Hasan Cemal

24 Haziran 2015

Cüneyt Baba...

12 Eylül'de sabaha karşı beni tank sesiyle uyandırdı. Haberi iyi koklar, başkasına pek koklatmazdı…

Hasan Cemal, yayın politikasındaki görüş ayrılığı nedeniyle genel yayın yönetmenliğinden ayrılarak Şubat 1992’de veda ettiği Cumhuriyet gazetesine yaklaşık 23 yıl aradan sonra ilk kez yazı yazdı. 
Cemal’in, 87 yaşındayken hayatını kaybeden Cüneyt Arcayürek için Cumhuriyet’e yazdığı yazı şöyle:

Cüneyt Baba…

Benim için Cüneyt Baba’ydı o, Cüneyt Arcayürek değil.
Ve kâbusumdu.
Ankara gazeteciliğim sırasında her sabah Hürriyet’i elime çekinerek alırdım.
Korkulu rüyam, Cüneyt Baba bugün yine ne atlattı, sorusuydu.
Haberle yaşardı o.
Atlatma haberler yaşatırdı onu.
Bakla gibi imzası ve fiyakalı fotoğrafıyla Hürriyet’in tepesinde, sürmanşetinde bir süre gözükmezse, huzursuz olurdu.
Hatta huysuzlaşırdı.
Onun bu hâllerini bilenler, böyle zamanlarda Baba’nın yanına pek yaklaşmazlardı
Cumhuriyet’in Ankara temsilcisiydim.
1980 yılbaşının ertesi günü sabah erken İstanbul’dan Ankara’ya dönüyordum.
Uçakta elime Hürriyet’i alınca, başımdan aşağı kaynar sular döküldü.
Cüneyt Baba, sürmanşetten nanik yapıyordu:
“Ordu uyarı mektubu verdi!” 
Genelkurmay Başkanı Evren ve kuvvet komutanları Çankaya Köşkü’ne çıkmış ve Cumhurbaşkanı Korutürk’e verdikleri bir mektupla, dokuz ay sonraki 12 Eylül darbesinin ilk işaretini çakmışlardı.
Baba yine atlatmıştı.
Ankara’ya iner inmez, doğru Uğur Mumcu’ya gittim.
Ne yapabilirdik?
Baba’nın canını biraz olsun nasıl acıtabilirdik?
CHP lideri Ecevit’in kapısını çaldık. Başbakan Demirel’in karşısında ana muhalefetti.
Ecevit’in ‘uyarı mektubu’na ilişkin değerlendirmeleri ertesi gün atlatma haber olarak Cumhuriyet’in manşetini süslüyordu.
Her gün olduğu yine sabah vakti erken aradı, kocaman bir  “N’OLOOR?” çekerek.
Bu kez haberden dolayı kutluyordu beni, ama bu gibi durumlarda sesinden hiç eksik olmayan alaycı titreşimleriyle...

Cüneyt Baba'yı markaja aldığımı sanırdım

 

