Hasan Cemal

14 Haziran 2013

Çapulcu kardeşlerime mektup! Ya da ruhun yalnızlığı...

Türkiye gibi barış ve demokrasisini inatla arayan bir ülkede en büyük meşalelerden birini siz yaktınız. Bunun için teşekkür ediyorum.

Çapulcu kardeşlerim; karamsar değilim. Türkiye’nin geleceğinde demokrasi var, barış var, hukukun üstünlüğü var, insan hakları ve özgürlükler düzeni var. Türkiye gibi barış ve demokrasisini inatla arayan bir ülkede en büyük meşalelerden birini siz yaktınız.

 

Çapulcu kardeşlerim; umudunuzu hiç kaybetmeyin. Demokrasi yolculuğu sürecek. Sakın umutsuzluğa düşmeyin. Bazen umutsuzluk peşimize takılır. Hayatın her durağında olur bu. Bunun için umutlarımızı sürekli beslemek, canlı tutmak zorundayız.

 

Gezi Parkı gençlerinin bu rengârenk direnişi, Türkiye’de demokrasiyi yeni bir eşiğe taşımış durumda. Bir yandan da Tayyip Erdoğan’ı düşünüyorum. Yarın öbür gün meydanlarda ne yapacak? Yine aynı düdüğü mü çalacak?.. Dediğim dedikçi tavrına devam mı edecek? 

İçimden yazmak gelmiyor.

Bazen böyle olur.

Evire çevire hep aynı şeyleri söylemekten bıkarsın, usanırsın, patinaj başlar.

Son günlerde böyle oldu.

Cumhuriyet gazetesi yıllarındaki Başyazarım Nadir Nadi’ye 1980’lerin başında, “Bu insan dünyaya boşuna gelmiş diyecekler” duygusunu yaşatan da böyle bir ruh hali olmalı...

 

Ruhun yalnızlığı!

 

Geçen akşam Ruhun Yalnızlığı adını taşıyan bir kitapla (Eugenio Borgna, Yapı Kredi Yayınları) baş başaydım.

Ruhuma iyi geldi ama...

"Zamanın nasıl pervasızca geçtiği"nin altını çizen bir satır içimi acıttı.

'90 kuşağı ya da artık bu neslin simgesi haline gelen Gezi Parkı çapulcuları gece vakti aklıma takıldı. 

Onları kendi dünyamda bir kez daha selamladım, estirdikleri özgürlük rüzgârından dolayı.

Gezi Parkı direnişçileri, kendi özgürlüklerini savunurken tüm farklılıkların, tüm renklerin özgürlüğünü de savunuyorlar.

Savunmaya da devam edecekler.

Herkesin hayat tarzına özgürlük bayrağını yüksekte tutuyorlar.

Dileğim şu:

Gelecek umutlarını yitirmesinler.

 

Artık hiçbir şey...

 

Gezi Parkı gençlerinin bu rengârenk direnişi, Türkiye’de demokrasiyi yeni bir eşiğe taşımış durumda. Zamanla daha iyi anlaşılacak bu gerçek.

Klasik deyiştir:

Bir daha asla eskisi gibi olmayacak!

Evet öyle, olmayacak.

İktidarlar bir adım atmadan önce, bir değil bin kere düşünecekler. Eğrisine doğrusuna bakıp öyle karar verecekler.

Çapulcu kardeşlerim;

Umudunuzu hiç kaybetmeyin.

Demokrasi yolculuğu sürecek. Barış ve huzur bu ülkenin de kapısını çalacak.

Sakın umutsuzluğa düşmeyin.

Zaten umutsuz da yaşanmaz!

 

Çiğnenmiş umutlar...

 

Az önce kitapta bir cümle daha okudum:

“Kalbimiz çiğnenmiş umutlar yüzünden can çekişirken, umutlarımız yardıma muhtaçken...”

Bazen böyle olur.

Umutsuzluk peşimize takılır.

Bir bakarsın, hayata tutunmakta zorlanıyorsun.

Hayatın her durağında, her yaşta olur bu.

Yaşamın inişleri çıkışları...

Kaçınılmaz.

Bunun için umutlarımızı sürekli beslemek, canlı tutmak zorundayız.

 

Tayyip Erdoğan’ı düşünmek!

 

Çapulcu kardeşlerim;

Gece vakti kitabın sayfaları arasında dolaşırken, bir yandan da Tayyip Erdoğan’ı düşünüyorum.

Yarın öbür gün meydanlarda ne yapacak? Yine aynı düdüğü mü çalacak?..

Dediğim dedikçi tavrına devam mı edecek?

Değişebileceğine ihtimal veremiyorum.

Nitekim şu sıralarda yaptığı bir konuşmada, “Milletten başka kimsenin dayatmasına kulak asmayız!” diyordu.

