CHP’de ansızın ‘değişim’ vurgusuyla başlatılan ve büyük bir seçim utkusu getiren hareket kendi içinde ayrıca ele alınmayı bekliyor. Bugüne kadar henüz değişimden neyin kast edildiğini kimse öğrenemedi. Tüm toplumlar tarihlerinin her döneminde o kavramın büyüleyici etkisi altında kalır ve değişim ister. Türkiye gibi 30 yıldır belli bir ideoloji ile yönetilen bir toplumda bu kavramın yankı bulmaması büsbütün olanaksızdır. Ama CHP’de telaffuz ve zikredilen, vurgulanan değişim, herkesin kendince içini doldurduğu, daha ideolojik unsurları tayin edilmemiş bir kavramsa da etkili olmayı sürdürüyor. Bu çerçeveyi CHP’deki politik liderlikle bütünleştirip birlikte düşünmek gerekir. Değişim, kitleleri peşine takacak bir kavramdır ama kimin öncülük ettiği en az o kadar önemlidir. CHP bakımından toplumu harekete geçiren unsur hamleyi Ekrem İmamoğlu’nun yapmasıdır. Onun rüzgârı olmasaydı ne parti içi değişim yaşanacaktı ne de seçim sonucu bu şekilde belirecekti.
Kişilerle kaim ve onların politik etkileme gücüyle somutlaşan kavramlaştırmalar kısa süre içinde söner. Sönmekle kalmaz, sahibi olan politikacıyı da eritir. Önemli olan, ‘Ak Günlere’ gibi bir deyişin Türkiye’de ne derecede etkili olduğunu hatırlamaktır. O politik çıkış çerçevesinde asıl vurgulanması gereken hem deyimi olgunlaştıran Bülent Ecevit’in etkisi hem de 1973 öncesi ve sonrasında CHP’nin (tarihindeki tek) dönüşümünü sağlayan kapsamlı ideoloji ve kitle çalışmalarıdır. O günlerin Ankara’sında Göreme Sokağı’nda bulunan CHP Planlama Bürosunun faaliyetleri parti için politika ve ideoloji üretiyordu. Ama CHP Planlama Bürosu 1957 dolaylarında işlemeye başlamıştı. Önce 1961 Anayasasının temeli olan İlk Hedefler Beyannamesini yayınlamış, ardından devam etmişti. Bülent Ecevit, tartışmasız bir entelektüel olarak o çalışmalara doğrudan katkı vermekle kalmıyor (partinin yayınladığı Özgür İnsan dergisindeki yazılarının okunması yeterli, o yazıların derlenmesi de zaruridir) üretilen politikayı kitlelerle, sivil toplum örgütleriyle, sendikalarla, öğrenci hareketiyle bütünleştirerek yapılan politikaya dönüştürüyordu. 1973’ün ve 1977’nin başarıları bu çerçevede oluşmuştur. Yani 20 yıla yaklaşan sistemli bir çalışmanın sonucu ve uzantısıydı.
Bugün CHP’nin ideolojik planda da lider düzeyinde de böyle bir somutlaşma/kristalizasyon berraklığı yok. İmamoğlu’nun partiyi sürüklediği açık ve kesindir. Öte yanda adı konsa da konmasa da parti yönetimi ikili bir yapı gösteriyor. Taraflar arasında derin, kalıcı ve sınırları belli, somut bir uzlaşmanın sağlandığı ve iş bölümünün yapıldığı söylenemez. Tersine, gergin, çatışmacı bir zeminde cereyan ediyor CHP pratiği. Bu tabloya git gide ufalansa bile Kılıçdaroğlu kırıntılarını eklemek gerekir.
İdeolojik plandaki durum daha beter. Retorik nitelendirmeler dışında CHP’nin nasıl bir parti olduğunu, kimin partisi olduğunu artık kimse bilmiyor. İçinde ters akıntıların kesiştiği ve sürekli türbülansların yaşandığı bir parti CHP. Yine de bir şey söylemek gerekirse bugünkü CHP’nin gerçek sol ve ‘sosyal demokrat’ bir parti olmadığı söylenebilir. Türkiye’de gerçek bir sol partinin üç temel dayanağı bulunduğunu defalarca yazmış birisi olarak yeniden belirteyim: Kürtler, Aleviler, sosyalistler. CHP bu kesimlerin hiçbiriyle bir uzlaşma sağlamadı. Onlar çeşitli nedenlerle CHP’ye teveccüh ettiler ama CHP o eğilimi henüz kabullenmedi.
