniye Kürtçe konuştuğu için 5 ay hapis cezası aldı. Cezası ertelendi, ama bir şey değişmedi. Bu ülkede Siyasi Partiler Kanunu hâlâ siyasi faaliyette Kürtçe konuşmayı yasaklıyor. Bu kanunu değiştirmek için daha ne bekliyorsunuz? Demokrasiye aykırı yüzde 10’luk seçim barajını indirmek için ne bekliyorsunuz, mevcut Seçim Kanunu’nu değiştirmeyecek misiniz? Kürtçe kanal TRT Şeş de, seçmeli Kürtçe dersi de öyle değil mi? Bunlar da yasadan yoksun... Hükümetin hak ve özgürlükler için tartışma kapısını açması lazım. Barış sürecinin buna ihtiyacı var.”

 

Hem Kürtleri, hem Türkleri ikna etmek için...

Şu sözler de aynı BDP yöneticisinin:

“Bazı şeylere dikkat edilmezse, bu çözüm sürecini ne Türklere anlatabiliriz, ne de Kürtler bu konuda ikna olabilir, Kürtler de bu süreçten barış çıkabileceğine inanmaz. Nasıl mı inandırıcı olabilir bu barış süreci? Yaşanmış olan sorunun gerçek nedenleri konusunda ne kadar çok konuşursak, o kadar inandırıcı olur bu barış süreci. Türkler de böylece çok daha kolay ikna olur. Başbakan, sadece terör sorunu demekle inandırıcı olamaz. Bunun yerine çıkıp, Kürtler sırf Kürt oldukları için haksızlığa uğradılar, mağdur oldular, acı çektiler diyebilse, bunları anlatabilse... Hatırlayın, Başbakan’ın 2005 yılı Ağustos ayındaki Diyarbakır konuşmasını. Kürt sorunu bizim de sorunumuzdur, devletin de hataları olmuştur, diyen o konuşma nasıl da derinden etkilemişti Kürtleri... Sadece terörü bitireceğiz demekle olmuyor. Kürt sorunu boyutunu gözardı ederek, Kürtlerin çektikleri acıları anlatmadan, haksızlıkları, mağduriyetleri hatırlatmadan barış süreci sağlıklı olarak nasıl işleyecek? Yüzleşme, hakikatleri araştırma bunun için lazım, insanların kendilerini iyi hissetmeleri için lazım, cezalandırmak için değil ki. En azından bir daha asla demek için lazım yüzleşme...”

 

Zaman sıkıştırıyor demokratik adımlar için...

BDP yöneticisi bir noktayı vurguladı:

“Zaman sıkıştırıyor!”

Nedenini şöyle açıkladı:

“Parlamento çalışmaları için önümüzde çok az zaman kaldı. Yaz tatilinde de Meclis'in çalışması şartıyla kasım ayına kadar ne yapabilirsek o kadarını yapabiliriz Meclis'te... Kasımda yeni bütçe var. Yeni bütçe bitince, yılbaşında yerel seçimler için seçim dönemi başlıyor. Zaman baskısı altındayız. Demokrasi isteyenler kamuoyu baskısı yaratmalı, sivil toplum bunun için kollarını sıvalamalı. Meclis'i demokratik reformlar için çalıştırmalıyız. Demokratikleşmeyle ilgili beklentiler ancak böyle karşılanabilir. 2010’un 12 Eylül referandumunda olduğu gibi bir daha ‘yetmez ama evet’e mahkûm kalmak istemiyorsak, zamanı iyi kullanmak zorundayız. Bir demokrasi paketinin acilen gündeme getirilmesi şart. Örgütlenme ve ifade özgürlüklerinin önünü açan, Seçim ve Siyasi Partiler yasalarını, Terörle Mücadele, Türk Ceza ve Dernekler yasalarını değiştirecek ve Türkiye’yi darbe artığı yasalardan kurtaracak bir paketten söz ediyoruz. ”

 

Öcalan kararlı, Erdoğan da kararlı mı?

BDP yetkilisi sözlerini AK Parti iktidarına dönük olarak şöyle tamamladı:

“Bu kez İmralı da, Kandil de diyor ki: Biz silahı devreden çıkarmaya kararlıyız, ciddiyiz; siz de demokrasi konusunda aynı kararlılıkta mısınız?”

Buna karşılık benim aklıma da şu soru takıldı:

“Hızla öyle bir noktaya geliniyor ki, bundan sonra ben barış oyununda yokum, diyebilir misin? Dediğin anda, ne yani savaş mı istiyorsun, sorusu devreye girmez mi? Böyle bir süreçte oyunbozanlık savaş taraftarlığı damgası yemez mi?”

Arkasından şunu ekledim:

“Çözüm süreci acaba geri dönülemez bir noktaya doğru mu yol alıyor? Belki de öyle.  Süreç ağır ağır halka malolmaya doğru gidiyor. Öcalan’ın bugünkü tavrı orta yerdeyken, silahların yerine demokratik siyaset konuşsun demişken, sen bu oyunda yokum dersen, bunu kime nasıl anlatacaksın? Ya da 'silaha hayır' diyen Öcalan’ın karşısında iktidar demokrasi alanında hiç kıpırdamadan durabilir mi?”

 

Bir son değil, bir başlangıç!

Diyarbakır’da edindiğim izlenimleri şöyle özetleyebilirim:

“Evet, bugün gelinen nokta bir son değil, bir başlangıçtır. Ama bu saatten sonra oyunbozanlığın faturasının çok yüksek olacağını hem Ankara, hem İmralı, hem Kandil, hem de Kürtler görüyor. Ve Kürtler haklarını artık demokratik siyaset yoluyla alabileceklerini de görüyorlar.”

Evet, artık geri dönüşü hiç de kolay olmayan bir yolda ilerleniyor.

Ben de Mardin’den İpek Yolu’na çıkacağım, Viranşehir, Kızıltepe ve Nusaybin’de barışın nabzını yarınki üçüncü yazımda tutmaya çalışacağım.

 

Önceki Bölüm:
Diyarbakır'da genel hava: Çözüm sürecinden geri dönüş uzak ihtimal!

Canlı Blog:
Hasan Cemal Yollarda