Hasan Cemal

17 Ağustos 2021

Afganistan yeniden terör ihraç edecek bir üs mü olacak?.. Bir terör örgütü devlet sahibi mi oluyor?..

Türk askerinin Afganistan'da bulunmasına ve yeni misyonlar üstlenmesine karşıyım

El Kaide, 11 Eylül 2001'de New York'ta
İkiz Kuleleri vurdu.
Amerika, 7 Ekim 2001 tarihinde
Taliban'ı Afganistan'da vurdu.
Milliyet'te çalışıyordum.
Amerika'nın Kabil'i ele geçirmesinden
beş ay sonra, 2002 yılı Şubat ayında
Pakistan'ın başkenti İslamabad üzerinden
Kabil'e geldim.
Her durakta kulağıma hep aynı cümle
çalınıyordu:

Bu daha son değil, başlangıç,
her şey daha yeni başlıyor
Amerika için...

Pakistanlı bir gazeteci şöyle demişti:

Evet, her şey daha yeni başlıyor.
Kış gelince bu savaşçılar
dağlara çekilir saklanırlar,
baharla birlikte çıkarlar.

Karşısındaki güçlüyse, sabrederler,
beklerler. Kendi aralarındaki
hesaplaşmaları bir yana bırakıp
birleşirler. Peştun kültürü budur.
Sovyet işgalinde de böyle olmuştu.
Amerika hava bombardımanlarıyla
sonuç alamaz. Amerikalılar
buraya piknik yapmaya gelmediklerini
zamanla anlayacaklar. Buralarda çok büyük
bir Amerikan düşmanlığı var.
Ayrıca Afganistan'da Usame Bin Ladin bir
kahraman. Amerika'nın Afganistan
operasyonu bu topraklarda Müslümanlara
karşı bir saldırı olarak algılanıyor.
(7 Mart 2002 tarihli Milliyet'ten)

2002'nin Mart ayında bir gün.
Pakistan'ın başkenti İslamabad.
Hava sıcak, güneş yakıyor.
Faysal Camii.
Bembeyaz mermerden uçsuz bucaksız
avlunun gölge bir köşesine,
“Selamünaleyküm” deyip çöktük.
Çok büyük bir cami. 1976 yılında
Suudi parasıyla yapılmış.
Mimarıysa rahmetli Vedat Dalokay,
Ankara'nın CHP'li Belediye Başkanı...
Çıplak ayakla bağdaş kurup oturuyoruz.
Sohbet konusu Afganistan.
Bizi gören iki kişi daha “Selamünaleyküm!”
deyip yanımıza çömeliyor.
Beyaz entarili, siyah sakallı gençler.
İkisi de Peşaver'den.
Peştun olduklarını söylüyorlar.
Taliban'a dönük sempatilerini
saklamak gibi bir dertleri yok:

Ruslar da öyleydi.
On yıl kaldılar Afganistan'da.
Başta galip gibiydiler.
Ama sonra ne oldu,
herkesin malumu...
Amerika'nın akıbeti de
farklı olmayacak... (8 Mart 2002 tarihli
Milliyet'ten)

Sovyet işgali 10 yıl sürmüştü.
Amerika da 20 yılda pes etti.

Tarih, 7 Mart 2002, HC Kabil sokaklarında...

Tarih, 8 Mart 2002.
Karlı dağların arasından süzülüp
bir başka gezegene konuyoruz:
Kâbil.
Yeşili, ağacı, suyu olmayan bir gezegen bu.
Hepsine hasret bir hali var.
Sanki çöle iniyoruz!
Uçağın kapısı açılır açılmaz,
rüzgârla birlikte kabaran bir toz dalgası
çarpıyor yüzümüze.
Ve savaş manzaraları...
Sovyet işgalini hatırlatan
Mig savaş uçaklarının
bombalanmış kalıntıları...
Koca gövdeleri parçalanmış,
delik deşik olmuş Rus nakliye uçakları...
Sağda solda tahrip edilmiş uçaksavar silahları...
Savaşın hazin izlerini taşıyan bir terminal...
Sanki bir savaş müzesine indik...
Hoş geldin diyor Kâbil!
İki yanımdan akıp giden görüntüleri
içim acıyarak seyrediyorum.
Harabe! Taş üstünde taş kalmamış.
İnsanın insana ettiklerini anlamakta
yine güçlük çekiyorum.
Tıpkı Beyrut'ta, Saraybosna'da,
Mostar'da, Kosova'nın İpek şehrinde,
Golan yakınlarındaki Kuneytra'da
gözlerimle gördüklerime inanamadığım gibi...
"Yugoslavya'da görev yapmış
bir Fransız diplomat geçen gün dedi ki”
diye söze giriyor, “İç savaş Afganistan'ı
Yugoslavya'dan çok daha beter böldü,
kutuplaştırdı insanları... Etnik bakımdan
çok daha kötü, keskin cephelere bölündü
Afganistan...”
Bu bölünmüşlükten, kökleri yıllar ve yıllar
öncesine giden etnik ve mezhepsel kan
davalarından Afganistan nasıl kurtulacak,
birliğini nasıl kuracak?
Ya da kurabilecek mi?

