Hasan Cemal

18 Eylül 2020

Atatürk'ü eleştirmek, onun tarihimizdeki büyük yerine gölge düşürmez

Ve Erdoğan'ı kapının önüne koymak için, cumhuriyeti demokrasiyle taçlandırmak zorundayız

Çatı Koyu'nun sessizliğine sığınıyorum.
Günün ilk ışıklarının altında, yemyeşil
çam ağaçlarının ortasında bir göl...
Yazı düşünüyorum.
Atatürk yazıları...
Ben de bir tane yazayım.
Sonuncusu, Erdoğan'a karşı Atatürk'ün yanındayım
başlığını taşıyordu.
(29 Ekim 2016)
İsteyen, Atatürk der.
İsteyen, Gazi Mustafa Kemal der.
İsteyen, Gazi Paşa der.
İsteyen, Sarı Paşa der.
Ne var bunda?
Birbirinizin gırtlağına sarılmayın.
1960'lı yıllarda devrimci gençler,
Atatürk'ün "kalpaklısı"nı severlerdi.
Atatürk'ü değil, daha çok Kurtuluş Savaşı'nın lideri
Gazi Mustafa Kemal ismini tercih ederlerdi.

Yine 1960'larda, askeri darbe için
ortam oluşturmak isteyen cuntacılar,
(Ben dahil... İsteyen, Kimse Kızmasın Kendimi Yazdım
isimli kitabımı okuyabilir)
CHP lideri İnönü'yle Genel Sekreteri Ecevit'i
"Atatürk'ten sapmak"la suçlardı.
Darbecilerin manşetlerini kuvvayı milliyeci
Atatürk
'ün kalpaklı resimleri süslerdi.
Bir taraf, Atatürk'ü çok partili rejime
bir askeri darbeyle son vermek için kullanırdı.
Öteki taraf, Atatürk'e demokrasi adına sahip çıkardı.
Atatürk bugün de iç politikada araç.
Ne yazık ki öyle.
CHP'deki parti içi mücadelede Atatürk var.
CHP'yi karıştırmak isteyen Erdoğan'cılar da
Atatürk'ü istismar ediyor.
Peki ya ben ne demek istiyorum?
Önce şunu yazın bir kenara:
Atatürk eleştiri üstü değildir.
Atatürk’ün de "günahları" vardır.
Ve bu günahlar göz ardı edilerek
Türkiye’nin önü açılamaz.
Türkiye çağdaş uygarlığı yakalayamaz.
Bir başka deyişle:
Atatürk ve dava arkadaşlarının kurduğu cumhuriyet,
CHP lideri Kılıçdaroğlu’nun isabetli deyişiyle,
demokrasi ile taçlandırılamaz.
Ama önce Atatürk’ün tarihimizdeki sevaplarının,
artılarının altını kalın olarak çizmek istiyorum.
Bunların başında İstiklal Savaşı gelir.
Cumhuriyet rejimini kurmak gelir.
Egemenlik kaynağının gökten yere indirilmesi
ve millete emanet edilmesi gelir.
Laikliğin temellerinin atılması gelir.
Kadın - erkek eşitliğine dönük adımlar gelir.
Eğitimde "medrese kafası"ndan "eleştirel düşünce"ye,
"aydınlanma"ya geçiş adımları gelir.
Kısacası:
Türkiye’nin yüzünü Doğu’dan Batı’ya dönmesi gelir.
Atatürk'ü ben yıllar yılı sadece bu pencerelerden gördüm.
Bu nedenle yıllarca "eleştiri üstü"ydü.

Çizgi: Tan Oral

Ataürk'ün yaptıklarını orasından burasından
sorgulamaya gelince...
Bu süreç bende 12 Mart darbesi sonrasında,
1970'lerde uç vermeye başladı.
Cumhuriyet  kurulurken yapılan ve sonra da devam ettirilen
bazı temel hataların, Türkiye’de demokrasi
ve hukuk devletinde taşların yerli yerine oturmasını
bugünlere kadar nasıl geciktirdiğini görmeye başladım.
Bu hataların Türkiye’de demokrasiyi ikinci sınıflığa,
üçüncü sınıflığa mahkûm ettiğini anlamaya başladım.
Neydi 1923’ün bu temel yanlışları?
Laiklik anlayışındaki otoriterlik...
"Devlet zoru"yla, bazen "sopası"yla din kurumunu,
inançları kontrol altında tutmaya çalışmak...
Kürt yok Türk var anlayışı...
Kürtçe yok Türkçe var anlayışı...
Bu konulardaki yasaklar...
Eğitime damgasını vuran aşırı Türkçü anlayış...
Kürtlere Kürtlüğünü unut diyen, Alevilere Aleviliğini unut diyen,
Ermenilere acılarını unut diyen resmi tarih anlayışı...
Müslüman olmayanlara karşı ayrımcı politikalar...
Atatürk'ü her türlü eleştirinin üstünde tutan,
insanüstü bir varlık haline getiren devlet anlayışı...
Bütün bunlar Cumhuriyet'in kuruluş yıllarının,
Atatürk döneminin hatalarıdır.
Bu kuruluş döneminin yanlışları,
Türkiye'de demokrasiyi ikinci sınıflığa,
üçüncü sınıflığa mahkûm etti.
Özgürlük ve hukuk düzenini geciktirdi.
Devleti ya da atanmışları -özellikle askeri-
her zaman "seçilmişler"in tepesine oturtan
bir zihniyetin yerleşmesine yol açtı.
Bu zihniyet, her on yılda bir gelen askeri darbelerle
askere kurtarcılık kazandıran bir "meşruiyet"in kapısını açtı.
Ve bütün bu temel yanlışların üstünü örten bir de slogan vardı:
 

Türkiye daha demokrasiye
hazır değil! 

Bu temel hatalar çok uzun yıllardır
Türkiye'yi maddi manevi olarak kanatmakta olan
"Kürt sorunu"nu doğurdu.
Bunun kadar önemlisi:
Başlangıçta cumhuriyet devletine yabancılaşan,
ondan soğuyan Müslümanlar
ve ona düşmanlaşan İslamcı hareketler,
çok partili rejimle birlikte -ve 1990'larda Türkiye siyasetinde
"merkezin çöküşü"yle- usul usul seçim sandığını ele geçirmeye,
"devlet"i kendi kontrollerine almaya yöneldi.
Erdoğan'ın tek adamlığı böyle bir sürecin,
"bir uçtan öbür uca savruluş"un ürünüdür.
Türkiye'de Batılılaşmadan intikam sürecidir,
bu savruluşun bir başka adı...
Kısacası:
Eğer Erdoğan'ı seçim sandığında yenmek
ve onu kapının önüne koymak istiyorsak...
Bir başka deyişle:
CHP lideri Kılıçdaroğlu'nun deyişiyle,
cumhuriyeti demokrasiyle taçlandırmak
konusundaki niyetimiz ciddiyse...
O zaman Atatürk dahil geçmişimizi
"eleştiri süzgeci"nden geçirelim,
tarihimizdeki taşları yerli yerine oturtmaya çalışalım.
Bundan korkmayalım.
Atatürk dahil hiç kimse eleştiri üstü değildir, olamaz da...
Son söz:
Atatürk'ü eleştirmek,
onun tarihimizdeki yerine gölge düşürmez.