Galatasaray’ın maçlarını izlemek için Londra’ya uçarken Ferran Soriano’nun GOL kitabını, Barcelona’nın ‘bir takımdan daha fazlası’ haline gelme öyküsünü okuyunca, Başkan Ünal Aysal'la Fatih Hoca’ya sormak geçiyor içimden: Galatasaray'da da sıra artık kuyumcu titizliğiyle yürütülen ‘stratejik çalışma’ya geliyor mu? 2000 yılında kaçan fırsat bu kez yakalanacak mı?
Porto'yu yendik ama savunma göbeğindeki zafiyetimiz bu maçta da maalesef yaşandı. Birinci devre Porto topla çabuk, biz yavaştık. İsabetsiz pas oranımız fevkalade yüksekti. Kaptırdığımız toplar, kalemize tehlike olarak döndü. Drogba'nın tek tabanca çabaları, ikinci yarıda düzelen Melo ve Selçuk’la hem oyun üstünlüğünü, hem de galibiyeti yakaladık. Şimdi sıra bugün Arsenal’de!
LONDRA
İyi ki futbol var diyorum kendi kendime... Birkaç günlüğüne de olsa siyasetten, Tayyip Erdoğan’dan uzak kalmak galiba fena gelmeyecek.
‘Güzel oyun’un heyecanı, siyasetin hallerinden dolayı şu günlerde epeyce huzursuz olan ruhumu yatıştırabilir diye düşünüyorum.
Ayrıca futbolu özlemişim.
Yalnız futbolu değil aslan Cim Bom’u da, Fatih Hoca’nın kulübe önündeki o hallerini de özlemişim.
Arena’da tanık olduğum coşku selleri, maçlarda yaşadığım duygu fırtınaları demek ki ruhuma iyi geliyormuş...
Drogba hayalim Kayseri’de mi gerçekleşecek?
Ne miydi o hayal?..
Kadıköy’de Fenerbahçe kalesine galibiyeti getiren golü ampul gibi takmış... Kalede Volkan, Selçuk’tan o şahane frikik gollerini yediği zamanki gibi şaşkın ve çaresiz...
Ve büyük Drogba, efsane topçu, golünü Fenerbahçe ağlarına göndermenin büyük sevinciyle kollarını öne arkaya oynata oynata koşuyor koşuyor, sonra birden kendini yemyeşil çimlere atıp dizlerinin üstünde başlıyor uzun uzun kaymaya...
Aman Allah’ım!
Geçen sezon Fener’e on puan taktık ama bu ‘Drogba hayali’m gerçekleşmedi. Kupayı yine kaldırdık ama Fenerbahçe’yi Kadıköy’de yine yenemedik.
Bir şeyler eksik kaldı içimde...
Kim bilir, belki bu sefer fazla uzamaz ve ben de bu renkli hayalime, Kadıköy’de olmasa da, hiç olmazsa Kayseri’de, gelecek pazar günü Fenerbahçe’yle oynayacağımız Süper Kupa’da kavuşurum.
Fenersiz keyfi çıkmıyor futbolun
Ey Hasan Cemal;
Sen de haklısın.
Ama damardan bir Galatasaraylı için başka türlüsü olamıyor kardeşim. Başka türlü keyfini çıkaramıyoruz futbolun. Fenerbahçe rekabetiyle Fenerli dostlardan yoksun bir futbol doğrusu bana biraz eksik geliyor. İşin içinde Fenerbahçe de olsun ki, futbolun keyfine hep birlikte varalım.
Daha revnaklı değil mi?..
Lafı uzatıyorsun yine...
Şans mı, strateji mi?
Dün öğle vakti Arsenal’in Emirate’s Stadyumu’na giderken o cümle aklımda:
“Top ağlarla şans eseri buluşmaz!”
Amma da yaptın! Şimdi de kalkmış futbolda şansa yer yok mu demek istiyorsun?
Altı pastan vurursun direkten döner, vurursun birinin kıçına çarpar dışarı çıkar... Yüzde yüz gol diye ayağa fırlarsın, kaleci yılan gibi kıvrılıp tam doksandan topu dışarı tokatlar ve olmadık bir kurtarış yapar... Kaleciyi de geçip topla birlikte kaleye girmene ramak kalmıştır, bir anda ayağın kayar düşersin...
Top çok haindir, bilmiyor musun? Seni sevmezse, hele bir de melekler rakip kaleyi korumaya almışlarsa, yandı gülüm keten helva, perişan olursun, perişan...
Kim anlatıyor?..
Dünya futbolunda en büyük başarı öyküsü sayılan ‘Barcelona modeli’nin önde gelen mimarlarından biri, ‘imkânsızı hedefleyenler’e çağrısını bu cümleyle, “Top ağlarla şans eseri buluşmuyor!” diyerek yapıyor.
Adı, Ferran Soriano. Barcelona’nın başkan yardımcılığından sonra bu sezon Manchester City’nin CEO’luğuna getirilmiş durumda. İstanbul’dan Londra’ya uçarken GOL adını taşıyan kitabını (NTV Spor Yayınları, Haziran 2013) bir futbolsever olarak keyifle okudum.
Bir futbol kulübünün nasıl hızla değiştirildiğini, nasıl adım adım yükselişe geçirildiğini, nasıl küresel marka haline getirildiğini, başarının nasıl kalıcı, yani sistemli kılındığını okurken, her işte olduğu gibi kapsamlı bir ‘başarı stratejisi’nin ne kadar önem taşıdığını bir kez daha anladım.
