İnsanlık açısından çok önemli bir tarih:
8 Mayıs 1945.
İkinci Dünya Savaşı 75 yıl önce 8 Mayıs günü Avrupa'da sona erdi.
Avrupa o korkunç Hitler Faşizmi'nden 75 yıl önce 8 Mayıs'ta kurtuldu.
Almanya Cumhurbaşkanı Walter Steinmeier'in konuşmasını okuyorum.
Almanların Nazizm döneminde insanlığa karşı işledikleri suçları itiraf ederken, bir Alman olarak kendi ülkesinin "tarihiyle yüzleşmesi"nin göz yaşartıcı bir örneğini veriyor.
Milliyetçilik eleştirisi yapıyor.
Ve bu kepaze sayfaların kendi ülkesinde, Avrupa'da bir daha yaşanmaması için demokrasi ve özgürlük vurgusu yapıyor.
Milliyetçilik virüsünü yok etmeden demokrasi ve özgürlüğün güvence altına alınamayacağının altını kalın olarak çiziyor.
Almanya Cumhurbaşkanı Steinmeier'in konuşmasının bazı bölümlerini yazıma alıyorum.
* * *
Biz Almanlar artık bugün kesinlikle
söyleyebiliriz ki, kurtuluş günü bir şükran günüdür!
Bunu tüm yüreğimizle itiraf etmek için üç kuşağın geçmesi gerekti.
Bir kırık kalp kadar bütün bir kalp yoktur.
Almanya'nın geçmişi -milyonların katlinin ve milyonların acı çekmesinin sorumluluğundan ötürü- kırıklar içinde bir geçmiştir.
Bu, bizim kalbimizi kırıyor.
Ve bu nedenle diyorum ki, bu ülke ancak kırık bir kalple sevilebilir.
Bunu kaldıramayan ve geçmişimizle bir çizgi çizilmesini isteyen her kimse, sadece savaş ve Nazi diktatörlüğü olan felâketi inkâr etmiş olmuyor.
O günden bugüne elde edilen tüm iyiliklerin değerini düşürmüş ve demokrasimizin özünü inkâr etmiş oluyor.
Hatırlamak bir yük değildir.
Yük olan hatırlamamaktır.
Sorumluluk açıklamamak, utanç verici olandır.
Utanç verici olan inkârdır.
Bir daha asla!
Bugün geleceğimize yön veriyor.
Zira kurtuluş hiç bir zaman tamamlanmış olmaz, ve onu pasif biçimde yaşayamayız.
Her gün onun mücadelesini sürdürmeliyiz.
Her gün yeni baştan.
Biz Almanlar geçmişin yüzüne bakabildiğimiz ve tarihi sorumluluğumuzu kabul ettiğimiz içindir ki, dünya halkları ülkemize yeniden güvenmeye başladılar.
Ve, işte bunun içindir ki, biz de bu Almanya'ya güven duyuyoruz.
Aydınlanmış, demokratik bir yurtseverlik ruhunun özü budur.
Hiçbir Alman yurtseverliği içindeki çatlaklardan arınmış biçimde gelemez.
Işık ve karanlık, sevinç ve üzüntü, şükran duygusu ve utança ilişkin açık bir bilinç olmadan gelemez.
1945'te kurtarılmıştık.
Bugün kendimizi kendimiz kurtarmalıyız.
Yeni bir milliyetçilik türünün dürtülerinden...
Otoriterliğe kapılmaktan...
Güvensizlikten...
Tecritten ve uluslar arasında husumetten...
Nefretten ve nefret söyleminden...
İçe kapanmacılıktan...
Demokrasi karşıtlığından...
Bütün bunlardan kendimiz kurtarmalıyız.
Çünkü bunlar yeni bir kılığa bürünmüş eski kötülükten başka bir şey değildirler.
* * *
Almanya Cumhurbaşkanı Walter Steinmeier
Milliyetçilik illetinin bütün Avrupa'da yeniden yükselişe geçtiği, demokrasiyle Avrupa Birliği'nin temellerini fena halde kemirmeye başladığı günümüzde, Walter Steinmeier gibi bir devlet adamı iyi ki var Almanya'nın başında diyorum.
İkinci Dünya Savaşı'nın yol açtığı korkunç yıkımın ardından Amerika'nın liderliğinde, Amerika'yla Avrupa arasında bir demokrasi bloku oluşturulmuştu.
ABD ile birlikte NATO ve AB bu blokun sağlam ayaklarıydı.
Berlin Duvarı 1989'da böyle yıkılmış, Sovyetler Birliği 1991'de böyle tarihe karışmıştı.
Amerika bugün artık o eski Amerika değil.
Amerika artık Trump Amerika'sı!
Ve Trump Beyaz Saray'da oturduğu sürece Amerika'dan demokrasi ve özgürlük adına bir hayır geleceği yok.
Avrupa, Amerika olmadan, özellikle demokrasi ve özgürlük açısından kendi başının çaresine bakabilecek mi?
Kendini reforme edebilecek mi?
Yoksa Avrupa yine 20. yüzyılın başındaki gibi, benim milliyetçiliğim seninkinden daha güzel diye tarif edilebilecek o aptalca oyuna mı kendini yine kaptıracak?
Bir daha o kanlı altüst oluşları, anababa günlerini, o savaşları, o kırım ve soykırımları mı yaşayacak?
Bu soru Avrupa'da iki ülkeyi özellikle ön plana çıkarıyor:
Almanya ve Fransa.
Avrupa'da yükselmekte olan milliyetçi ve popülist otoriter dalgaya karşı bir demokrasi setinin oluşturulmasında bu iki ülke çok önemli.
Bunun içindir ki, Almanya'da Merkel- Steinmeier ikilisiyle Fransa'da Cumhurbaşkanı Macron'un varlığını Avrupa'da demokrasi ve özgürlük açısından öneminin altını bir kez daha çiziyorum.