1973 yılının ilk aylarıydı.
Türkiye yine bir askeri darbe dönemini,
12 Mart'ı yaşıyordu.
Haftalık Devrim Gazetesi
Yazı İşleri Müdürü olarak
hakkımda açılan davalardan
bir bölümü kesinleşmiş,
44 ay hapse mahkûm olmuştum.
Polis arıyordu.
Evliydim, kızımız Elif yeni doğmuştu.
Ankara'daydık.
Canım sıkkındı.
Kaçak yaşamak yerine hapse girmeye
karar verdim. Hapishane bavulum bile
hazırdı. Evde beklemeye başlamıştım
polisleri... Bir gün kapı çaldı, açtım:
Karşımda polis değil, Altan Abi!
Anka Haber Ajansı'ndaki patronum
ve Umum Neşriyat Müdürüm
Altan Öymen'di gelen.
Hadi gidiyoruz, dedi, bir tuhaf oldum.
Hapishaneye mi, diye sordum bu arada...
Önce Kızılay'da bir meyhaneye gittik.
Tıpış tıpış cezaevine gitmenin
gülünçlüğü ve anlamsızlığı üzerine
uzun uzun nutuk çekti bana ve nasihat etti.
Bir polemik ustası olduğu için de,
konuşmama pek öyle fırsat vermeden
beni ikna etmesi güç olmadı.
Birkaç saat sonra elimde
uçak bileti, İstanbul'a gitmek üzere
Esenboğa'ya doğru yol alıyordum.
Altan Abi beni yalnız hapisten kurtarmadı,
gazeteciliği yıllar yılı keyifle yapmamın
yollarını da açtı bana.
Haber nasıl yazılır, öğretti.
Haber nasıl atlatılır, öğretti.
Haber kaynağıyla ilişkilerin
inceliklerini öğretti.
Siyasetçi-gazeteci ilişkilerinin
ve "Ankara gazeteciliği"nin
püf noktalarını da bana öğretti.
Haber yazımındaki, köşe yazımındaki
ince dengelerin farkına varmamı sağladı.
1955 yılı, Ankara. Altan Öymen beş yıllık gazeteci.
Demokrat Parti, CHP'nin mallarına el koymuş,
Altan Öymen protesto ederken polisler alıp götürmüş...
Fotoğraf: Hüseyin Ezer
Genel yayın yönetmenliği,
köşe yazarlığı yaparken "öfke kontrolü"nün
ne demek olduğunu da zaman zaman
anlattı bana...
Bir başka deyişle:
Altan Abi gazetecilikte hem ustam
hem de duayenim oldu.
Bu arada belirtmeliyim:
Her zaman şıktır Altan Abi, güzel giyinir.
Her Ankara gazetecisi gibi
kravatı da hiç eksik olmaz.
Onu evinde bile takım elbisesiz,
kravatsız gördüğümü pek hatırlamıyorum.
Güzel yaşamayı da sever.
Gazeteci bohemi nedir, bu konuda da
Altan Abi'den çok şey öğrendiğimi
itiraf etmeliyim. Bu yüzden özellikle
yurt dışına yaptığımız gazetecilik
seyahatlerinde onunla birlikte olmayı
hep sevmişimdir.
Altan Abi'yi mesleğe başladığım
1969'da tanıdım. O yıl Doğan Avcıoğlu'nun
yanında haftalık Devrim gazetesinin
fedai yazı işleri müdürü olarak gazeteciliğe
adım atıyordum. Ama bu "değişik bir
gazetecilik"ti. Gazetecilikten ziyade
darbecilik'ti, cuntacılık'tı.
Tarih, 30 Eylül 1971, yer Ankara Adliyesi. Doğan Avcıoğlu (ortada)
Mamak Cezaevi'nden yargılanmak üzere getirilmiş.
(Sol baştan) Uluç Gürkan, Savaş Güvezne,
Altan Öymen, Hasan Cemal,
emekli Binbaşı Yılmaz Akkılıç
Hedef, rahmetli Demirel'i başbakanlıktan
devirip, partileri, parlamentoyu kapatıp
devrim yolunu açmaktı Türkiye'de...
Altan Abi'yi ilk kez Devrim için
yaptığı bir röportajı bizim Kızılay'da,
Adakale Sokak'taki büroda
düzeltirken görmüş, tanışmıştım.
Altan Öymen Devrim'de
var mıydı, yok muydu?
O, bugün de Devrim'de olmadığını,
gazeteye ara sıra dışarıdan
katkıda bulunduğunu söyler.
