Hasan Cemal

29 Eylül 2015

Cumhurbaşkanına hakaret...

Türkiye’nin hiç değişmeyen kırıklarla dolu insan hakları karnesi...

Türkiye’nin insan hakları karnesi...
Hep dökülen, her zaman kırıklarla dolu bir karneydi.
Bugün de farklı değil.
Hem Avrupa Konseyi üyesi ol, hem insanlar haklarından her yıl sınıfta kal...
Gerçekten hazin.
Bir ülkenin insan hakları karnesi perişanları oynuyorsa, o ülkede demokrasi ikinci, üçüncü sınıf demektir.
Hukuk devleti sürünüyor demektir.
Özgürlükler hikâye demektir.
Türkiye ne yazık ki bu durumda.
Ama Türkiye hâlâ Avrupa Konseyi üyesi.
Konsey, Avrupa’nın vicdanı sayılır.
Çünkü demokrasi ondan sorulur.
Hak ve özgürlükler ondan sorulur.
Hukukun üstünlüğü ondan sorulur.
Son notu onlar düşer.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Avrupa Konseyi’ne bağlı çalışır.
AİHM’nin başkan yardımcılığına bu yakınlarda, mahkemenin Türk yargıcı Işıl Karakaş seçildi.
İlk röportajını Hürriyet’ten İpek Yezdani’ye veren Işıl Karakaş, Türkiye’nin yıllar içinde dökülmeye devam eden insan hakları karnesini aşağıdaki gibi özetliyor.

 

Avrupa’da rastlanmayan cumhurbaşkanına hakaret davaları Türkiye’de neredeyse her Allah’ın günü açılıyor

AİHM ve Avrupa Konseyi’nin gözünden Türkiye

Avrupa’dan baktığımız zaman Türkiye’nin insan hakları karnesi hiçbir zaman iyi değildi.
Bir zamanlar Türkiye’nin işkence yapan ülke imajı vardı.
Neyse ki, sevinerek söyleyelim, o imaj artık yok.
Ama onun yerine ne geldi? İnternetin yasaklandığı, ifade özgürlüğünün hiçbir şekilde korunmadığı, sürekli hakaret yüzünden davaların açıldığı bir ülke imajı.
Cumhurbaşkanına hakaret yüzünden sürekli davalar açılıyor.
Bu, Avrupa’da başka bir yerde yok.
Yani hakaret etmek ceza kanununda düzenlenen bir suç değil.
Cumhurbaşkanına hakaret olduğunu düşünüyorsanız, ancak tazminat davası açarsınız, başka bir dava açamazsınız.
Türkiye’ye bakıldığı zaman, ifade ve basın özgürlüğünün yeterli ölçüde korunmadığı, güvence altına alınmadığı, Avrupa standartlarında olmadığı bir ülke olarak göründüğünü düşünüyorum.
Buradaki Avrupa Konseyi’nin yetkili kurumlarının en çok üzerinde durdukları konu bu. Özellikle basın özgürlüğünün önemli ölçüde korunmadığı, yıprandığı bir ülke olarak görünüyor.
Örneğin Türkiye’de YouTube engellendi, Twitter kapatıldı vs. Sonra bu siteler Anayasa Mahkemesi kararlarıyla tekrar açıldı.
Ama şimdi 2015’teki yeni yasayla birlikte tamamen erişime kapatılması için yasal dayanak da geldi.
AİHM’ye kötü muamele başvuruları her zaman gelmeye devam ediyor.
Artık işkence yok ya da çok az var. Ama kötü muamele var. 
Polis hâlâ yakalarken, gözaltına alırken, kişiye kötü muamele ediyor.
Kafasını, gözünü morartıyor. İkincisi de toplantı ve gösteri yürüyüşleri esnasında yapılan kötü muameleler.
Orada da polis gösteriyi dağıtmak için kötü muamele diyebileceğimiz eylemlerde bulunuyor.
Bunun dışında, adil yargılanma ilkesine dair olan başvurular çok fazla.
Adil yargılanmada tanıkların dinlenmesi, delillerin değerlendirilmesi, masumiyet karinesi ve davanın bütününe ilişkin olarak problemler var. Yargılama bitene kadar kişinin masum olduğuna dair en temel hukuk devleti ilkesi, birçok davada dikkate alınmamış oluyor.
Ve tabii ki ifade özgürlüğü ile ilgili olarak çok fazla sayıda başvuru var.

Yaşadığımız bu karanlıktan kim sorumlu? 

Durum böyle, epeyce karanlık.
Demokrasi ve insan hakları açısından Türkiye’nin çıtası neredeyse yerlerde sürünüyor.
İfade özgürlüğünün kısıtlandığı…
Basın özgürlüğünün hiçe sayıldığı…
YouTube’un engellendiği…
İnternetin yasaklanabildiği…
Hatta sosyal medyayı tümden kapatabilecek yasal düzenlemelerin yapıldığı…
Polisin kötü muamele yaptığı…
Adil yargılamanın olmadığı…
Avrupa demokrasilerinde rastlanmayan cumhurbaşkanına hakaret davalarının neredeyse her Allah’ın günü açılabildiği…
Evet, acı ama böyle bir ülkede yaşamaktayız.
Peki, hak ve özgürlükler açısından içinde yaşadığımız bu karanlıktan kim sorumlu? 
13 yıllık AKP iktidarıyla birlikte Saray’daki Sultan değil mi?
Demokratik değerleri elinin tersiyle iten Erdoğan devleti değil mi?
Ve son soru:
Bu da, malumu ilam niteliğinde, sıkıcı bir yazı değil mi?..