İkimiz de Çankaya’da, eski Basın Sitesi'nde oturuyorduk.
Sitede başka Ankara gazetecileri de yaşıyordu. Hatırlayabildiklerim:
İlhami Soysal, Mehmet Ali Kışlalı, Örsan Öymen, Nizam Payzın, Mustafa Ekmekçi, Behiç Ekşi.
Cüneyt Baba karşı blokta, üst kattaydı.
Ben ise giriş katında, Mustafa Ekmekçi’ye ait tek odalı evde kiracıydım. Sevgili Ekmekçi, bazı sabahlar kapımı çalar, o sevimli ve muzip yüz ifadesiyle beni çorbaya davet ederdi.
Akşamları arada bir başımı pencereden uzatır, Cüneyt Baba evde mi, değil mi kontrol ederdim. Çalışma odasının ışıkları yanıyor mu, yanmıyor mu bakardım.
Böylece onu markaja aldığımı sanırdım.
Her gün defalarca telefonlaşırdık.
Cüneyt Baba’nın bana sempatisi vardı. Ben de onu olanca huysuzluğuna rağmen gerçekten severdim. Beni ona yakınlaştıran gazeteciliğe, haberciliğe olan sevgisiydi aynı zamanda...
Bu arada mesleki çıkarcılık da vardı aramızda.
‘Ankara gazeteciliği’nde haber ittifakları da yapılırdı. Gazeteci milleti haber atlamaya bir önlem olarak işbirliği hatları kurardı zaman zaman...
Biz de Baba’yla birbirimizi kollardık. Ama daha çok o bana yardımcı olurdu.
1979, 1980 yıllarında televizyon devlet tekelindeydi. Özel televizyonlar yoktu. Siyasi tartışma programları da canlı çekilmez, banda alınırdı.
Ama böyle bir programa bir kere çıktın mı, sokakta bir anda tanınır hale gelirdin, popüler olurdun.
1979 sonları olmalı.
Böyle bir televizyon programına ben de davet edilmiştim, Cumhuriyet’in Ankara temsilcisi olarak.
Hürriyet’ten Cüneyt Arcayürek değil, yanlış hatırlamıyorsam Başyazar Oktay Ekşi vardı.
Güncel siyaset tartışacaktık.
Baba biraz bozuktu davet edilmediği için.
Beni aldı karşısına, uzun uzun taktikler verdi, Oktay Abi’ye karşı...
Performansımdan memnun kalmıştı.
Program sonrasında Ankara Oteli’nin barında keyifle yudumlamıştık viskilerimizi...

 

Tank sesiyle uyandırdı

 

Hatıralar dipsiz bir kuyu gibi...
Cüneyt Baba’yla o kadar çok ortak anımız vardı ki.
Hiç unutamadıklarımdan biri, 1980 yılı 11 Eylül gününe aittir. 
Politika kulislerinin puslu havası akşamüstüne doğru iyice koyulaşmıştı.
Akşama doğru bürodan çıktım.
Arcayürek’i aradım:
“Baba, ne var ne yok?”
“Vallahi yok bir şey. Fakat eve gelirken etrafı şöyle bir kolaçan ediver. Genelkurmay’ın, TRT’nin önünden geçiver arabayla. Bakalım bir hareket var mı... Eve gelince de bir telefon salla bana.”
Geceyarısını geçiyordu Yalçın Doğan’dan çıktığımda.
Cuma, 12 Eylül 1980.
Saat 01.10.
Hava ve Deniz Kuvvetleri komutanlıklarının bulunduğu binalarda da durum sakin...
Genelkurmay Başkanlığı:
Işıklar yanmıyor!
Çünkü arka tarafta çalışıyorlarmış…
Eve gelir gelmez yine Arcayürek’i aramıştım:
“Baba, ne Genelkurmay’ın ışıkları yanıyor, ne de TRT’nin önünde tanklar var” deyip hemen yattım.
Çok geçmedi, başucumdaki telefonun çınlamasıyla sıçradım.
Saat 02.15.
Cüneyt Baba:
“Hasan, kalk kalk! Sesleri duyuyor musun?”
“Ne sesi yahu, dalga mı geçiyorsun gecenin bu saatinde” deyince Baba sesini yükseltti:
“Tank sesi oğlum, tank sesi. Pencereye yaklaş da kulağını aç biraz!”
Gerçekten tank sesiydi bunlar; gecenin sessizliğini yırtan... Tank paletlerinin asfaltla buluştuğu yerden çıkan, gıcır gıcır, kulak tırmalayıcı sesler...
Çankaya’ya tırmanıyor, Oran’a doğru kıvrılıyorlardı... Apar topar giyinip Baba’nın Volkswagen’ına atmıştık kendimizi. Cüneyt gazlıyor.
“Meşrutiyet’te inip büroya gideyim” diyorum, ama Cüneyt dinlemiyor:
“Birlikte olalım daha iyi, Hürriyet Matbaası’na gidelim.”
Gece nöbetçileri dışında kimsecikler yok. Baskı bitmiş, her taraf sessizlik içinde.
İstanbul’u arıyoruz:
“Baskıyı durdurun, bir şeyler oluyor.”
Sağa sola telefonlar; evet kesin:
“Ordu el koyuyor.”
Cüneyt’le birlikte birer teleksin başına geçiyoruz.
Ancak birkaç satır geçebiliyorum.
Teleks birden susuveriyor, hırıltılı bir sesle.
Mesleğine düşkün gazetecilerin kulağına nedense pek hoş gelen o teleks tıkırtıları kesiliveriyor ansızın...
Telefona sarılıyoruz.
Onlar da işlemiyor, kesik...
Sanki gazeteciliğimiz bir anda işlevini yitirmişti.
O anı, hiç unutamayacağım, Cüneyt’le bir süre öyle bakıştık çaresizlik içinde.
Evet, ne yazık ki “film kopmuştu” artık...

