Hasan Cemal

25 Aralık 2017

Ahmet çıkacak, yine yazacak!

Ahmet Şık: Gün gelecek siz yargılanacaksınız!

Sabah vakti Çağlayan.
Adliye koridorlarına kulak veriyorum.

- Can Dündar Berlin'de 1 yakın, 4 uzak korumayla dolaşıyor.
- Hayko Bağdat da öyle. Çelik yelek takmaya başlamış.
- Can, programlarının çoğunu iptal etmiş.
- Almanlar suikast timleri konusunu ciddiye alıyor.    

Biri araya giriyor acı bir tebessümle:             

- Bizim devletimiz öyle şeyler yapmaz ama... 

Bir başkası sözü, son çıkan Kanun Hükmündeki Kararname'ye, kısa adıyla KHK'ya getiriyor:

- Okudun herhalde son KHK'yı...
- Bunlar hepimizi vuracaklar!
- Vuranlar da temize çıkacak!
- Yargılanmayacaklar bile...
- Akıl alır gibi değil, bu son KHK ile hukuk devletinin zerresi kalmıyor, hukuk tümüyle rafa kaldırılıyor.
-
 Bu arada tek tip direnişlere, krizlere yol açacak, istedikleri de  bu galiba...

Aradan biri, İslam ve demokrasi konusuna giriyor:

- Bunlara iktidar verilmez; seçim sandığından çıkarlar ve "Madem çoğunluğuz, her istediğimiz yaparız" diyerek yargı dahil, medya dahil her odağı biat kurumları hâline getirirler, şimdi Türkiye'de olduğu gibi... 

Adliye koridorları gergin.
İnsanlar öfkeli.
Cumhuriyet davasında beşinci perdenin açılmasını bekliyoruz ama perde her zamanki gibi zamanında açılmıyor.
Kapının önünde tıkış tıkış, itiş kakış bekleşiyoruz.
Cumhuriyet muhabiri Canan da bu kez bağırmayınca, gazeteci milletine kıyak yapılmıyor. 
Akın Atalay'la, Murat Sabuncu'yla fırsat bulup el sıkışıyorum. Güler yüzlü, sağlıklı hâlleri var.
Ahmet Şık'la birbirimize el kol sallıyoruz.
Tutuksuz sanıklar arka sıralarda.
En son Hikmet Çetinkaya geliyor, dik dik yürüyerek yerini alıyor.
Aydın Engin etrafına takılmadan, hepimizi güldürmeden duramıyor.
Mahkeme heyeti yerini almadan önce sanıkların sayımı yapılırken Kadri Gürsel'in sesi yükseliyor:

- Benim adımı okumadınız, yoksa ben sanıklıktan düştüm mü?

Gülüşmeler...
Bu arada, Dışarıdaki Gazeteciler İnisiyatifi'nin duruşma öncesi yaptığı açıklamayı okuyorum.      

Tutuklu bütün gazetecilerin serbest bırakılmasını, ifade özgürlüğü kapsamındaki tüm davaların düşürülmesini istiyoruz.
Çalınan hukukun kılıfına dönüşen OHAL ve KHK rejiminin, tüm sonuçlarıyla birlikte ortadan kaldırmasını istiyoruz.
Fikir, ifade ve örgütlenme özgürlüğü önündeki engellerin kaldırılmasını istiyoruz.
Özgürlük, demokrasi ve adalet istiyoruz.
Asla pes etmeyeceğiz, biz kazacağız. 

Mahkeme koridorları nasıl bir Türkiye'de yaşadığımızı çok iyi anlatıyor.

Duruşma salonunda Ahmet Şık'ın sesi patlıyor:      

Türkiye'de nüfusun yüzde 15'i şüphelidir, haklarında ilk derece soruşturma yürütülmektedir.
Ülkenin yüzde 15’ini şüpheli, terörist olarak gören bir iktidar, terörist iddiasını akıl almaz suçlamalara        dönüştüren bir yargı var.

Mahkeme Başkanı Orkun Dağ, Ahmet Şık'ın sözünü kesiyor:      

- Böyle devam edersen keserim.