Birikim’in son sayısında Tanıl Bora’nın yazısındaki şu satırlar düşündürücü: 

“Tek parti seçkinciliğinin ünlü lafı neydi: ‘Halk plajlara hücum etti, vatandaş denize giremiyor.’ Şimdi nedir: ‘Halk parka hücum etti, millet inşaatını yapamıyor.’ Protestocu çapulcular yüzünden, dünyanın hayran olduğu ekonomimizi gazlayamıyoruz.

Tek partinin toplum mühendisliği, on yıllardır İslamcı-muhafazakâr aydınların hedef tahtasındaydı. Toplumun ‘otantisitesini’ bozan, onu kendi haline bırakmayan, yapay, tepeden inme, dikteci, homojenleştirici toplum mühendisliği zihniyetine veryansın ettiler, onu alaya aldılar.

Bu sosyologların, yazarların, gazetecilerin şimdi kendi rejimlerinin Necmeddin Sadak’larına, Falih Rıfkı Atay’larına, Yunus Nadi’lerine dönüşmesini izlemek hazindir. Mühendislik harikası toplum ve siyaset tasavvurlarına uymayan her kıpırtıda, Menemen veya İzmir Suikasti tefrikaları yazmaya hazırdırlar.”

 

Laik Kemalistler, dindar Kemalistler...

 

Tanıl Bora’nın bu satırları gerçeğin bir parçası.

Laik Kemalistler…

Şimdi de dindar Kemalistler

Tayyip Erdoğan’ın askeri vesayeti püskürtürken, Ankaralılaşma, devletleşme süreci de diyebilirsiniz.

Gücün kibri!

Erdoğan için bu deyimi kullananlardan biri de, Prof. Eric Jan Zürcher. Hollanda’nın Leiden Üniversitesi’nden ve Türkiye’nin modernleşme tarihini yazan önemli isimlerden olan Prof. Zürcher, Erdoğan’ın otoriterleşme tarzını eleştiriyor.

Gezi direnişi başladığında Türkiye’deydi. Direnişi, sivil toplumun yeni bir olgunluğa ulaşmasının bir işareti olarak görüyor. Taraf’ın sorularını yanıtlarken şöyle diyor:

“Problemin merkezinde şu var: Hem Menderes, hem Erdoğan, seçimleri yüzde 40-50 oyla kazanmanın, tek başlarına milli iradeyi temsil etmek anlamına geldiğini düşündüler.

Oysa bir parti başkanı, başbakan olduğunda, sadece ona oy verenlerin değil, ülkedeki tüm halkın başbakanıdır ve bunun böyle olduğunu göstermelidir.

Başbakan’ın eylemlere ilişkin tepkisi, ileriyi görmekten çok uzak ve potansiyel olarak tehlikeli. Keskin ve cepheleşmeye sürükleyen konuşmaları diyaloga hazır olmadığını ortaya koyuyor.

Erdoğan da, tıpkı partisi üçüncü köprüye Yavuz Sultan Selim ismi verme kararı aldığındaki gibi gücün kibrini sergiliyor. Bir anlamda bu köprü kararı her şeyi anlatıyor: Tek bir hamlede Alevileri, ama aynı zamanda Arapları ve İranlıları kendisinden uzaklaştırmayı başarıyor. Bu AKP’nin ne kadar Sünni muhafazakâr milliyetçilik kozası içinde yaşadığını ve kendisinin doğal tabanına ait olmayanlarla temasını yitirdiğini gösteriyor.

Başbakan’ın tutumu tehlikeli, çünkü o meşhur alkolikler ve vandallar sözleriyle sürekli göstericileri meşruiyetini yok ediyor. Ve şimdiye kadar kendi kitlesinin ateşini düşürmek için hiçbir şey yapmadı.

Önümüzdeki günlerden birinde göstericilerin, Erdoğan açıkça söylememiş olsa da, onun istediklerini yaptıklarını düşünen bir güruhun saldırısına uğrayacağı yönünde son derece gerçek bir korkum var.”

 

Teşekkür ediyorum çünkü…

 

Çapulcu kardeşlerim;

Yazıyı burada kesiyorum.

Çünkü daha fazla gitmiyor.

Bu kadarını yazabildim bugün.

Karamsar değilim.

Artık önümde geçmişimden başka bir şey kalmadı!” diyenlerden hiç olmadım. “Beklediğim yarınlar hiç gelmedi” diyenlerden de değilim.

Hiç kuşku duymuyorum.

Türkiye’nin geleceğinde demokrasi var, barış var, hukukun üstünlüğü var, insan hakları ve özgürlükler düzeni var.

Bundan kaçış yok.

Türkiye gibi barış ve demokrasisini inatla arayan bir ülkede en büyük meşalelerden birini siz yaktınız.

Bunun için teşekkür ediyorum.

 

Twitter: @HSNCML