Önce demokrasi
Hayır, CHP bu sularda değil. Ama başka bir olgu var. Bugünkü Türkiye’nin ana ve öncelikli ihtiyacı demokrasidir. Gerçek bir demokrasiyi savunan ve o demokrasinin muhakemesini somutlaştıran bir partide diğer unsurlar gelip ona katılır. Hem demokrat olup hem de diyelim yukarıda andığım üç unsurun haklarını gözetmemek mümkün olamayacağı için güçlü bir demokrasinin merkezi olarak kendisini konumlandıran bir partinin toplumdaki mağdur ve madun unsurlarla bütünleşmesinin doğallığına değinelim. CHP’nin yapması gereken ilk iş tüm dünyada ağır kriz içinde bulunan demokrasiyi Türkiye için evrensel ilkeler temelinde yeniden ve çok kuvvetli şekilde tanımlamak ve oradan başlayarak ileriye doğru açılmaktır.
Böyle bir adım atılabilir mi? Demokrasi etrafında kurgulanacak bir politika modeli herkese ilk bakışta son derecede kolay hatta sıradan gibi görünürse de hayır, öyle değildir. Güçlü ve kapsamlı bir demokrasi tanımının yapılması ve daha önemlisi uygulanması son derecede zordur. Demokrasi görüldüğünden, sanıldığından çok daha zor bir olgudur. Politizasyonu ayrıca birçok düzenlemeyi gereksinir. Söz konusu güçlüklerin başlıca nedeni farklı çıkar çevrelerinin (interest groups) taleplerini uzlaştırmak, çoğunluğun azınlık haklarını gözeterek yönetimi sürdürmesini sağlamaktır. CHP ve Türkiye söz konusu olunca bu zorluk büsbütün büyür. Zorluğun önde gelen nedeni Türkiye’nin yüz yıllık cumhuriyetçi modernleşme tarihinde demokrasi üretmemesidir. Çok partili rejimin demokrasi sayıldığı bir ülkeden söz ediyoruz. 1908-1925 arasında onlarca partinin olduğu bir partide tümünün 1925’te siyasetten yasaklanmasından sonra 1946’da ‘demokrasiye geçildi’ diyor, onu bir zafer olarak kutluyoruz. Türkiye gerçek bir demokrasiyi üretmediği için asla çoğulcu bir toplum olmadı. Oysa, gerçek bir çoğulcu demokrasi arayışı beraberinde çoğulcu bir toplumu ve siyaseti de getirecektir.
Mevcut koşullarda CHP’nin değişim başlığı altında bir dönüşüm/yenileşme yaşayıp yaşamayacağı ciddi bir sorundur. O sorunun temelini CHP’nin bir siyasal parti olarak ideolojisini ve pozisyonunu hangi unsurların öncelikli olarak tayin ettiğini saptanamaması hazırlıyor. O unsurlar saptanamayınca CHP sürekli olarak arada kalan, iç çelişkilerinin birbiriyle çatışmasını yaşayan bir partiye dönüşüyor. Her zaman belirttim bir daha dile getireyim. Bugünkü CHP’nin ve tarih içindeki öncüllerinin sahne olduğu en ciddi mesele o partinin ilerici ve sola açılan kanatlarıyla onu bir devlet ve merkez partisi halinde tutmak isteyenler arasındaki zıtlaşmadır. Unutmayalım, son otuz yılda ‘Anadolu Solu’ gibi saçma kavramların yer aldığı ve her birinin ‘değişim’ olarak sunulduğu bir partiden söz ediyoruz. Üstelik bugün o partide ciddi çelişkiler ve kısıtlamalar yaşanıyor. Onları ele almak zamanının geldiği kanısındayım. Şimdi CHP’nin bugün karşı karşıya kaldığı üç büyük ve partinin karar vererek çözmesi gereken çelişkiyi ele alacağım.