Ahmet Şık:

- Bu siyasi bir davadır!

Erdoğan iktidarına dönük eleştiriye mahkeme dâhil hiçbir yerde geçit yok!
Mahkeme Başkanı sesi kesiyor, dinleyici sıralarından biri Başkan'a bağırıyor:

- Ahmet’e sen değil siz diyeceksin. Ahmet babanızın oğlu değil.

Duruşma salonu karışıyor.
Bir tepki patlaması yaşanıyor.
Ahmet Şık salondan çıkarken haykırıyor:

Gün gelecek siz yargılanacaksınız, burada, sanık       sıralarında siz olacaksınız, unutmayın bunu!

Alkışlar...
Mahkeme heyetine dönük protestolar...
Yuh sesleri...
Ortalık karışıyor, sloganlar patlıyor:      

- Ahmet çıkacak, yine yazacak!

Mahkeme koridorları nasıl bir Türkiye'de yaşadığımızı çok iyi anlatıyor.
Bir avukat kulağıma eğiliyor:

- Ahmet, "Beni 25 Aralık’ta dinleyin" demişti. Konuşturmadılar çocuğu...

Yazımın ilk bölümünü kafeteryada yazıp geçiyorum.
Duruşma saat 14.00'te başlayacak.
Koridorda, Cumhuriyet davasının kapısında kızılca kıyamet kopuyor.
Üstelik, sabahı sessiz geçiren Canan'ın sesi cıyak cıyak.
Hiç hayra alamet değil.
Mahkeme heyeti davayı izleyecek olanlara sınırlama getirmiş.
Sadece avukatlar ve sarı basın kartı olan gazeteciler içeri alınıyor.
Milletvekillerine de giriş yasağı var.
Sanık yakınları da duruşma salonuna alınmıyor.
Kıyamet kopuyor, büyük bir itiş kakış yaşanmakta. Biraz daha bu hava devam ederse, saç saça, başbaşa kavga kopabilir.
Ama sonuç alınıyor, sanık eşlerine de giriş izni veriliyor: Koridorda heyecanlı bir koşu daha...           
Koridorda dikkatimi çekiyor:
İçerlek bir yere siyah üniformalarıyla çevik kuvvet yığılmış,  sabah yoklardı.
Saat 14.40.
Duruşma yeniden başlıyor.

Erdoğan iktidarına dönük eleştiriye mahkeme dahil hiçbir yerde geçit yok!

Ahmet Şık getirilmemiş...
Avukat Fikret İlkiz güzel konuşuyor.  Savunma hakkının kutsallığını vurguluyor. Savunma hakkının engellenmemesini istiyor.
Ahmet Şık'ın salona alınması talebini mahkeme heyeti reddediyor.
Avukat Bahri Belen'in konuşması da güzel. Savunmanın korkusuz ve yüksek sesle yapılması gerektiğinin altını çiziyor.
Yargının tarafsızlığını yitirdiğini, yargının gitgide siyasal iktidarın emrine girdiğini ince bir dille belirttikten sonra ekliyor:  

- Mahkeme heyetinin çekilmesini talep ediyoruz!

Mahkeme heyeti de avukatların ret talebinin değerlendirilmeye alınacağını söylüyor.
Murat Sabuncu, "Madem Ahmet Şık burada yok, savunmasını yapması engellendi. O zaman ben de savunmamı yapmıyorum" deyince, bir alkış kopuyor salonda...
Akın Atalay da savunma yapmayı reddediyor, "Bir an önce arkadaşımın  yanına dönmek istiyorum" diyor.
Avukatlar dışında herkes dışarı çıkarılıyor, karar için...
Saat 17.30.
Doğan Akın'dan telefon:
"Tahliye yok! Duruşma 9 Mart'a ertelendi, Silivri'de yapılacak."
Ahmet Şık'ın mahkeme heyetine dönük sesi kulağımda çınlıyor:

- Yarın sanık sıralarında siz oturacaksınız, sizler yargılanacaksınız!

Evet, nasıl kapkara zamanlardan geçtiğimiz bugünlerde mahkeme koridorlarında çok daha iyi hissediliyor.