Büyük bir kalabalığın önünde bir gazeteyi hedef alarak bağırıyor Başbakan: “Boğulacaksınız!” Erdoğan basını tehdit ederken, yargıyı yürütmenin ellerine veren HSYK düzenlemesi de Meclis’ten geçiyor.
Evet, Murat Belge’nin dediği gibi “Erdoğan vazgeçti diye ben de demokrasiden vazgeçemeyeceğime göre” eleştirmeye devam etmekten başka çaremiz yok. Ama gidişat vahim, 28 Şubat kadar vahim…
Kürsüde, her seferinde olduğu gibi bağıra çağıra konuşan Tayyip Erdoğan’ı izliyorum.
Takallüs etmiş bir yüz ifadesi.
Düşmanca bakışlar.
Konuşurken dudakları, burun delikleri titriyor, geriliyor.
Yüz hatları fena halde gergin.
Gözleri çakmak çakmak.
Öfke ve nefret akıyor suratından.
Erdoğan aylardır böyle, bi tuhaf.
Korkutucu bir hali var.
Kürsüye çıkıp eline mikrofonu aldığında, anlaşılan, karşısında hep düşman görüyor.
Bu defa Hürriyet’in haber başlığına kızmış. Adını vermiyor, “Amiral” diye geçinenler diyerek yükleniyor:
“Hele hele bugün attıkları başlığı özellikle kendilerine hatırlatıyorum. Bunun altında boğulacaksınız.”
Kabahati neymiş Hürriyet’in?
“Kabataş özrü” diye atmış başlığı, içine de Latif Demirci’nin güzel karikatürünü oturtmuş:
“CAAART KABA TAAŞ!..”
Tayyip Erdoğan’ı öfkelendiren bu.
“Bu başlığın altında boğulacaksınız”, evet tekrar ediyorum, ‘boğulacaksınız’ diye bas bas bağırıyor büyük bir kalabalığın önünde...
Akıl alır gibi değil.
Gazeteyi tehdit ediyor bir haber başlığından dolayı, ‘boğulacaksınız’ diye.
Bunun neresi normal?
‘Erdoğan vazgeçti diye…’
Şimdi diyebilirsiniz ki:
Elbette, hiç şaşırtıcı değil.
Artık demokrasiye, hukuka sırtını dönmüş, başka sulara yelken açmış bir Tayyip Erdoğan var karşımızda.
Murat Belge’nin dünkü yazısında dediği gibi, “Erdoğan vazgeçti diye ben de demokrasiden vazgeçemeyeceğime göre” Başbakan’ı eleştirmeye devam etmekten başka çaremiz yok.
Ama gidişat vahim, karanlığa doğru…
Nereye yol aldığımızı göremiyoruz.
Nereye bakarsanız öyle, etraf karanlık...
Bakın, HSYK’ya yeni bir düzen getirildi.
Sözü uzatmak gerekmiyor:
Bu yasal düzenlemeyle yargı neredeyse tam anlamıyla yürütme tarafından teslim alınıyor.
Neredeyse her şey Adalet Bakanı’nın, daha doğru deyişle Başbakan’ın iki dudağının arasına bırakılıyor.
Yargı bağımsızlığı, kuvvetler ayrılığı hiçe sayılırken, Tayyip Erdoğan’ın demokrasi korkusu derinleşirken, Türkiye ne yazık ki demokrasi ve hukukun üstünlüğünden hızla, her geçen gün çok daha beter uzaklaşıyor.
‘Üç beş kuruş’la ‘önüne yatarım’lar
Şu tapelere bakın.
Dönemin İçişleri Bakanı Muammer Güler ile Reza Zarrab telefonda konuşuyorlar.
Soruyor Reza Zarrab:
“Hakkımda soruşturma var mı?”
İçişleri Bakanı güvence veriyor:
“Abicim sen rahat ol. Vallahi öyle bir şey varsa, senin önüne ben yatarım ya! İçişleri Bakanlığı’nda, Maliye’de ve MİT’te bir şeyin yok.”
Güler, oğluna soruyor:
“Evde para var mı oğlum?”
“Var baba.”
“Ne kadar?”
“Üç beş kuruş baba…”
“Oğlum ne kadar?”
“1 trilyon lira baba…”
“Şimdi oğlum diyeceksin ki, Reza Zarrab…”
Ne darbesi, kimin darbesi?