Böckenförde çelişkisi ve CHP
Yenilenmiş CHP’nin ilk aşması gereken çelişki literatürde Böckenförde çelişkisi diye anılan ve liberalizmle cumhuriyetçilik arasında cereyan eden çapraşık ilişkidir. Alman düşünüre göre birbirinin zıttı gibi duran iki büyük siyasal akımın, liberalizmin ve cumhuriyetçiliğin ikisinin de birer iç çelişkisi vardır. Birey özgürlüğü, mülkiyet temeli ve piyasa dokunulmazlığı üstünde yükselen liberalizm (son zamanlarda daha çok üstünde düşündüğüm şekilde) git gide artan bir şiddetle düzenleyici mekanizmalara, bilhassa devlete ihtiyaç duyuyor.
Öte yanda yurttaşlık kavramına dayanan toplulukçu bir anlayışı benimseyen Cumhuriyetçilik mutlak bir siyasal güce karşı çıkar. Cumhuriyetçi ideoloji kralı, padişahı, sultanı devirir, yerine halk egemenliğini getirir. Ama bu defa Alexis de Tocqueville’den beri saptanan büyük tehlike, çoğunluk diktatoryası ortaya çıkar. Hatta merkezdeki hakim yurttaşlık tanımının diğer yurttaşları dışlaması görülür. Onu aşmak için öncelikle hukukun üstünlüğü kavramının ve siyasal iradeyi denetleyen kurumlarının (mesela Anayasa Mahkemesi) mevcudiyeti ve işlemesi gerekir. Ne var ki, o koşulda da bir zamanlar Demirel’in ‘Kırat (başında olduğu Adalet Partisinin sembolü) hızlı koşuyor ama taylar (Danıştay, Yargıtay, Sayıştay) mâni oluyor’ dediği şekilde bir iç çelişkisi, tabiriyle söylersem meşruiyet krizi oluşuyor. Juvenal’den beri sorulan soru biçimleniyor: Quis custodiet ipsos custodes? (‘who will guard the guardians?) Koruyucuları kim koruyacak.
Söz konusu çelişki bugün CHP’de haddinden fazla tecessüm etmiş durumda hatta CHP 1990’lardan beri bu sorunun cevabı vermemekle kıvranıyor. CHP belirttiğim iç çelişkilerin bilincinde olmadığı için kendisine liberalizmle cumhuriyetçilik arasında bir yol arıyor. (Galiba pek de aramıyor!) Oysa çözümün iki çelişkiyi ortadan kaldıracak bir yöntemden geçtiğini bilmiyor, daha doğrusu ilgilenmiyor o sorunla. Sosyal demokrasinin düzenleyici mekanizmaları meşrulaştıran yaklaşımıyla yurttaşlık haklarını hukukun üstünlüğü çerçevesi içinde en üst düzeyde tutma, sivil topluma dayanarak sürekli olarak yenilediği katılım mekanizmalarıyla toplumsal bilincin diriliğini sağlama ilklerinden uzak biçimde, ‘karizma’ gibi içi boş retorik kavramlarla oyalanıyor CHP. Veremediği her cevap, bulamadığı her yol CHP’nin eklektik (siyasette en kötü pozisyondur) bilinçsiz ve her an biraz daha heterojenleşen hatta ‘arkaikleşen’ kitlesini yönetemeyen bir partiye dönüşmesine yol açıyor. CHP’nin ideolojik yol arayışının (?) başlangıç noktasından söz ediyorum. O başlangıç noktası politik olarak sürekli farklı bir yere kaydırıldığından ve CHP onu fark edemediğinden hep hazırlanan ama hiç yarışa başlayamayan bir parti olarak CHP-diyelim.
Yüzde 65 ve temel ideoloji çelişkisi
CHP’nin bugün kazandığı ve toplumun yüzde 65’ini tutan kesimin dikkatle izlenmesi, irdelenmesi ve iç çelişkilerinin, partiyle etkileşiminin ve eklemlenmesinin ayrıca ele alınması gerekiyor. Geleneksel olarak CHP’ye kimin oy verdiği bellidir. Bu unsurları coğrafi olarak kıyılar, demografik olarak yüksek gelirli, ileri eğitimli, Batıcı, laikçi kesimlerin oluşturduğu açıktır. Henüz siyasal davranışları konusunda yeterince bilgi sahibi olmadığımız genç kesimin CHP’ye nasıl yaklaştığı meçhuldür ama onu da bir küçük belirleyici olarak denkleme katabiliriz.
