Yunanistan’da yaşananlar birçok açıdan içimi acıtıyor, hüzünle izliyorum olan biteni.
Bir yanda, her geçen gün derinleşen, belki daha doğru deyişle katmerleşen yoksulluk, işsizlik...
Diğer yanda, bir uçtan öteki uca muhtemel savruluşlarla siyaset sahnesinin gitgide karışması...
Hatta, çok eskilerde kalmış olması gereken askere dönüp bakma alışkanlığının, ekonomik ve siyasal istikrarsızlıktan kaynaklanan ana baba günlerinde yeniden nüksetmesi...
Bir ‘cehennem çukuru’nun gözler önünde kazılması...
Olabilir mi?
Böyle bir ‘trajedi’yi, ‘cehennem çukuru’na yuvarlanmış bir Yunanistan’ı düşünmek bile istemiyorum.
Büyük umutlarla başlamıştı
‘Cehennem çukuru’na yuvarlanmış bir Yunanistan’ı düşünmek bile istemiyorum
Oysa, bu yıl ne büyük umutlarla başlamıştı.
Ocak ayında Syriza, gencecik lideri Çipras’la birlikte, “Yalnız Yunanistan’ı değil Avrupa’yı da değiştireceğiz” sloganıyla iktidara gelirken, değişim isteyen herkeste çok büyük bir heyecan dalgası yaratmıştı.
Çipras’ın seçim zaferi beni de heyecanlandırmıştı.
Gencecik bir lider, daha 40 yaşında.
Allah’a inanmıyor.
Bir ateist.
Ama dine, din adamlarına saygılı...
Marihuana satışı serbest olsun, diyor.
Eşcinsel evlilikten yana.
Resmen evli değil ama yirmi yıldır birlikte yaşadığı kadından iki çocuğu var.
Askerliğini torpilli olarak Atina’da yaptığını söylüyor.
Kravat takmıyor.
16 yaşındayken Yunan Komünist Partisi Gençlik Kolları'nda siyasete atılıyor.
2004’te, daha 30 yaşındayken, kısa adı Syriza olan Radikal Sol İttifak içinde önemli roller üstleniyor.
2008'de ittifakın başına geçiyor.
Yunanistan’da ekonomik kriz derinleşirken 2009’da yüzde 4,6 oy alıyor, 2012’de de yüzde 27.
Yılların ya da Papandreu’ların sosyalist partisi PASOK seçim sandığında kayboluyor bu arada...
Geçen ocak ayındaki genel seçimlerde ise yüzde 36.3 oy-149 milletvekiliyle 40 yaşında Yunanistan’ın en genç başbakanı olarak iktidar koltuğuna oturuyor.
Çipras'ı ekonomik çöküş yükseltti
Yepyeni mucize bir reçetesi yoksa, Çipras’ı iktidara getiren kitle tepkisi, onu cehennem çukurunun içine de çekebilir
Çipras’ı iktidara yükselten büyük dalga, Yunanistan’ın ekonomik çöküşünden kaynaklandı.
Ekonomi 2010’da yüzde 25 küçüldü.
İşsizlik patladı, gençler arasında yüzde 50’yi aştı.
Koca ülke korkunç bir yoksulluk çukuruna yuvarlandı.
Borçlar ödenemez hâle geldi.
Bunun adı iflastı, çöküştü.
Avrupa Birliği, IMF ‘yardım eli’ni uzattılar.
Ama kurtarma paketi karşılığında fena halde kemer sıkılması da şart koşuldu.
Bu açıdan özellikle Almanya’nın son derece katı davrandığı dikkat çekti.
Yunan kamuoyunda Başbakan Merkel en kötü kişi oldu.
Ama birbiri ardına kurulan hükümetler de, kemer sıkma politikasını sonuna kadar uygulayamadılar.
Acı ilaç yine de can yaktı.
Yunanistan’da biraz da rahata alışmış kitleler her geçen gün ayaklandı.
Çünkü ücretler kesildi.
Emekli aylıkları tırpan yedi.
Sosyal yardımlar kısıldıkça kısıldı.
