Hasan Cemal

01 Aralık 2020

Diyarbakır'dan: Farkında bile değilsiniz, yaşattığınız acılarla bu ülkeyi bölüyorsunuz!

Barış çığlıklarımız hiç dinmesin ama acılar da bizi tutsak almasın.

DİYARBAKIR
En sonda söylenecek olanı en başta
söylemek istiyorum. 

Farkında bile değilsiniz.
Bu topraklara yaşattığınız acılarla
bu memleketi her geçen gün
bölüyorsunuz.

Evet, farkında bile değilsiniz.
Üstelik yıllardan beri değilsiniz.
Bölücü terörle mücadele derken,
öylesine düşman cepheler
yaratıyorsunuz ki, düşmanlığı
öylesine derinleştiriyorsunuz ki,
asıl bölücülüğü siz yapmış oluyorsunuz.
Tahir Elçi'nin cenaze töreninde
saatler boyu yaşadığım duygu fırtınasını
hiç unutmayacağım.
Tahir Elçi'nin kızı Nazenin'in
o keder dolu çığlığı
kulağımda hep çınlayacak: 

Baba... Baba...

Babası toprağa verilirken,
annesinin kollarındaki
o çaresiz çırpınışını,
o acılı haykırışını
hiç unutmayacağım:
 

Baba... Baba...
Gitme lütfen baba,
bizi bırakma!

Yüreğim parçalanıyor.
Yaşamak için acı çekmek...
Demek ki öyle.
Bu topraklarda yaşamak için
ille de acı çekmek, oluk gibi
kan ve gözyaşı akıtmak gerekiyor.
Demek ki, başka türlü yaşamak
mümkün değil bu topraklarda.
Demek ki, trajediye bir türlü doymak
bilmiyor bu topraklar.
Demek ki, alın yazısı böyle yazılmış
bu topraklarda yaşayan insanların.
Eğer öyleyse ne kadar hazin.
Ama ben öyle olduğunu sanmıyorum.
Kan ve gözyaşı kader değil.
Bu kanlı kısır döngü, gün gelecek
bu topraklarda da kırılacak.

Sessizlik ve hıçkırık...
Sabah vakti erken Tahir Elçi'nin
Silvan yolu üstündeki
evine taziyeye gidiyoruz.
Ağır bir hava.
Herkes bir yerlere oturmuş,
koltuklara, minderlere,
halıların üstüne...
Yüzler fevkalade acılı.
Mutlak sessizliği arada bir
hıçkırık sesleri bozuyor.
Tahir Elçi'nin eşi Türkan Hanım'ın
karşısındaki bir sandalyeye ilişiyorum.
Hani derler ya, nutkum tutuluyor.
Söyleyecek söz bulamıyorum.
Bakışlarında acının en katmerlisi.
Ama ağlamıyor.
Yüzüne bakamıyorum.
Türkan Elçi öğretmen.
Aynı zamanda hukuk okuyor.
Kızı Nazenin 18 yaşında.
İstanbul'da Robert Kolej'i yeni bitirmiş,
bu yıl üniversiteye başlamış.
Arada bir "Baba... Baba..." diye inliyor.
Oğulları Arin 10 yaşında.
Gözleri şiş, kızarmış ağlamaktan.
Hüzünlü ama son derece metin duruyor.
Bir annesine, bir ablasına sarılarak
onlara güç vermek istiyor.
Başsağlığı dileyip, sarılıp çıkıyoruz evden.

"Mezarlık kapılarında büyüdük!"
İnsan Hakları Parkı.
Tam orta yerinde, İnsan Hakları Anıtı.
Gövdesine İnsan Hakları
Evrensel Bildirgesi kazılmış.
"Baba... Baba..." çığlığıyla
birlikte geliyor cenaze, gözlerim doluyor.
Türkan Hanım konuşuyor.
O başka diyarda kocasını
"faili meçhul kurbanları"nın karşılayacağını
ve ona "Biz seni buradan hep izledik"
diyerek Tahir Elçi'yi bağırlarına
basacaklarını söylüyor.
Kocasının faili meçhul cinayetleri,
yargısız infazları yıllar yılı
nasıl kovaladığını duygulu bir dille anlatıyor.
Türkan Hanım'ın konuşması,
İnsan Hakları Parkı'nda
bir duygu seli kabartıyor.
HDP Eş Genel Başkanı
Selahattin Demirtaş
konuşmasına şöyle başlıyor:

Topraklarımızda çok kan,
çok gözyaşı gördük.
Mezarlık kapılarında büyüdük. 