Son seçimlerde durum ciddi bir değişim gösterdi. CHP, 1950’den beri elde edilemeyen kentleri kazandığı gibi Anadolu’nun içine yani ‘Derin Anadolu’nun başladığı Ankara’ya kadar yüzeyini genişletti. Güneydoğu Anadolu’nun özel hali bir yana bırakılırsa ‘Mavi Anadolu’nun CHP’yi tercih ettiği besbellidir. Bu Anadolu’nun en önemli ögesi elinde tuttuğu büyük ekonomi ve insan kaynağıdır. CHP’li yüzeyin ürettiği katma değeri Derin Anadolu’nun kapasitesiyle mukayese etmek dahi saçmadır.
Buradaki ciddi soru bu kesimin oy davranışını tayin eden faktörlerdir. Türkiye nüfusunun büyük kesiminin bu bölgede yoğunlaştığı bir gerçek. Bu nüfusun CHP’nin geleneksel tabanıyla örtüştüğü aşikâr. Bu hale rağmen, söz konusu demografi CHP’ye ideolojik bir ayrışmayla teveccüh etmedi. CHP’ye yönelen çevreler güncel siyasal konjonktürden çok ekonomik konjonktürle hareket etmiş, bir yandan da bu partiyi (daha etkili şekilde) CHP mitolojisi nedeniyle tercih etmiştir. O mitoloji CHP sembolizmasıyla örtüşüyor. ‘Atatürk’ün kurduğu parti’, ‘Aydınlanma devrimi’ gibi kavramlar, gerçek anlam ve içeriğinden boşaltılmış ‘anti-emperyalizm’ gibi değerlendirmeler bugünkü CHP’nin pseudo-ideolojisini meydana getiriyor. Ulusalcılıkla iç içe geçen bu anlayış özellikle metropolitan alanda güçlü ve geçerlidir.
Halbuki ‘değişim’ kavramı tam da bu anlayış ve yaklaşımın aşılmasını öngörür, en azından böyle mütalaa edilmesi gerekir. İdeolojik bir farklılaşmadan söz ediyor. İdeolojik dönüşüm kendiliğinden olmaz. Ciddi bir hazırlığa bağlıdır. Hazırlığın önemli kısmı entelektüel çalışmaya dayanır. O çalışma toplumdaki ilgili ve taşıyıcı sınıflarla irtibatlandırılmadıkça anlam taşımaz. Bu tespitimle birlikte belirtmeliyim ki, pseudo-ideoloji dediğim ve retorik bir tekrardan öteye gitmeyen mevcut söylem (discourse) bahsettiğim metropolitan hatta taşra nüfusunun sınıfsal tepkisidir. CHP’de kendisine taban bulan ulusalcılık, onu benimseyen ve savunan sınıfların bir tür savunma mekanizmasıdır, bütün ideoloji-sınıf ilişkilerinde olduğu üzere. Türkiye’deki kent burjuvazisi hatta (artık söylenebilir) Cumhuriyet parvenu’sü söz konusu olduğunda o savunma hayatta kalma mücadelesine dönüşmüştür.
Taşradan gelen muazzam göçün büsbütün seyrelttiği kentli beyaz nüfus yani burjuvazi, temel değeri olduğuna inandığı ilkelerin o kitle nezdinde karşılık bulmadığını görerek alabildiğine tepkiselleşmiştir. İdeolojisini bu defa bir varoluş gerçekliği şeklinde yaşayan bu kesimin şimdi daha da derine giden bir sorunu var. Sadece göçer nüfusu sayısını nispi düzeyde azaltmamakta, o kesimde İsviçre nüfus artış oranının hayli altına düşen doğurganlık ve nüfus artış oranı da onu tehdit altında bırakmaktadır. Güneydoğu nüfus artış oranları, muhafazakâr çevre nüfus artış oranları bu kesimi ciddi bir darboğaz itmektedir. Sorunun menbası ve menşei üstünde düşünmek yerine kentli taban cevabını ideolojik tepkiyle göstermekte, bu da onda kırgınlık, küsme, kayıtsızlık, içe dönme, çevreden kopuş ve depresyon şeklinde tezahür etmektedir. CHP’nin doğal tabanı ‘Beyaz Türkleri’ bu açılardan rehabilite etmesi, mitolojik ve pseudo-ideolojik çemberden onları çıkarması, Mavi Anadolu’dan Derin Anadolu’ya bir taban yenilenişiyle ulaşması, erişmesi gerekir. Evet, CHP, çok gecikmiş taban değişimini gerçekleştirirse değişimi gerçekleştirecektir. Yoksa bu başarısını dahi kendi eliyle köstekleyecektir.