1971 yılıydı. 12 Mart darbesiyle
işsiz kaldım. Altan Abi,
ANKA haber ajansını kurmuştu,
işsiz "gazeteci milleti"ni çatısı altında
toplamaya başlamıştı.
Büro, Kızılay'ın göbeğindeki
Gima gökdelenindeydi.
İşsizlik kötüydü. Her gün gidip
bir köşeye ilişirdim, belki bir iş çıkar,
beni de habere göndeririler diye...
Bir gün çıktı da. Haber trafiğini yöneten
rahmetli Örsan Öymen (muhabirlikte
ondan da çok şey öğrenmiştim)
beni bir habere gönderince
dünyalar benim olmuştu.
Artık gerçek gazeteciliğe adım
atıyordum, üstelik
"Öymen biraderler"in yanında...
İlk başlarda Altan Abi'nin bir haberi
bana kaç kere yazdırdığı,
daktilodan çıkarıp verdiğim
haberleri kaç kere yırtıp
attığı bugün bile belleğimden silinmedi.
Bir gün haber geldi:
Altan Abi uçak kaçırmış,
Mamak'ta, gözaltında!
Korsanlıkla Altan Abi'yi bir araya
getiremediğimiz için büroda hepimizi
gülme tutmuştu. Altan Abi uçak kaçırırdı
ama zamanında havaalanına
yetişemediği için... Bir süre sonra Altan Abi
hapisten çıktı, doğruca Köln'ün yolunu
tuttu. O sabahı hiç unutmam.
Altan Abi, eşi Aysel Öymen
ve ben üçümüz birlikte Esenboğa'ya gitmiştik.
Tedirgindik, yurt dışına çıkış yasağı
koymuş olabilirlerdi. Aysel Hanım'la
Köln uçağının tekerlekleri pistten
kalkıncaya kadar havaalanında
heyecanla beklemiştik.
Tarih, 1975 Ekim ayı sonları, yer Bükreş. CHP lideri Ecevit'in
Romanya gezisini izleyen gazeteciler. (Soldan sağa)
rahmetli Mehmet Ali Kışlalı, rahmetli Cüneyt Arcayürek,
Ergin Konuksever, Altan Öymen, rahmetli Kurtul Altuğ.
Altan Abi 1972'de beni hapisten kurtarıp
İstanbul'da Günaydın gazetesine,
Necati Zincirkıran'ın yanına koymuştu.
Necati Abi'den de gazetecilik konusunda
çok şey kapmıştım. Bu arada
Altan Abi Günaydın'da da zaman zaman
telefonlarıyla bana haber tüyoları
vermeyi ihmal etmedi. 1973 seçimlerinden
önce siyaseti bir hayli dalgalandıran,
Demirel-Çağlayangil ikilisini epeyce
sarsan ekose etekli levrek röportajım da
bunlardan biriydi.
Altan Öymen, evet, çok iyi bir gazeteciydi.
Ama siyasetten de kopmadı,
galiba kopamadı. Gazetecilik zamanlarında
mesleğiyle siyaset arasında bir çizgi
çekmeye gelince...
Bazen zorlansa da bu çizgiyi çekebildi.
Damardan CHP'liydi.
CHP'de milletvekilliği, bakanlık, grup
başkanvekilliği ve kısa bir süre
genel başkanlık yaptı.
1980'de 12 Eylül darbesiyle birlikte
CHP kapatıldı, Altan Abi de
siyaseten yasaklı oldu
ve Cumhuriyet'te gazeteciliğe geri döndü.
Daha ilginci bu sefer ben onun
Umum Neşriyat Müdürü oldum.
Güzel zamanlardı.
Altan Abi sadece köşe yazmakla,
röportaj yapmakla yetinmezdi.
Gazetenin başına, mutfağa gelip
bizzat tecrübesini konuştururdu.
Tarih, 5 Ekim 1983, yer Kumkapı Liman Restaurant.
(Sol baştan) Rahmetli Okay Gönensin, Altan Öymen,
Hasan Cemal, Murat Belge
1982 yılı olmalı, İsrail Lübnan'ı işgal etmiş.
Sevgili Cengiz Çandar Suriye üstünden
bir taksiyle Beyrut'a girebilen tek tük
yabancı gazeteciden biriydi.
Büyük bir "atlatma"ydı bu.
Teleksten ilk haberi tıkırdamaya başladığı
zaman Altan Abi de yanımızdaydı.
Birinci sayfayı yıkıp Cengo'nun haberini
tam sayfa çalışırken, Altan Abi
yalnız yazı işlerinde değil, kurşun kokulu
mürettiphanede de koşturuyordu.
Askeri yönetim siyasetten sonra ona
köşe yazmayı da yasaklayınca,
bu sefer Altan Abi haberciliğe başladı.