Vergiler gitgide ağırlaştırıldı.
Bu yoksullaşma ve kemer sıkma süreci, Yunanistan’ın yıllar içinde hiç değişmeyen, hatta artan yolsuzluk alışkanlıklarıyla birleşince, Syriza’yı iktidara taşıyan toplumsal ve siyasal dalga kabardıkça kabardı.
Çipras, Syriza’nın lideri olarak geçen ocak ayında başbakan olurken kemer sıkma programını reddetmişti.
O klasik acı ilaç, genç başbakanın gözünde tüm kötülüklerin anasıydı.
Şöyle diyordu Çipras:
“Yunanistan bir sayfayı kapatıyor. Kemer sıkma felaketini, korku ve otokrasiyi, beş yıllık utanç ve acıyı geride bırakıyor.”
Devam ediyordu:
“Benim partim, siyasi istikrar ve ekonomik güvenlik için yeni bir sosyal kontrat vaat ediyor. Kemer sıkma politikasına son vererek demokrasiyi güçlendirecek, orta sınıfı yeniden ayağa kaldıracağız. Eurozone’u kurtarıp Avrupa projesini tüm kıtadaki vatandaşlar için cazip kılmanın da tek yolu budur.”
'Değirmenin suyu' meselesi dayatır
Bir ‘reçete’miz yoksa, ‘daha iyisi’ni bulana kadar, ‘oyunu kuralına göre oynamak’tan başka çare kalmıyor
Başbakan Çipras’ın yoksulluk ve işsizliğin pençesinde kıvranan kitlelere dönük vaatlerinde sınır yoktu:
Zenginlerden ekstra vergi…
İhtiyacı olanlara kira yardımı…
Gıda yardımı…
Yoksulluk sınırı altında yaşayanlara bedava elektrik…
Bedava ısınma hizmeti…
Emekli aylıklarına zam…
Asgari ücrete zam…
Vatandaşların ödenemeyecek borçlarını silmek…
Çipras’ın vaatleri böyleydi.
Bu konuda geçen ocak ayı ortasında, bu köşede şöyle yazmıştım:
İyi güzel.
Ama bir de malum soru:
Aleksis Çipras, bütün bu seçim vaatlerini yerine
getirebilecek mi?..
Değirmenin suyu meselesi gelip kendini dayatır böyle durumlarda.
Eğer Çipras’ın kafasında geçerliği olan, uygulanabilir olan, kimselerin bilmediği yepyeni bir mucize reçete varsa, o zaman iş değişir.
Eğer yoksa, genç Çipras’ı iktidar kapısına getiren olağanüstü, heyecan verici kitle tepkisi, bu kez onu cehennem çukurunun içine de çekebilir.
Alexis Tsipras'ın seçim zaferi beni gerçekten heyecanlandırdı ama…
Hangi reçete ile?
Aylar geçti.
Değirmenin suyu meselesi geçerliğini koruyor.
Ne yazık ki öyle.
Evet, sosyal adalet…
Evet, eşitlik…
Evet, dayanışma…
Evet, gelir dağılımında hakçalık…
Evet, işsizliği yenecek ekonomik büyüme…
Evet, kalkınma ve hayat kalitesinde iyileşme…
Ama nasıl?..
Hangi reçete ile?..
Evet, pazar ekonomisini, kapitalizmi sorgulamak lazım.
Yol açtığı adaletsizlikleri, eşitsizlikleri eleştirmek elbette gerekiyor.
Hatta bazen isyan etmek de şart, kapitalist, küresel düzene…
O ‘isyan’ı, o ‘meydan okuma’yı çok iyi anlıyorum, paylaşıyorum.
Daha iyisini bulana kadar...
Ama alternatif reçete nedir?
Böyle bir ‘reçete’miz yoksa ne olacak?
Duygularımı bir kenara bırakmaya çalışırken, aklım şunu söylüyor:
‘Daha iyisi’ni bulana kadar, ‘oyunu kuralına göre oynamak’tan başka çare kalmıyor.
Uzun lafın kısası:
Briç kulübünde pişpirik oynatmıyorlar!