'Çekilmek öyle kolay değil, her gerilla en sona kalmak istiyor. 1999'da da böyle olmuştu' sözü aklıma takılıyor... Dağa neden çıktık, şimdi neden iniyoruz, çekiliyoruz sorusu...
Yemekte yuvarlak yufkalar, nohutlu İran çilavı, taze kuzunun haşlanmışı, kavurması ve de ayran... Keyifle yiyoruz. Bahoz Erdal’ın medyayla ilişkilerini de düzenleyen Umut bana dönüp takılıyor: “Vedat Milor’a söyleyin, bir kere de buralara gelip gerillanın yemeğinin tadına baksın!..”
Dağın tepesinde, zifiri karanlıkta birden telaş havası esiyor. “Geldiler... Geldiler...” Saatime bakıyorum. Gece yarısını geçmiş, 02:10, tarih 14 Mayıs 2013 Salı. Yukarıdan, karanlığın içinden tek sıra halinde kadınlı erkekli gerillalar aşağı doğru iniyor.
Irak Kürdistanı, Metina
bölgesinde bir PKK kampı
“Buradan üç saatlik gerilla yürüyüşüyle sınıra varılır; dağların arkası Çukurca’dır” diyor Bahoz Erdal kod isimli Fehman Hüseyin. Kendisi, Türkiye’deki PKK silahlı güçlerinin (HPG’nin) komutanı olarak, çekilmeden de sorumlu olan kişi. (Bahoz Erdal’la yaptığım uzun konuşma dün burada yayımlandı)
Dağların ortasında, gürül gürül su akan yemyeşil bir vadiye gizlenmiş PKK kampı ya da bir gerilla noktası.
Dağ tepelerine sis inmiş durumda. Akşama yağış bekleniyor. Kötü haber bu. Çünkü gün batarken dağa tırmanmaya başlayacağız, Van bölgesinden sınır dışına çekilmekte olan ‘ilk gerilla grubu’nu karşılamak üzere...
Bu hava kar demektir,
yağmur demektir!
Kara bulutları gösteriyor Bahoz Erdal. “Bu hava Kuzey’de (Türkiye Kürdistanı) fırtına demektir. Dağda kar, vadide yağmur demektir. Bu da çekilmeyi zorlayan bir durumdur. Bu yıl bahar bitmek bilmedi” diyor.
Güzel bir ceviz ağacının dibinde öğle yemeğindeyiz. İncir ağaçları, dut ağaçları, pembe pembe çiçek açmış silanlar (kuşburnu), Kürdistan gülleri...
Masada ise yuvarlak yufkalar, nohutlu İran çilavı, taze kuzunun haşlanmışı, kavurması ve de ayran... Keyifle yiyoruz. Bahoz Erdal’ın medyayla ilişkilerini de düzenleyen Umut bana dönüyor:
“Vedat Milor’a söyleyin, bir kere de buralara gelip gerillanın yemeğinin tadına baksın.”
Bulutlar iyice alçalıyor. Birazdan yağmur çiselemeye başlıyor. Ben geceyi düşünüyorum. Dağa nasıl tırmanacağım? Belli etmiyorum, ama heyecanlıyım.
Bahoz Erdal sanki yangına körükle gidiyor, gece dağda yürümenin binbir türlü güçlüğünden söz ediyor. Islak ota, taşa, kayaya nasıl basılacağını anlatıyor. Gerilla eğitiminde dağda yürüyüşün de öğretildiğini söylüyor.
Bu yolculuk için İstanbul’da yeni satın aldığım lastik ayakkabıları inceliyor, altına bakıyor, “İyi güzel de, bunlar ıslak kayada, otta kayabilir. En iyisi bizim gerillanın Mekap’larıdır, kaymazlar” diyor.
Gopal, Şırnak bastonu...
Baston, Gopal denilen bir Şırnak bastonu. Ucu sipsivri, mızrak gibi. Bahoz, “Yılana karşı da işe yarar” deyince biraz irkiliyorum. Gülüyor. “Bu mevsimde değil, yazın olur yılan... Ama baston dağda üçüncü bacaktır” diye ekliyor. Gerçekten de gece vakti dağa tırmanırken çok işime yarıyor Gopal...
