Hasan Cemal

01 Eylül 2016

Bu barda sarhoş olmak için değil, ayılmamak için içilir!

Hasan Cemal’in hiç de sıkıcı olmayan bir günü...

Sabah erken ilk durağım karakoldu, Etiler Karakolu.
İfade vermeye gittim.
2015 sonunda Silvan’dan yazdığım bir yazıda terör propagandası yapmış, suç işlemiştim.
Yazıyı hatırladım.
Gülsüma Ana da vardı yazıda.
İki dudağının arasından hiç düşmeyen cigarasıyla şöyle diyordu Delila’nın anası:

Acılar anlatmayla bitmiyo...
Hayatımız zehirdir.
Beş ay boyunca doğru dürüst lezzetli yemedik, doğru dürüst uyumadık. Hele o son 13 günlük sokağa çıkma yasağı...
Elektriksiz, susuz, ekmeksiz...
Bazen de namazsız kaldım.

Silvan Belediyesi Eş Başkanvekili Zuhal Tekiner’la de sohbet etmiştim:

Bitmeyen bir kabusu yaşıyoruz.
Daha 9 yaşındaydım.
Babamın en sevdiği yakın arkadaşı gözümün önünde öldürüldü.
Biz böyle büyüdük.
1980 yılı 9 Eylül günü doğdum.
Üç gün sonra 12 Eylül darbesi... Babam, dedem, zihinsel engelli amcam hepsi bir gecede içeri alındılar.
Şimdi 35 yaşındayım.
İki kez hapse düştüm.
Biri 1998’de 17 yaşındayken, diğeri 2011’de KCK davasından 1,5 yıl yattım.

Dışarı çıksam, acaba Hemingway’in o barını bulabilir miyim?

Acıları aktarmıştım yazımda.
Savcılık da hepimize dava açmıştı.
İfademi uzatmadım:        

Terör propagandası yapmadım.
Türkiye’nin en büyük sorunu olan Kürt sorununun daha iyi anlaşılması ve  barış yoluyla çözülmesi için kitap ve yazılarımla yıllardır gayret ediyorum.
Acılara dokunup aktarıyorum.
Gazetecilik suç değildir!
Yazdıklarım demokrasinin özü olan ifade özgürlüğü çerçevesindedir.

Fikret İlkiz’le sabahki ikinci durağımız  Vatan Caddesi’ydi, İstanbul Emniyet Müdürlüğü Pasaport Şubesi.
Yurt dışına çıkış yasağımın olup olmadığını öğrenecektik.
Bunu öğrenmek şu günlerde hiç de kolay değildi, zaman alıyordu.
Emniyet’te de gerçeği öğrenemedim.
Yazılı dilekçe verin dediler, verdik.
Dilekçemi verirken ufak bir uyarı da yapıldı:
“İki hafta içinde tarafınıza yazılı olarak bildireceğiz durumu... Ama o zaman da emin olmayın. Çünkü size bildirdikten sonra da çıkış yasağı olabilir.”
15 Temmuz sonrasının cilveleri herhalde...
Emniyet’in önünde arabamızı beklerken bir dostla karşılaştık, o da avukatıyla birlikte bir bildiriden dolayı hakkında açılan soruşturma için ifade vermeye gelmişti.
Bir ağacın gölgeliğinde ayaküstü sohbet ederken önümüzde koskocaman, simsiyah bir cip durdu.
Pencere açıldı, Önder Fırat, eski bir dost ve Fenerbahçe yöneticisi.
Şoför mahallinden bir başka dostun güleryüzü uzandı, Aziz Yıldırım.
“Nasılsın Başkan?” dedim ama, doğrusu, bir an kendimi de tutamadım:
“Çok iyi gidiyorsunuz, iki maçta tek puan...”
Aziz Başkan cevabı yapıştırdı ama trafik gürültüsünden duyamadım ne dediğini...
Öğle vakti eve gelirken Ayşe aradı:
“Bebek Muhtarlığı’na uğra, mahkemeden bir tebligat bırakmışlar.”
Haydi hayırlısı!
Bu yıl ocak ayında yazdığım bir yazıyla ilgili dava açmışlar, Cumhurbaşkanı’na hakaretten.
Başlığı şöyle:
“Diktatör bozuntusu!”
Kemal Kılıçdaroğlu’nun bu başlıklı bir konuşmasını aynen alıntılayıp bir yazı kurtarmıştım. Hem CHP liderine hem bana dava açmış Saray...
Eve geldim.
Telefonuma mesaj düştü:
Necmiye Alpay tutuklandı!
Neden?
Kapatılan Özgür Gündem gazetesiyle dayanışma için yayın yönetmeliği yapmak ve Aslı Erdoğan gibi gazetenin danışma kurulu üyesi olmak...
Tutuklamayı özgürlük adına protesto eden bir tweet atarken, hatıralar beni dipsiz bir kuyu gibi içine çekmeye başladı.
Sevgili Necmiye Alpay’la ilk kez 1968’de Trabzon’da askerlik yaparken tanışmıştım.
Ataol Behramoğlu’yla evlenmiş, Trabzon’a gelmişti.
Ataol’la birlikte yedeksubaylık yapıyorduk. Bende Bertolt Brecht’in Almanca aşk şiirleri kitabı vardı. Şiirleri Türkçeye çevirmeye çalışır, sevgili Atatol da bir şair olarak aşk şiirlerini yerli yerine oturturdu.
Necmiye ise bir yandan çay servisini eksik etmez, bir yandan da bize laf yetiştirirdi.
1968’deki Trabzon günlerinde en hararetli tartışma konularımıza gelince:
Türkiye’de sosyalizm, Amerikan emperyalizmi, Moskova ve Pekin...
Ataol bir gün ‘komünistlik’ten dolayı Trabzon’dan Doğubeyazıt’a sürülünce Necmiye de İstanbul’a dönmüştü.
Her şeye rağmen güzel günlerdi.
12 Mart darbesiyle birlikte de onların yurt dışında sürgün yılları başlayacaktı.
Canım fena sıkıldı, daraldım.
Bir kadeh viskiyle televizyonda Hemingway’le ilgili belgesel tadında bir filmi keyifle izlemeye koyuldum.
Bir yerinde şöyle dedi:      

Bu barda sarhoş olmak için içmezler, 
ayılmamak için içerler!

Ben de böyle bir bar bulsam diye mırıldandım kendi kendime...
Bu yazımı dün öğle vakti noktalarken T24’ten İnan aradı:
“Hasan abi, Özgür Gündem nöbetçi yayın yönetmenliğinden dolayı ifadeye çağırılıyorsun...”
Dışarı çıksam, acaba Hemingway’in o barını bulabilir miyim?..