Sözü Tahir Elçi'ye getiriyor:

Barış, özgürlük, kardeşlik
uğruna adanmış bir ömür...
Bize de böylesine bir yaşam,
böylesine onurlu bir ölüm
nasip etsin Allah...
Özgürlük ve barışı savunmak,
dimdik durmak kolay değildir
bu acılı Kürdistan topraklarında...
Bizi bu cinayetlerle korkutacaklarını,
yıldıracaklarını sanıyorlar
ama aldanıyorlar.
Özgürlük kervanı yürüyecek. 


Cenaze, "şehit şehit şehit" haykırışları
arasında, Fatih Caddesi'nden
yola koyuluyor, Sağlık Ocağı
Caddesi'ne doğru.
Büyük bir kalabalık,
devamlı dalgalanma hâlinde...
Genci yaşlısı, sakallısı sakalsızı,
başı açığı örtülüsü, hep birlikte
sloganlar atarak,
zılgıt çekerek yürüyorlar.
Pencereler, balkonlar dolu.
Büyük, dikdörtgen bir bezin üzerine
Türkçe, Kürtçe "Yaşamak direnmektir!"
diye yazmışlar, onun arkasında
hızlı hızlı yürüyorlar.

Yüzlere bakıyorum.
Yüz çizgileri gergin...
Bakışlar öfkeli...
Fena halde tepki var
mimiklerde, jestlerde.
Herkes burnundan soluyor gibi...
Bu arada, kaldırımdan kalabalığın içine
giren bir adam sımsıcak pide dağıtıyor.
Gürsel Caddesi'nden
(ya da Cento Caddesi)
Yeniköy Mezarlığı'na varıyoruz.
Etraf ana - baba günü.
İki kere kayboluyorum kalabalığın içinde,
ikisinde de Osman Baydemir
sayesinde doğru yolu buluyorum.
Tahir Elçi toprağa verilirken,
yine o ses içimi parçalıyor:
"Baba... Baba..."
Annesinin kollarında çırpınıyor:
"Baba baba gitme, bırakma bizi lütfen!"
Çığlık yüreğimi kanatıyor.
Gözlerim doluyor.

Barış çığlığı...
Osman Baydemir'le
"taziye evi"ne uğruyoruz.
Büyükşehir Belediyesi'nin
büyük resepsiyon salonu
taziye mekânı yapılmış.
Tahir Elçi'den önce bir kez de
Mehmet Uzun için taziyeye
açılmıştı bu mekân...
Dualar eşliğinde taziyeye geliniyor.
Kısa konuşmalar yapılıyor.
Selahattin Demirtaş'ın konuşmasından
notlar alıyorum: 

Özgürlük olacak, demokrasi olacak,
eşitlik olacak, ancak o zaman
gerçek barış kapımızı çalacak.
Kini büyütmeyelim,
düşmanlığı büyütmeyelim.
Savaş, silah, çatışma
insanlığın doğasına aykırıdır.
Özgürlük ve demokrasi
sevdamızdan vazgeçmeyiz.
Barış çığlığımızı yükseltmeliyiz. 

* * *

Yukarıdaki yazımı
29 Kasım 2015'te Diyarbakır'dan,
Tahir Elçi'nin
cenaze töreni
sonrasında yazmıştım.
Beş yıl geçmiş.
Sabah vakti ne yazayım diye düşündüm.
Beş yıl önceki yazımın özetini bir daha köşeme aldım.
Barış çığlıklarımız hiç dinmesin,
ama acılar da bizi tutsak almasın!



- Tahir Elçi, ölümünün beşinci yılında, eşi Türkan Elçi’nin yazıp bestelediği, Kardeş Türküler’in seslendirdiği ve Ümit Kıvanç’ın klibini hazırladığı Hewar isimli türküyle anılıyor.

İrfan Aktar’ın GazeteduvaR'daki Türkan Elçi röportajı.