Şemsiyeye gelince...
Yalnız yağmura karşı değil, bir de insansız keşif uçağı Heron’lara karşı da etkili oluyormuş. Bahoz, “Bu 5 dolarlık şemsiyeyle 5 milyon dolarlık Heron’ları etkisiz kılabiliyoruz” diyor bizi uğurlarken...
Ve ekliyor:
“Akşam en geç saat yedi ya da yediyi on geçe yola koyulacaksınız, Kuzey’den gelen ilk grupla sınırda buluşmak üzere... Zor bir yürüyüş olacak.”
Bu arada benim pamuklu safari ceketime ve ince rüzgâr geçirmeze gözü takılıyor:
“Bunlarla donarsın. Şu su geçirmez gerilla parkasını alın lütfen. Anlaşılan bu gece sizi biraz gerilla yapacağız.”
Aynur’un sesi: Şeytan
beni kışkırtıyor!
Kar suları kayaları delmiş, toprağın içinden yola fışkırıyor. “Çok güzel sudur, içilir” diyor bir gerilla... Aynur’un güzel sesi, Toyota kamyonetin içinde çınlıyor yanık yanık. Dersim’in klasik aşk şarkısıymış:
“Şeytan beni kışkırtıyor!”
Zap’la Habur sularının arasındaki Metina bölgesinde, dağlar arasında yol alıyoruz. Yağmur iyice bastırıyor. Yüzlerimiz asık. Üçü Kürt medyasından dört gazeteciyiz. Nuce TV’den Erdal Er’le Mehdi Doğan, Newroz TV’den Salih Fırat.
Dört de gerilla var, ellerinde klasik Rus yapımı makinalı tüfekleri Keleş’leriyle:
Bir de, bizi dağın eteklerine götürüp bırakacak olan kamyonetimizin şoförü Kendal.
Dışarısı zifiri karanlık.
Yağmur şakır şakır.
Sis koyulaşıyor.
Önümüzü görmekte zorlanıyoruz.
Arka pencereye tak tak vuruluyor. Ön taraftaki yerimde zıplıyorum. “Birkaç arkadaş daha gelecek” diyor şoförümüz.
Kendal 35 yaşında. Konyalı... 19 yaşındayken dağa gitmiş bir Kürt. “Neden” diye soruyorum. “Kimlik bunalımı, baskılar, Kürtlüğün inkârı... Dağa en çok 1990’larda çıkılmış Konya’dan” diye anlatıyor, “Ailede ihtiyarlar anlatırdı. Ben Konya’da, ailede sekizinci nesilmişim Kürt olarak...”
İstanbul’dan dağa...
Bir gerilla arkadan atlıyor, iki parmağını ağzına götürüp iki kez karanlığa doğru keskin bir düdük gibi ıslık çalıyor.
Sislerin içinden, bir elinde şemsiye, bir elinde Keleş, bir gerilla beliriyor zifiri karanlıkta. Kamyonetin arkasına bir şey demeden atlıyor.
Kendal yavaşlıyor, zira sis iyice koyulaşıyor. Önümüzü göremiyoruz.
Peki, dağa nasıl tırmanacağız?
Allah akıl versin Hasan Cemal!
Kamyonetteki gerillalardan biri, 26 yaşındaki Xwinrej. Memleketi, Şırnak’ın Uludere’si. Sekiz yıl önce İstanbul’da yaşarken gerillaya katılmış. Ailesi 1980’li yıllarda iş güç kalmayınca İstanbul’a göçmüş. Kendisi Bağdat’a gidip Arapça okumuş. “Vallahi siyasi çalışma falan derken dağa çıktım” diyor.
Duruyoruz yine.
Bir gerilla arkadan atlayıp yine keskin ıslığını çalıyor. Yolun kenarındaki çalılıkların, ağaçların içinden bir gerilla daha peydah olup kamyonetin arkasına atlıyor. Bizim muhafızlarımız çoğalıyor.
Kamyonetimiz kaymaya başlıyor.
Frene basıyor Kendal, “Buraya kadar, atlayın” diyor, “Burası bir sınır köyü...”
Yürüme, dağa tırmanma zamanı...