Yeni burjuvazinin rantı ve güç arayışları
CHP’nin elde ettiği seçim başarısının altında yatan güçlü bir sınıf çelişkisi de var. Bugüne değin Türkiye’deki siyasal yapı analizlerini üzerine oturttuğum merkez-çevre ilişkisi ve halkla, ordu-bürokrasi-aydınların (OBA) ittifakından oluşan merkezin çatışması 1908 sonrası tarihimizi bire bir açıklar. Anadolu-İstanbul sermayeleri, isterseniz buna büyük sermaye-küçük sermaye de diyebilirsiniz, arasındaki gerilim keza bir başka gerilim ve çatışma unsurudur. 1990’lardan ama özellikle de 1980 sonrasındaki liberal dönüşümle birlikte Anadolu’da devletten kopmuş, ondan özerkliğini ilan etmiş bir sermayenin teşekkül ettiği, zaman zaman ‘Anadolu Kaplanları’ diye anıldığı malum. İttihatçıların yani merkezin kendi kontrolünde tutmak istediği, kendi eliyle biçimlendirdiği sermayenin 1970’lerde, TÜSİAD dokusu içinde, siyasal iktidara direnebilecek bir güce eriştiğini, Bülent Ecevit hükumetine karşı gazetelere ilan vermeye kadar ilerlediğini biliyoruz. Merkez açısından asıl kötü haber bu defa o burjuvazinin karşısında kendi kendine yeten Anadolu sermayesinin çıkmasıydı.
1927’de Atatürk’ün İstanbul ziyaretinden sonra, gerçekleştirdiği inkılapların sahibi ve taşıyıcısı olan, Beyaz Türkler diye andığımız kentli, iyi eğitimli, yüksek gelirli, Batıcı ve laikçi çevrelerin 1990 sonrasında, bir de 2002 sonrasında kısa bazı ittifaklar dışında Ak Parti iktidarına karşı direndiği açık. Görünüşte pseudo-ideoloji çerçevesinde gelişen bu direniş (laiklik, Batıcılık, elitizm) özünde o iktidarın taşıyıcısı olan Anadolu sermayesine direnişti. Son derecede doğal olan bu tepki bugünkü sonucu elde etmekte en önemli destek unsurudur. Nedeni açık: eskiden bir merkez bir de çevre varken, daha sonra merkezlerde çevreler, çevrelerde de merkezler meydana gelmeye başladı. Anadolu’da yerleşik mütegallibenin vakti zamanından beri CHP’ye niçin destek verdiğini tanımlayan sosyolojik çözümlemeler yok elimizde. Ama bugün o kesimin AK Partiyi destekleyen çevrelerin sağladığı, biriktirdiği sermayeye karşı çıkmak ve devlet elindeki rantlardan pay almak için CHP etrafında biriktiği rahatlıkla öne sürülebilir.
Kentsel dönüşüm rantları, genel olarak kent rantları Ak Parti’nin sermaye ve bürokrasi çevrelerine öğrettiği en önemli kazanç kapısıdır. Ak Parti altının mutlaka sarı renkte ve mutlaka bir maden olmadığını çok iyi belletti topluma. Altın, taştan topraktan ve kahverengi-siyah olabilir. O altının adı kent rantlarıdır. Merkezde savunma sanayi gibi çok büyük yatırımlarla cereyan eden büyük kazançlar bir yana çıkılırsa kent rantlarından pay alma talebi, bugün her türden siyasi iktidar tabanının en önemli beklentisidir. Esasen illegal bir toplumda yaşıyoruz. Suyu, elektriği, vergisi, neredeyse her şeyi kaçak olan bir toplumdan söz ediyoruz. Hukuk, kanun ve müeyyide kavramları bu toplumda hiçbir şey ifade etmiyor. Bu koşullarda herkesin maksadı kısa yoldan zengin olmak. Yeni iktidar arayışlarını bu yeni burjuvazi taleplerinin hazırladığını görmemek için kör olmak gerekir.
