DİYARBAKIR
Suriçi’nde sokağa çıkma yasağı bitti, dediler.
30 Kasım Pazartesi öğle vakti.
Yağmur çiseliyor.
Suriçi’ne doğru yürüyoruz.
Islak kaldırımda mor renkli bir çıkartma:
Kadınlar özgürleştikçe,
Dünya özgürleşir!
Tahir Elçi’nin enseden tek kurşunla hayata veda ettiği Suriçi’ndeki Dört Ayaklı Minare’ye giriş polis panzerleri tarafından tutulmuş, sokmuyolar.
Bir polis panzeri, meraklı kalabalığı dağıtmak için gaza basıyor, insanlar kaçışıyor.
Mardin Kapı Caddesi’nde yürüyoruz.
Kepenkler kapalı.
Yerlerde boş kurşun kovanları.
Savaş Mahallesi’nden giriyoruz Suriçi’ne.
Çöp yığınları, cam kırıkları.
Yakup’la Ramazan. İkisi de 11 yaşında. Babaları pazarcıymış. “Salatalık, biber, patlıcan, domates satar” diyor.
Dumanın yükseldiği yere doğru yürüyoruz.
Tuhaf bir koku.
Gözüm, genzim yanıyor.
“Bi yerlerde biber gazı atmışlar galiba” diyor.
Cemal Yılmaz Mahallesi.
Sokak, kum torbalarından oluşturulan bir mevzi tarafından kesilmiş...
Önünde oturacak bir yer ve bacalı bir sokak sobası, üstünde kaynayan simsiyah çaydanlığıyla.
Yüzler siyah maskeli.
Fotoğraf çekmek yasak.
Bilgi almak yok.
30 Kasım Pazartesi öğle vakti. Suriçi’ne doğru yürüyoruz. Mardin Kapı Caddesi’nde kepenkler kapalı. Yerlerde boş kurşun kovanları...
Biri arkamdan koşuyor, çaktırmadan çektiğim birkaç kare fotoğrafı cep telefonumdan sildiriyor.
Yaşlıca bir kadın, beyaz yemenili.
“Evde tıkılıp kalmışız, n’apalım” diye yakınıyor.
Fotoğrafının çekilmesini istemiyor, “Gazetede gördüler mi alıp götürüyor polisler” diye ekliyor.
Beyaz yemenili bir kadın:
“Mevziler bizi korumak için... Çatışma diye bi şey yok. Gelip bizi tarıyorlar, götürüyorlar.”
Genç bir kadın:
“Ne diyeceğiz ki. Ezilen hep fakirler oluyor. Ezilen hep biz oluyoruz.”
Sokak köşesindeki trafonun üstüne PKK Sur yazmışlar.
Bir mevzi, kum torbalarından.
Sokağı büyük bir beyaz perdeyle kapatmışlar, ‘keskin nişancılar’a karşı korunma önlemiymiş...
Daracık taş sokaklar, bomboş.
Bir mevzi, kum torbalarından. Sokağı, keskin nişancılara karşı büyük bir beyaz perdeyle kapatmışlar. Daracık taş sokaklar, bomboş...
Duvarlarda PKK yazıları ve bayrakları.
Beyaz takkeli bir ihtiyar, elinde baston, kum torbalı mevzilerin arasından geçerken kendisiyle konuşma teklifime başını çevirerek karşılık veriyor.
Bazı yerlerde, dar sokakların tepelerine çekilmiş beyaz ve siyah perdeler, bir tiyatro sahnesi dekoru gibi tuhaf bir görüntü veriyor.
Bunlar da keskin ‘nişancılar’a karşı tedbirmiş...
Leylak Bahçesi Mahallesi.
Üç genç yanımdan geçerken bağırıyor:
“Kemalistler buralara giremez!”
Arkalarına bakmadan hızlı adımlarla uzaklaşıyorlar.
Ermeni Kilisesi’ymiş.
Tahrip edilmiş, kapısı kırılmış.
Cam kırıkları, kırık dökük iki koltuk.
Kimsecikler yok ortalıkta.
Kilisenin görüntüsü gerçekten hazin.
Özgür önderlik
Özgür Kürdistan için
Gerilla saflarına...
Güzel bir kapı dikkatimi çekiyor, özenerek yapılmış, hem üstü, hem duvarlar kurşunla delik deşik edilmiş...