Agır, yanımda bitiyor!
Yağmur yağıyor. Çamur deryası. Patika delik deşik, taşlık, kayalık. Bir elimde şemsiye, bir elimde Bahoz’un hediye ettiği Şırnak bastonu, yürümeye çabalıyorum.
Yanımda bitiyor Agır.
23 yaşında, 2009 yılında katılmış gerillaya.
Hem dirseğimden tutuyor bana destek olsun diye, hem küçücük el feneriyle bana yolu göstermeye çalışıyor. Anlaşılan tembihli, bana yardımcı olması için...
Dağın eteklerinden yukarı doğru tek sıra halinde yürüyoruz sekiz kişi, sınıra doğru. Gitttikçe dikleşen, sarplaşan bir tırmanış. Yılan gibi kıvrıla kıvrıla tırmanıyoruz ama güç bela, arada bir tökezleyerek...
Dağların öbür yanı Çukurca...
Fena halde terliyorum.
Nefesim gayet iyi, bacaklarım da taşıyor beni. Ama geriliyorum sürekli, nereye nasıl basacağımı bilemediğim için. Aşırı dikkat sarf ediyorum. Her an ıslak zeminde kayma, yere kapaklanma, ayak bileğimi burkma tedirginliği beni gererek yoruyor. Sürekli ter boşalıyor.
'Hasan Cemal, çekilme
sürecini sabote ediyor!'
Arada şöyle bir nefeslenmek için mola veriyoruz zifiri karanlıkta. İyi geliyor. Aklıma Ahmet Deniz’in yaptığı espri takılıyor, kendi kendime gülüyorum.
Bana bunu ne kadar güç olduğunu anlatmaya çalışmışlardı. Kandil’in medya ve dış ilişkiler sorumlusu Ahmet Deniz de hepimizi güldürmüştü:
“Yürüyüş başlayacak.
Hasan Abi yüzünden gerilla mola üstüne mola verecek, yavaşlayacak. Heron’lar da bunu havadan tespit edip anında Ankara’ya rapor edecekler. Ve Başbakan Erdoğan demeci patlatacak: Hasan Cemal çekilme sürecini sabote ediyor!”
Bu dağlarda hangi hayvanlar var diye soruyorum Agır’a. “Dağ keçisi boldur, tek tük de ayı...” diyor. Ayıyı duyunca tedirgin oluyorum.
Bir gerilla şöyle diyor:
“Bu gece gerilla kuralları çiğneniyor. Elde fenerler, patlayan flaşlar, sesli konuşmalar...”
Uçak sesi duyuluyor.
Savaş uçağı mı?
Hayır, yolcu uçağı...
Fener ve şemsiye altında not almak...
Arada bir not almak için duruyorum.
Agır, bir elinde şemsiye, bir elinde fener, bana yardımcı oluyor. Kaçakçı katırlarının yolu berbat etmiş olmalarından yakınıyor.
Uzaktan uzağa bir baykuşun hu hu’ları...
Çok tuhaf.
Baykuşun hu hu’ları sisler içindeki kapkaranlık bir ortamda içimi ürpertiyor.
Anlaşılan iyice tırmandık.
Yağmur sulu kara dönüyor.
Sınırın çok yakınındayız.
Mola veriyoruz.
Saat 02:40, telaş havası esiyor: Geldiler!
“Geldiler... Geldiler...”
Saate bakıyorum.
Gece yarısını çoktan geçmiş.
Saat 02:40, tarih 14 Mayıs 2013, günlerden salı.
Yukarıdan, karanlığın içinden tek sıra halinde kadınlı erkekli gerillalar aşağı doğru iniyor.
Bahoz Erdal’ın sözü aklıma geliyor:
“Çekilmek öyle kolay değil, gerillayı ikna etmek zor oluyor. Her gerilla en sona kalmak istiyor. 1999’da da böyle olmuştu.”
Kandil’de Murat Karayılan da aynı güçlükten geçen Mart ayında bana söz etmişti.
Bir başka deyişle:
Dağa neden çıktık, şimdi neden iniyoruz sorusu...
Çekilme günlüğü yarın devam edecek.
Twitter: @HSNCML