CHP etrafında birleşen ve 411 belediyeyi elde eden taban yani Mavi Anadolu’ya yerleşik taşra burjuvazisi, küçük ve büyük burjuvazi olarak, Ak partiyi destekleyerek karşılığını görmüş kesimler gibi zenginleşmek istiyor. Büyük kentlerdeki büyük burjuvazi açısından bu talep ve beklenti daha da yakıcıdır. Kısacası 25-30 yıldır, geride kalmış, mağdur olduğunu düşünen burjuvazi bu defa farklı partilerde ittifak edip yerel yönetimleri büyük bir çevre olarak ele geçirdi. Bu hamlede, Ak partiyi destekleyerek burjuvalaşmış ve artık daha liberal ekonomik modellere geçilmesini isteyen, bugünkü yönelimlerden gayri memnun çevrelerinde payı, katkısı var. Sonuç olarak CHP şimdi yeni bir burjuvazi inşa etmek zorunda. Yadırganacak bir tutumdan söz etmiyorum. SHP’nin 1989 yerel yönetim başarısında da beklentiler aynı yönde ama çok daha küçük ölçekteydi. O tarihte belediye büfeleri üstünden gelişen talepler şimdi çok daha büyük beklentilere dönüşmüş olsa da özünde çok benzer bir davranış kipine işaret ediyorum.
CHP bu çılgın talep atını kontrol etmek zorundadır. Eğer edemezse 1990’larda İSKİ skandalına benzer yıkımlarla karşılaşır. CHP bu yeni burjuvazi beklentilerini karşılama ve doyurma işini bilinçli şekilde ele almak zorundadır. Henüz hiçbir şekilde oluşmamış hala pseudo-ideoloji düzeyinde kalan ama değişim kavramıyla bütünleşmiş siyasal görüşlerini ilerletmek ancak böylelikle yani bir sınıfı ve ekonomik tabanlı bir sınıf bilincini geliştirmekle mümkündür. İkisinin birbirini dengeleyip dengelemeyeceği ayrı bir tartışma konusu olsa bile, bugün gelinen noktadaki pozisyon budur ve CHP’nin bu çelişkiyi aşması gerekir. O çelişki, zenginleştirilecek, güçlendirilecek sınıfın hangi sınıf olduğuna karar vermekle ilgilidir. Dar gelirli, yoksul çevreler mi, burjuvazi mi?
Yerel güç ve sosyal demokrasi çaresi
Tüm bu analiz ve anlatımın gösterdiği iki önemli sonuç var: CHP bir sınıf ve ideoloji arayışı içinde bulunuyor. Fakat kendisi yani yönetim bunu yeterince algılamıyor. Dosdoğru bir gerçekten hatta somut bir olgudan söz ediyorum. Nedenlerini belirttim. Bir kapanma, bir çıkmaz konumunda iken eline çok güçlü bir araç geçiren bu parti eğer kullanamazsa onun esiri olur. Oysa durum o derecede vahim değil. CHP çok hızlı bir girişimle sosyal demokrat ideolojiyi ve yerel yönetim gerçeğini kendisine eksen alarak bu sorunu aşabilir.
Sosyal demokrasi yüzyılın ötesinden gelen, bugün hala diri şekilde ayakta duran bir ideolojidir. Yerel yönetimlerle hatta merkezi yönetimle son derecede uyumludur. Ayrıca CHP’nin pseudo-ideolojisinin çekirdeğindeki cumhuriyetçi ögelerin dayandığı toplulukçu anlayışla bütünlük içindedir. Bugün artık o ölçüde olmasa bile, parti, geçmiş, bilinç ve belleğinde köklü bir sosyal demokrasi birikimine sahiptir. CHP bu ideolojiyi benimseyip eksen alarak ve yenileyerek, bahsettiği değişimi somut bir zemine oturtabilir ve muhafazakâr-neo-liberal çemberi kırabilir. Sosyal demokrasinin son büyük hamlesi olan 1990’ların sonu 2000’lerin başındaki Üçüncü Yol çıkışından sonra geliştirdiği ve bugünün teknoloji odaklı çok karmaşık dünyasına sunacağı yeni öneriler, CHP’den çok toplumun yeni bir politik-etik zeminde dönüşmesinin ana aracı olacaktır.