‘Yasak’ ama bazı mevzilerin fotoğraflarını uzaktan cep telefonumla çekiyorum.
Hasırlı Mahallesi, Karadeniz Sokağı.
Kimseler yok, yağmur suyu içen sevimli kedilerden başka.
Yoksulluk belirtileri her yanda.
“Su birikintisine basma” diye uyarıyor, “Mayın olabilir.”
Kulağıma eğiliyor:
“Özel harekâtın timleri bu sokaklara giremez!”
Islak, kaygan parke taşları.
Kahkahayı atıyor:
Diyarbakır’ın taşları,
Arapşıh’ın kızları...
“Örgüt yok, halkın çocuklarıyız”
Fotoğraf çektirmiyor.
Aynen şöyle diyor:
“Sonuçta halk direnişidir. Bizler halkın öz savunmasını yapan gençleriz. Örgüt yok! Bu halkın, bu ailelerin çocuklarıyız. Bu bizim kendi inisiyatifimizdir.”
Hasırlı Mahallesi’nde mevzi inşaatı...
Çok genç çocuklar.
Ellerindeki kürek ve kazmalarla sokaktaki parke taşlarını söküyorlar, altındaki kumu torbalara doldurup üstüste diziyorlar.
Mevziler böylece yükseliyor.
Soruyorum:
- Kaç yaşındasın?
- Bilmiyem.
- Adın ne?
- Bilmiyem.
Uzaktan bir ses geliyor.
Kurşun sesi mi?
“Kurşun sesi olmadan olur mu? Alışık olduğumuz bir sestir. Savaş, Kürdistan gerçekliğidir.”
En çok yirmi yaşında, gülüyor.
Bir okul, ne öğrenci geliyor, ne öğretmen...
İki genç.
Biri maskeli. Sırtındaki parkasının altından silahının namlusu gözüküyor.
“Seninle bir fotoğraf çok fiyakalı olurdu” diyorum, yanaşmıyor.
“Kaç yaşındasın?”
“24 ve lise sondan terk...”
“Hiç olmazsa, silahının tipini söylesen.”
“SİGOR...”
Yüzü maskeli. “Halkın öz savunmasını yapan gençleriz. Örgüt yok! Bu halkın, bu ailelerin çocuklarıyız. Bu bizim kendi inisiyatifimizdir” diyor
Bir bakkal dükkânı, açık.
İşler nasıl deyince, ellerini kaldırıp gülüyor. “Evimiz de burası, dükkânın üstünde. Burayı bırakıp nereye gideceğiz ki, gidecek başka yerimiz yok ki” diyor.
Yaşlı bir kadın.
Belediyenin budadığı ağaçlardan arta kalan dalları kırarken anlatıyor:
“Ekmeğimizi yapacağımız tandırı yakmakta kullanıyoruz. Tek odalı evde yedi nüfus var. Biri çalışıyor, hepimize bakıyor...”
Hasırlı Mahallesi’nin bir sokağı.
Sohbet ediyoruz ayaküstü.
“Dün gece sessizdi ortalık, silah sesi yoktu.”
“Önceki gün çıktık Suriçi’nden, ama sonra sokağa çıkma yasağı ilan edilince giremedik içeri...”
“Bu mevziler sayesinde bizim eve kurşun gelmiyor.”
Soruyorum:
“Resmi görüş mü bu dediğin?..”
O da gülüyor.
Üstünde kocaman MARKET yazıyor.
“Market’i açmışın, bari iş yapıyor mu?”
“Yaz gazeteci abi, burası market değil, AVM AVM...”
Helikopter sesi.
Suriçi’nin üzerinde pata pata tur atıyor.
Yorum şöyle:
“Bu hayra alamet değil. Helikopter, buranın ‘hero’nudur. Zoomlar şimdi Suriçi mahallelerini. Ve keşif yapmaya başlamışsa, arkasından kısa zamanda operasyon başlayacak demektir.”
Bir okulun yanından geçiyoruz.
Kaç zamandır kapalıymış.
“Ne öğrenciler geliyor, ne de öğretmenler... Korkuyor insanlar...”
Ama korkusuzlar da var.
Cin gibi bir oğlan çocuğu.
Adı, Melikşah.
Dört beş yaşında.
Elinde bir dal parçası.
Tabanca gibi kesilmiş.
Kabzasından tutuyor.
Dan dan işareti yapıyor, önümden koşup giderken...
Yarın da buralardan yazmaya devam...