Marsilya'da, Paris'te Asala davaları'nı,
Strasbourg'da Avrupa Konseyi'nin
Türkiye oturumlarını,
Yunanistan'da seçimleri izlemişti.
Şimdi hatırlıyorum.
Cumhuriyet'teki patron-başyazarım
Nadir Nadi bir gün bozuk atmıştı,
fazla masraf olmuyor mu diye...
Ben de, "Efendim şurada arkadaşının
evinde, burada çocuklarının evinde,
orada kız kardeşinin evinde kalıyor" diye
başlayınca, tatlı tatlı gülmüştü Nadir Bey...
Sene 1988, Şubat ayı, yer Münih
Ama bu arada Altan Abi, fazla masraf
olmasın diye Avrupa'da trenle
seyahat edip istasyon istasyon, peron peron
koştururken yere kapaklanıp dizini
sakatlamış, menisküs olmuştu.
Altan Abi'nin gazetecilikten CHP'de
siyasete geçiş yapmasından sonra da
ilişkilerimiz hep iyi gitti.
CHP'de Genel Başkanlık
koltuğuna oturmasından sonra ara sıra
bana kızmıştı, biliyorum.
Ama belli etmezdi.
Sosyal ilişkilerde fazlasıyla ustaydı.
Gerektiğinde ipi gerer
ama kopmasına müsaade etmezdi.
"Denge"yi korurdu.
Tarih, 5 Ocak 1981, Ankara'da bir eğlence
Cumhuriyet gazetesinde 1991 yılı
sonlarında "vazonun kırılması"nda da
böyle oldu. Bana arka çıkmadı ama
İlhan Abi'nin de yanında
pek öyle açıktan gözükmedi.
Altan Abi'ye istemediği bir şeyi söyletmek
kolay değildir. Zurnanın zırt dediği yere
gelince, bazen öyle olur ki, ağzında lafı,
yazısında sözcüğü yuvarlar. Ve ne dediğini,
ne yazdığını tam çıkaramazsınız.
Az daha unutuyordum Altan Abi.
Yazdığın kitaplar Türkiye'nin siyasal
tarihinin önemli dönemlerine ışık tutuyor.
O çalkantılı zamanları yazacak olanlar için
senin kitapların mecburi duraklar
olacak. Ama bir eksik var hâlâ,
12 Mart... O döneme gelemedin
dizi kitaplarında. Merak ediyorum
12 Mart'ı, 9 Mart'ı nasıl yazacaksın diye...
Yazı uzadı.
Ben de Altan Abi gibi biraz güç yazarım.
Altan Abi'nin yazısı olduğu günlerde
yazı işlerinde telaş başlar, "Altan Abi
yazıyormuş, aman gecikmesin,
hatlar kaçmasın!" uyarıları
bazen esprili dille kulaklara çalınırdı.
Tarih, 31 Ağustos 1995, İstanbul'da IPI Direktörü'yle
birlikte... Hasan Cemal (sol başta), Altan Öymen (ortada), Nazlı
Ilıcak, Oktay Ekşi, rahmetli Metin Toker ve Sami Kohen
Bir de Altan Abi'nin teknolojiyle
pek arası yoktu. Yazılarını, kitaplarını
elle yazardı. Yazarken de, düzeltmek yerine
kâğıdı buruşturup yere atardı.
Bazen yazı bitene kadar
yerler kâğıtla kaplanırdı.
Ayrıca çok titizdi yazılarında.
Yanlışsız çıksın isterdi.
Bir de iki nokta, üç noktaları ile
meşhurdu. Bu yüzden teleksçiler,
düzeltmenler, sekreterler onunla
güç zamanlar yaşardı.
Bu açıdan Altan Abi'nin
Cumhuriyet Haber Merkezi'nde
en sevdiği gazeteci Yalçın Bayer'di.
Sevgili Yalçın, Altan Abi'nin yazılarını
telefondan daktiloyla alır, sonra da
gece vakitlerine kadar onun gönderdiği
ekleri, düzeltmeleri yapardı.
Yazı uzadı gitti.
Daha o kadar çok yazacak şey var ki.
Çünkü o kadar çok yaşanmışlık var ki.
Hatıralar dipsiz kuyudan çıkıp çıkıp
geliyor, başıma üşüşüyorlar.
Sevgili Altan Abi;
İyi ki varsın.
Yazıda -kalmışsa- imla hatalarını,
Türkçe yanlışlarını affet.
Gazetecilikte tam 70 yıl,
dile kolay,
bu 70 yılın 51 yılına
ben de tanık olduğum için
çok mutluyum.