Galatasaray 90’lardaki başarısını neden kalıcı kılamadı?
İleride bir kez daha değinmek istediğim bu konunun ipuçlarını yakalamaya çalışırken Galatasaray’ı düşündüm. 1990’ların sonunda üst üste dört şampiyonluğu, 2000’de yarınki rakibimiz Arsenal’i devirerek kaldırdığımız UEFA Kupası’nı, Real Madrid’den kaptığımız Süper Kupa’yı... Bu büyük başarı dönemi film şeridi gibi gözümün önünden bir anda geçti gitti.
Peki ama 1990’ların sonundaki o büyük başarıları neden kalıcı kılamadık? Başarıları sistemleştirecek altyapıyı niçin kuramadık? Bu soruları o tarihlerde de kaç kez yazmıştım.
Aradan 13 yıl geçti.
Şimdi Galatasaray iki yıldır yeniden bir yükseliş eğrisi çiziyor. İki yıldır Türkiye’de kupa bizim. Ayrıca yıllar sonra ilk kez Şampiyonlar Ligi’nde çeyrek final oynadık, Real Madrid’i Arena’da kaçırdık elimizden. Devler Ligi’nde yarı finale kıl payı kalmıştı.
Barcelona’yı ‘bir takımdan daha fazlası’ haline getirenlerin öyküsünü okuyunca, ister istemez, Başkan Ünal Aysal’a, Fatih Hoca’ya sormak geçiyor içimden:
Aslan Cim Bom’u sağlam bir ‘altyapı’ya kavuşturacak, başarıyı istikrarlı kılacak, hızlı bir değişimin ‘stratejisi’ni oluşturarak Galatasaray’ı küresel marka yapacak sistemli bir çalışma için düğmeye basıldı mı?.. 2000 yılında kaçan fırsat bu kez yakalanacak mı? Bunun için sabır ve sistem var mı?
Bir başka deyişle:
Galatasaray'da da sıra artık kuyumcu titizliğiyle yürütülen ‘stratejik çalışma’ya geliyor mu?
Hasan Cemal farkında değil misin, lafı yine uzattın. Yoksa yaşlanıyor musun? Yaz Allah yaz! Birazdan maç başlayacak, Portekiz Şampiyonu Porto’yla Emirates' Cup’ın ilk maçını oynayacağız. Sonra Arsenal’la Napoli’nin maçı var. Bırak da biraz maçlara yer kalsın.
Sen ne diyorsun kardeşim? Ben artık yazılı basında kâğıda yazmıyorum. Unuttun galiba. Zamanla da, mekânla da bağlı değilim. Evet, yaz yazabildiğin kadar! Üstelik yazı bitti mi, tık sayfada! Öyle ertesi sabahı beklemek de yok. Çünkü internette matbaa, baskı falan yok. Özgürlük var, yaz yazabildiğin kadar. Onun için diyorum, zaman ve mekân baskısı yok.
Haklısın bir an unutmuşum, senin artık internette, T24’te yazdığını...
Maçı izledikten sonra ‘yüksek fikirleri’mi, spor yazarlarımızın izniyle ve de fazla çizmeden yukarı çıkmadan yazarım.
Emirates Stadyumu gerçekten çok güzel. Arsenal bu sayede stad gelirlerini 66 milyon Euro’dan 135 milyon Euro’ya çıkarmış...
Aslan Cimbom tünelin ucunda gözüktü. Hemen aklımıza takılıyor o can sıkıcı soru, bakalım, savunma zaafları ne olacak, yine başımıza iş açacak mı?..
Porto tamam, sıra Arsenal’de
Evet, Porto'yu yendik ama savunma göbeğindeki zafiyetimiz bu maçta da ne yazık ki yaşandı. Stoperlerimiz Dany ile Chedjou saatli bomba gibi, tam kızılcık sopalık ikisi de...
İki penaltı yaptılar ama Porto ikisini de kaçırdı. Birini dışarı attılar, birini Muslera kurtardı. Allah'tan kalede hep iyi olan Muslera'mız var.
Gerçekten büyük futbolcu. Neler yaptı kendi başına. Biraz da şansı olsa, sonuç farklı olabilirdi.
İlk yarı kötü oynadık.
Porto topla çabuk, biz yavaştık. İsabetsiz pas oranımız fevkalade yüksekti. Savunma göbeğimiz çok aksadı, sık sık açık verdi. İleri çıkarken kaptırdığımız toplar, hızla kalemizin önüne tehlike olarak döndü.
İleride Drogba'nın tek tabanca çabaları vardı ama topu tutan, taşıyan yoktu.
İkinci yarı Melo'yla Selçuk düzelince topun, oyunun kontrolü bize geçti. Fena halde basmaya başladık Porto'ya, sahalarına kilitlendiler.
Sneijder, Drogba, Amrabat biraz dikkatli olsalar, fark açılabilirdi. Sonra, eski Arsenal'li olduğu için tribünlerden alkış alan Ebuoe sağdan yılan gibi kaydı ve penaltısını yaptırdı, Melo'nun enfes penaltı vuruşuyla galibiyeti yakaladık.
Yeter artık Hasan Cemal!
Çizmeden yukarı çıkmaya başladın. Bu yorumlar biraz fazla kaçıyor. Kendini futbol yorumcusu sanmaya başlayacaksın.
Haklı olabilirsin.
Yarın Arsenal maçıyla devam futbola.
İyi pazarlar!
Twitter: @HSNCML