100 yıl geçse de acılar unutulmuyor.
100 yıl geçse de tarih tarih olmuyor.
100 yıl geçse de geçmiş geçmiş olmuyor.
Hazin ama öyle.
Tarihle, geçmişle yüzleşmediğin, yüzleşemediğin vakit acılar insanoğlunun peşini bırakmıyor.
Geçmiş bir türlü geçmek bilmiyor.
Tarih dün değil bugün olmayı sürdürüyor.
Belki bir başka deyişle:
Tarih paçalarımızdan çekmeye devam ediyor.
24 Nisan IN MEMORIAM konserinde bu gerçekleri bir kez daha düşünüyorum, anlamaya, duyumsamaya çalışıyorum.
100 yıl öncesinin acılarını şarkı olarak, müzik olarak, nağme olarak, şiir olarak yüreğimde hissediyorum.
Tarih korkusu insanı karanlıkta bırakıyor.
Tarih korkusu insanı tutsaklaştırıyor.
Tarih korkusu insanı yalanda yaşatıyor.
Çünkü, tarih korkusu nedeniyle insan kendi beynini, aklını ‘resmi yalanlar’ın emrine verebiliyor.
‘Tarih korkusu’ndan kurtulmak ve tutsak aklı özgür kılmak, barış ve demokrasiye açılan yollarda yürümektir, tüm farklılıklarımızla huzur içinde yaşamanın kapılarını açmaktır.
Bir noktayı belirtmek istiyorum.
Bu sözlerim, derine giden acıların anıldığı, paylaşıldığı, hissedildiği bir günde, “24 Nisan’da ne yapacaklar, kendileri çalıp kendileri oynayacaklar” diyebilecek kadar duyarsızlaşanlara değil elbette.
Onları geçiyorum.
ÖLÜM YOLCULUĞU
100 yıl geçse de acılar unutulmuyor. 100 yıl geçse de tarih tarih olmuyor. 100 yıl geçse de geçmiş geçmiş olmuyor. Tarihle, geçmişle yüzleşmediğin, yüzleşemediğin vakit acılar insanoğlunun peşini bırakmıyor.
Ve 22 Nisan 2015 günü İstanbul Kongre Merkezi’nde verilen IN MEMORIAM konserinin kitapçığındaki şu satırlarla yazımı noktalıyorum.
Yüz yıl önce bu gece İstanbul’daki Ermeni aydınlar yataklarında son defa uyudular, ertesi gece yarısı kapıları vuruldu ve ölüm yolculukları başladı.
Bu tarihten sonra, acı ve endişe geride kalanların da tüm hayatlarını esir aldı.
Biz bu gece, yüz yıl önce tutuklanarak ölüme gönderilen aydın, yazar ve şairlerin seslerini duymaya ve duyurmaya çalışacağız.
Yüz yıl önce savaş vardı.
Bütün Avrupa, Kafkasya ve Ortadoğu, nüfuz ve paylaşım mücadelesinin acılarını çekti, siyasi liderlerin başlattığı savaşlarda her ırktan ve inançtan insanlar hayatlarını kaybettiler.
Savaştan sonra yeni sınırlar çizildi, yeni devletler tarih sahnesine çıktılar.
Yeni sınırlar içinde yaşamaya başlayan toplumlar yaralarını sarmaya çalıştılar.
İki bin yıldır Anadolu’da yaşayan, bu topraklarda sosyal, kültürel, iktisadi değerler yaratan bir halk, onunla birlikte Batı Ermeni kültürü bu süreçte dağıtıldı, yok edildi.
Sağ kalanlar için geri dönme, ülkelerinde yaşama kapıları açılmamak üzere kapatıldı.
ÖLDÜRÜLMESELERDİ...
‘Tarih korkusu’ndan kurtulmak ve tutsak aklı özgür kılmak, barış ve demokrasiye açılan yollarda yürümektir, tüm farklılıklarımızla huzur içinde yaşamanın kapılarını açmaktır.
Ermenilerle birlikte İstanbul’da, Trabzon’da, Harput’ta, Diyarbakır’da ve Van’da, bu toprakların bizi besleyen en güçlü kültür katmanlarından birisi yok oldu.
Öldürülmeselerdi, memleketimizin farklı köşelerinde daha fazla yazar, şair, mimar, sanatçı yetişecekti.
Bu topraklardaki hayat sadece Ermeniler için değil, Ermeni olmayanlar için de daha renkli, daha huzurlu, daha yaşanır olacaktı.
Ve geçmişle gerçekten hesaplaşılsaydı, 6-7 Eylül olmayacaktı, Dersim’de, Kahramanmaraş’ta, Sivas’ta katliamlar yaşanmayacaktı.
Ermenilerin malını gaspetmenin helâl olduğuna inanılmasaydı, hak ve hukuk normlarının sadece çoğunluk için değil, herkes için geçerli olması gerektiğini çok daha öncesinden anlayacaktık.
1915 İŞLENEN SUÇLAR...
İnsanların farklılıklarıyla birlikte eşit yaşadığı, hukukun hükmettiği, özgürlüklerin sürekli tehdit altında bırakılmadığı bir memleket isteyen aydınlar, yazarlar, sanatçılar olarak, 1915’de işlenen suçların sonuçlarını ve bu ülkede Ermenileri kaybetmiş olmanın boşluğunu her gün daha fazla hissediyoruz.
Bu duygu ve yapılanlardan duyduğumuz utanç, onlar için ve ülkemiz için adaleti aramak yolunda bizi daha fazla sorumlu kılıyor, bize daha fazla güç veriyor.
Bizi kendi gerçeğimizle yüzleştiren, bize kendi hikayemizi anlatan Ermeni aydınlarının anıları önünde saygıyla eğiliyoruz.