Ya da hâkimler, savcılar değişecek…
Yeniler gelince, Bilal Erdoğan ifadeye gidecek… Evinde, ayakkabı kutuları içinde 4.5 milyon dolar bulunan kamu bankası genel müdürü hemen ama hemen tahliye edilecek…
Veyahut:
Başbakan’la Ulaştırma Bakanı’nın himayelerinde, büyük ihale sahibi işadamlarından oluşturulan ‘para havuz’uyla yandaş medya kurtarılacak ya da güçlendirilecek…
O kadar çok ki bu örnekler.
Ve demokratik hukuk devletini yerle bir eden bu örnekleri karartmak, gözden kaçırmak, soruşturmaları engellemek için yapılıyor hukuk darbesi bu ülkede.
Evet, hukuk darbesi!
Erdoğan’ın bu darbesi derinleşiyor.
Son HSYK düzenlemesi de bu ‘hukuk darbesi’nin ölümcül bir parçasını oluşturuyor.
Şimdi yazımın başına dönüyorum.
Erdoğan’ın yüz çizgilerine, bakışlarına oturmuş olan öfke, nefret ve düşmanlığa.
Bu hiç hayra alamet değil.
Yeni söylemiyorum bunu.
Tekrar yazın bir kenara:
Tayyip Erdoğan öylesine gergin, öfkeli bir ruh hali içinde ki, bu ruh haliyle attığı meydan nutukları da Türkiye’yi gerdikçe geriyor, kutuplaştırdıkça kutuplaştırıyor.
Toplumu cepheleştiriyor.
Erdoğan, bu tavrıyla da Türkiye’ye büyük kötülük yapıyor.
Bu açıdan Kabataş örneğini düşünün.
Erdoğan iktidarına bakarsanız, Gezi mağdurları da neredeyse ‘başörtülüler’den ibaret.
Biraz insaf.
Gezi’de günler boyu polisten feci halde dayak yiyen, korkunç devlet şiddetine maruz kalan, saçlarından tutulup yerlerde sürüklenen başı açıklar değil miydi?
Söyler misiniz?
Gezi’de hayatını kaybeden genç insanlar kimlerdi?
Gerçeklerin üstünü örtmeniz bir yana, bunu yaparken toplumu “başörtülüler ve başı açıklar” diye diye nasıl ikiye böldüğünüzü fark etmiyor musunuz?
Kol kola giren başörtülü ve başı açık kadınları neden görmüyorsunuz? Ya da Gezi eylemleri sürerken, iftar vaktinde kurulan “yeryüzü sofraları”nı?
Sizde hiç vicdan kalmadı mı?
Empati diye bir duygu?..
Hâlâ kürsülere, televizyon ekranlarına çıkıp Gezi çerçevesinde bile ‘başörtülü mağdurları’ konuşuyorsunuz.
Ayıptır, günahtır.
Askerden sonra AKP’nin 28 Şubat’ı
28 Şubat ruhu şimdi sizin içinizde.
28 Şubat ruhu şimdi size yön veriyor.
Gezi bunun bir örneği.
Cami ve bira bunun bir örneği.
Kabataş bunun bir örneği.
17 Aralık bunun bir örneği.
Yolsuzluklar bunun bir örneği.
‘Ayakkabı kutuları’ndan saçılan milyonlarca dolar bunun bir örneği.
Hapisteki gazeteciler bunun bir örneği.
İşsiz gazeteciler bunun bir örneği.
İşten atılan gazeteciler bunun bir örneği.
İş dünyasına dönük baskılar bunun bir örneği.
Medyaya baskı bunun bir örneği.
Bir telefonla attırılan haberler bunun bir örneği.
‘Boğulacaksınız’ diye gazetelere savrulan tehditler bunun bir örneği.
Bütün bunları 28 Şubat’ta asker yapardı.
Şimdi siz yapıyorsunuz.
Üstelik daha fazlasını…
28 Şubat’ta post-modern darbe yapan ‘asker’den ne farkınız var? Şimdi ‘asker’den daha fazlasını yapmıyor musunuz?
Evet öyle, yapıyorsunuz.
İçinizde vicdan sahibi olanlar bu yalın gerçeği görüyor.
Evet öyle.
Şunu iyi bilin!
28 Şubat ruhu şimdi de sizi teslim almış durumda.
Bu ‘ruh’un Türkiye’de toplumun içine akıttığı bölücü, cepheleştirici zehir demokrasi ve hukukla ne güzel temizlenmeye başlamıştı.
Yazık ettiniz.
Tekrar temizlemek zaman alacak, sancılı olacak çünkü…
Twitter: @HSNCML