 

Haberi iyi koklar, başkasına pek koklatmazdı

 

Cüneyt Baba’yla ortak anılarımız hep gazetecilikle ilgiliydi.
Baba’nın askerde, daha doğrusu Genelkurmay’da, devlette ve DP-AP-DYP dünyasında, belki daha doğru deyişle ‘Demirel dünyası’nda hiç tükenmeyen çok iyi haber kaynakları vardı.
Arkasında Hürriyet gibi bir gazete de olduğu için Cüneyt Baba ‘Ankara gazeteciliği’nde ayrıcalıklı bir yere sahipti.
Haberi çok iyi koklar, başkasına da pek koklatmazdı.
Ve o yerini ‘gazeteci milleti’ne özgü, bazen kıskançlığa varan bir titizlikle yıllar boyu korumaya çalışmıştı.
1974’te Kıbrıs müdahalesinde adaya ilk çıkan, Hürriyet’in birinci sayfasını çıkartmaya dair fotoğraf ve yazılarıyla kaplayan tek gazeteci o olmuştu.
1963’de Kıbrıs’la ilgili ‘Johnson Mektubu’yla imzasını yine müthiş bir atlatma haberin altına atmıştı.
1981’de ben genel yayın yönetmeni olduktan bir süre sonra Cüneyt Baba da Cumhuriyet’e gelmiş, mesleki heyecanını da bize taşımıştı.
1991 genel seçimleriyle birlikte Cumhuriyet vazosu kırılınca, birbirimizden kopmuştuk.
Ben Sabah’ta çalışırken, Baba’yla seyahatlerde karşılaştığımızda bazen duygusal anlar yaşar, dertleşirdik.
Hayat böyledir.
Zaman köşeleri törpülüyor, yumuşatıyor.

Haberi, atlatmayı sevmiştik

 

Demek yıllar benim için de hızla geçiyor.
Ölümlerin arkasından çok yazı yazmaya başladım.
Örsan Öymen… Çetin Emeç… Uğur Mumcu… Mustafa Ekmekçi… Ercan Arıklı… Ufuk Güldemir… Turan Yavuz… İlhan Selçuk… Mehmet Ali Birand…
Unuttuklarım var mı?..
Bilemiyorum, olabilir de.
Şimdi de Cüneyt Baba…
Geçenlerde Kanlıca’da, gazeteci-patron geleneğinin son temsilcilerinden Erol Simavi’nin cenazesindeydim.
Hürriyet’in patronu Erol Bey’i ne kadar çok dinlemiştim Cüneyt Baba’dan. Kızdığı zamanlar olur, sevdiği zamanlar olurdu. Ama genellikle iyi söz ederdi Erol Bey’den…
Ben de sevgili Arcayürek’ten, Cüneyt Baba’dan iyi söz ediyorum.
Aynı mesleğe gönül vermiş, haberi, ‘atlatma’yı sevmiştik.
Gerçek bir gazeteciyi kaybettik.
Gazeteci milletinin ve Arcayürek'in hayattaki her şeyi olan sevgili eşi Esin Hanım'ın başı sağolsun!
Rahat uyu Cüneyt Baba.

______________________________

* Hasan Cemal'in Cumhuriyet için kaleme aldığı yazı...