Cemal Paşa 1921'de Kabil'e geldiğinde
Kral Emanullah Han'a kuvvetli bir ordu
kurmasını tavsiye etmiş,
ülkenin birliğini gerçekleştirmek için...
Emanullah Han 1928'deki
Türkiye ziyaretinde aynı tavsiyeyi
Atatürk'ten de dinlemiş...
Elimdeki Birleşmiş Milletler raporuna
göz atıyorum. İstikrar ve huzur için,
ulusal ordu en büyük öncelik olarak
belirtiliyor raporda...
Kâbil...
Karanlık çağların simsiyah gölgesini vurduğu
bir başka gezegen...
Depresif bir şehir!
Gerçekten boğucu, kasvetli.
Dolaştıkça, etrafa bakındıkça
insanın ruhu daralıyor.
Kâbil'e 48 saatte sadece 1 saat su,
yine 48 saatte 5 saat elektrik veriliyor.
O da şebekesi olan yerlere...
23 yıl boyunca barış ve huzur yüzü görmeyen
Afganistan, böylece dünyanın
en büyük terör üssü haline geldi!
Buradan kalkan El Kaide gidip
dünyanın tek süper gücünü,
11 Eylül'de Amerika'yı can evinde vurabildi.
Bundan sonra ne olacak?..
Afganistan'ı bir zamanlar cehenneme çeviren
hortlaklar her an ölüm dansına hazır
pusuda bekliyorlar.
Bir Amerikalı diplomat, Rus'a diyor ki:

Bak, sizin yapamadığınızı
biz yaptık.

Rus diplomat, Amerikalıya diyor ki:

Bak, biz de geldik bir tarihte,
devirdik Kâbil'deki rejimi.
Yerine kukla bir hükümet kurduk.
Ama ipler ondan sonra
el değiştirmeye başladı.
Siz de şimdi bu aşamadasınız,
dikkat edin. (9 Mart 2002 tarihli Milliyet'ten)

Kabil, 10 Mart 2002.
İç savaşı yaşan bir ülke...
22 yılda 2 milyon ölü...
Yerinden yurdundan olan 5 milyon göçmen...
Ve yerle bir olan koca ülke...
Nasıl oldu bütün bunlar, diye soruyorum.
İlk tepkisi:

Günahsız insanlar öldü!

Adı Seyit Efzel, 75 yaşında. Afgan ordusundan
emekli general. Türkçe biliyor.
1950'li yıllarda Türkiye'de eğitim görmüş.
Kara Harp Akademisi'nden
kurmay çıkmış 1960'ta...
Binbaşı olarak Afganistan'a dönmüş, anlatıyor:

Komünistler geldi, emekli oldum.
Attılar bizi ordudan... Önce komünistlerle
Ruslar bombart ettiler Afganistan'ı...
Komünistler gitti, Mücahitler geldi.
Onlar da birbirlerine girdi.
Kâbil şehrini mahvettiler dört yılda.
Meydanlarda köpekler insan eti yedi.
Ordunun silahlarını sattılar.
Sonra Taliban geldi.
Önce çok iyi durumdaydılar.
Sonra bozuldular.
Kadınları, kızları okullardan,
her yerden attılar, evlere kapadılar.
Afganistan'ın dünyayla irtibatını
tamamen kopardılar.
( 11 Mart 2002 tarihli Milliyet'ten)

Kabil, 13 Mart 2002.
Afgan Barış Gücü'nün İngiliz Komutanı
Tümgeneral John McColl'la
Milliyet ve CNN Türk adına
röportaj yapmak için bir çadırın
önünde bekliyorum.
Kocaman göbeğini titrete titrete gülüp,
çayını höpürdete höpürdete içebilen,
göz bebeklerini dört bir yana fırıldak gibi
döndürebilen, Kâbil'e yolu Taliban zamanında
düşmüş, Kuzey Irak'ın Süleymaniye kentinden
Kerküklü bir Türkmen ve de Kanada pasaportlu,
her dilden çalan, dört kol çengi Eyüp
Hürmüzlü'nün geçen günkü sözleri takılıyor
aklıma:

Kâbil'den başka yerde devlet yok.
Tabii Kâbil'deki de devletten başka
her şeye benziyor. Çünkü parsellenmiş
durumda... Tacikler güçlü. Tacikler gelince
Peştunlar kaçtı. Halktan da kaçan oldu.
Çünkü 1996'da Taliban geldiğinde
Peştunlar Taciklere çok fena zulüm
yapmışlar.”

Sözlerinin devamı şöyle Eyüp Bey'in:

Talibanlık bir felsefe...
Bir cevher aynı zamanda.
Kolay sönmez.
Taliban'ın 80 bin silahlı askeri vardı.
Nereye gittiler?
Kâbil'in emniyeti geceleri dışarıdan gelip
Taliban'a, El Kaide'ye katılanların,
daha çok silahlı Arapların elindeydi.
5 bin silahlı Arap vardı Kâbil'de.
Birden kayboldular, nereye gittiler?..

Ve eklemişti:

Yeni başlıyor bu işler!
(14 Mart 2002 tarihli Milliyet'ten)

Bu söz, "Amerikalılar için Afganistan'da her şey
daha yeni başlıyor,
bu bir son değil bir başlangıç" sözü,
20 yıl önce Kabil'de kulağıma
fazlasıyla çalınmıştı.
20 yıl sonra dedikleri doğru çıktı.
Amerika'nın Afganistan operasyonu
tam bir başarısızlıkla noktalandı.
Taliban geri geldi.
20 yıl sonra Başkanlık Sarayı'nda
verdikleri muzaffer fotoğrafa bakarken,
iki tedirgin edici soru üşüşüyor kafama:

Bir terör örgütü,
devlet sahibi mi oluyor?
Afganistan yeniden
terör ihraç edecek
bir üs mü olacak?

Son olarak vurgulamak istediğim
konuya gelince:

Türk askerinin
Afganistan'da bulunmasına
ve yeni misyonlar üstlenmesine
karşıyım.

Afganistan yazmaya devam edeceğim.