Bugün CHP’nin eline geçmiş 411 belediyenin somutlaştırdığı kuvvet çok büyüktür. Yerel yönetimlerde bu doğrultuda oluşturulacak bir politika merkezi yönetimin sekter ve yanlış, anti-demokratik siyasetini de dengeleyecek, hatta düzenleyecektir. Demokrasi sadece talep edilmekle sağlanmıyor. Demokrasiyi somutlaştıracak edimlerin gerçekleştirilmesi gerekiyor. O adımların kaynağı yerel yönetimlerdir. Yerel yönetimler fiilen sivil toplumdur. Yanı sıra yerel yöneticilerin elinde kelimenin tek anlamıyla sınırsız bir güç vardır. Üstlerinde hiçbir örgütlü denetim mekanizması bulunmamaktadır. Yerel ölçekteki diğer sivil toplum kuruluşlarıyla sorun odaklarında bütünleşmiş bir yerel yönetim anlayışı sosyal demokrat ideoloji doğrultusunda çok ciddi, önemli, kalıcı işler başarabilir.
Yazının başına dönersem, değindiğim Böckenförde paradoksu yoğunlaşmış yeni burjuvazi/yerel burjuvazi riskiyle birleşince ortaya çıkan olağanüstü ve o ölçüde engelleyici darboğazı CHP aşabilir. CHP’nin geleceğini ideolojik, politik ve ekonomik alanlarda atacağı adımlar belirleyecek. Bu yazıda ele aldığım üç çelişki alanı CHP’nin geleceğini tayin edecektir. O alanlarda hazırlığı olmadan girdiği şu büyük pratik sınavda hala elinde kullanabileceği bazı olanaklar tutuyor CHP. Onları kullanırsa değişecektir ve değişimi sadece CHP’nin değişimiyle sınırlı kalmayacaktır. Türkiye’yi de değiştirebilecektir CHP. Aşırı sağın, tabiriyle söyleyelim faşizmin bunca yükseldiği Avrupa’da CHP’deki değişim dünyaya da getirilen güçlü bir örnek olacaktır.
Bu imkanları kullanmazsa o defa CHP değiştirilecektir.
Bu yazı Yeni Arayış'tan alınmıştır.
Hasan Bülent Kahraman kimdir? Kars'ta başladığı ilköğrenimini Ankara'da tamamladı. Ankara Koleji'nin orta ve lise bölümlerini bitirdi. lisans, yüksek lisans ve doktora eğitimlerini inşaat mühendisliği, ekonomi, sanat kuramları ve siyaset bilimi alanlarında tamamladı. Bilkent Üniversitesi, Sabancı Üniversitesi, Kadir Has Üniversitesi, Netkent Üniversitesi, Işık Üniversitesi, Michigan, Columbia ve Princeton Üniversitesi’nde araştırmacı, öğretim üyesi , bölüm başkanı, dekan, rektör yardımcısı ve rektör olarak çalıştı. 1977 yılından itibaren bağımsız yazar, edebiyat, sanat eleştirmeni ve küratör olarak çalışmalarını sürdürmektedir. Kültür Bakanlığı, Başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığı Danışmanlığı görevlerinde b 1992 ve 1993 yılları arasında Kültür Bakanlığı Yayınlar Dairesi Başkanı olarak görev yaptı. Uzun yıllar Radikal ve Sabah Gazetesi’nde yazdı. İstanbul Bienali Danışma Kurulu üyeliğinde bulundu. Akbank Sanat Danışma Kurulu, Contemporary Istanbul Genel Koordinatörü ve İcra Kurulu, Sakıp Sabancı Müzesi Yönetim Kurulu Üyesidir. Siyasal, toplumsal, sanatsal ve yazınsal kuram alanlarında çok sayıda yapıtı yayınlandı. TÜSES, SODEV, Tarih Vakfı, Yazarlar Sendikası, Edebiyatçılar Derneği ve Middle East Studies Association of North America, American Political Science Association, College Art Association üyesidir. |